Yüzleşme zamanı

PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart 2025’te gözaltına alınması, Türkiye’de artık sadece bir siyasetçinin değil, sistem içi muhalefetimsilerin de fiilen hedef haline geldiğini açıkça ortaya koydu. Bu olay, sembolik değil; rejimin geldiği aşamayı tanımlayan kritik bir dönüm noktası. Fakat ne yazık ki, bu dönüm noktasını hâlâ anlayamayan veya anlamak istemeyen bir siyasi aktör var: CHP…

CHP liderliği, hâlâ Türkiye’nin seçimli bir rekabetçi otoriter sistem olduğu yanılgısıyla hareket ediyor. Hâlâ rejimin kurallara riayet ettiğini, kazanmanın hâlâ sandıktan geçtiğini varsayıyor. Oysa Türkiye, artık literatürde “rekabetçi otoriterlik” olarak tanımlanan rejim tipinin çok ötesine geçmiş durumda. Bu rejim artık tam otoriter bir rejim. Muhalefetin kazanabileceği bir zeminden çok, muhalefetin ancak rejimin çizdiği sınırlar içinde “var olabileceği” bir düzen söz konusu.

Bu dönüşüm bir günde yaşanmadı. 17 Aralık 2013, Erdoğan rejiminin kurumsal devlet yapısını tasfiye etmeye ve devleti tamamen kişiselleştirmeye başladığı andı. Yolsuzluk soruşturmalarının bastırılmasıyla başlayan süreç, yargının, emniyetin ve medyanın yeniden yapılandırılmasıyla devam etti.

15 Temmuz 2016 ise bu sürecin dönüm noktasıydı: Rejimin kendi dilinden itiraf ettiği gibi “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirdiği bu olay, Türkiye’nin Reichstag Yangını’dır. O günden sonra inşa edilen yapı, artık otoriterliğin kurumsallaştığı, kişiselleştirilmiş iktidarın anayasal ve siyasal tüm kurumları baypas ettiği bir rejim.

Görünen o ki, CHP hâlâ bu rejimin içinden çözüm üretilebileceğini düşünüyor. Hâlâ 2028 seçimlerini beklemekten, hâlâ hukuksal yollarla mücadele etmekten bahsediyor.

İşte bu rejim, bugün İmamoğlu gibi halkta karşılık bulan, halkla temas kurabilen ve toplumsal meşruiyeti bariz figürleri tehdit olarak algılamaktadır. Çünkü rejim, artık herhangi bir demokratik rekabete izin verme niyetinde değildir. Burada sorulması gereken soru şudur: CHP bu durumu ne kadar kavrayabiliyor?

Görünen o ki, CHP hâlâ bu rejimin içinden çözüm üretilebileceğini düşünüyor. Hâlâ 2028 seçimlerini beklemekten, hâlâ hukuksal yollarla mücadele etmekten bahsediyor. Oysa artık hukuk yok; sadece rejimin çıkarlarına göre işleyen bir “mekanizma” var.

CHP’nin bu tutumu yeni değil. Rejimin mağdur ettiği birçok kesime — başta KHK mağdurları olmak üzere — yıllardır sistematik olarak sessiz kalındı. Gülen hareketine yönelik hukuksuzluklar, binlerce insanın keyfi tutuklanması, işlerinden atılması, pasaportlarına el konulması, sosyal soykırıma uğratılması… Bunların hiçbiri CHP’nin ana gündemlerinden biri olmadı. Çünkü CHP, rejimin belirlediği “meşru” muhalefet sınırlarının dışına çıkmayı tercih etmedi.

Aynı şekilde Kürt hareketinin sindirilmeye çalışılması, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının hukuksuz biçimde cezaevinde tutulması, yüzlerce seçilmiş belediye başkanının ve yerel yöneticinin görevden alınması da CHP’nin kırmızı çizgilerini geçmedi. CHP hep devletlu bir tutum izledi. Rejimin devleti kontrol altına alması bu pozisyonu değiştirmedi.

Ne zaman ki kendi belediye başkanı hedef alındı, işte o zaman sistemin “adaletsizliğinden” bahsedilmeye başlandı. Buna karşın tutarsızca “cuntanın geri püskürtüldüğünden” falan bahsediyorlar.

Bu, naif bir refleks veya hata değil, siyasal konforun korunmasına yönelik bir reflekstir. CHP, rejimin hukuk diskurunu — yani sadece kendine dokunduğunda hukuk arama tavrını — içselleştirmiştir.

Hep böyleydi CHP açıkçası. Bu nedenle İmamoğlu gibi bir figür bile yalnız bırakılmıştır. Bu yalnızlık siyasi değil; aidiyetsel ve idraksal bir boyutta değerlendirilmeli. CHP otoriter Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin temsilcisi olarak oyunu okuyor ve bu nedenle gerçek anlamda demokratikleşmeyi sadece “güç değişimi” olarak değerlendiriyor. Oysa mesele sadece kimin yönettiği değil, nasıl yönetildiği.

CHP hiçbir zaman gerçek bir hukuk devletinden yana olmadı. Kendi hukuklarını savunan bir devletten yana oldu, onun kurucusu veya iktidarı olmayı seçti.

Bugün artık Türkiye’de seçimin bir rejim değiştirme aracı olmadığı açıkça görülmeli. Bunu muhalif bireylere iletiyorum. Erdoğan rejimi, kendi varlığını sürdürmek için yargıyı, medyayı, güvenlik bürokrasisini, hatta büyük oranda muhalefeti kontrol edebilen bir düzene kavuşmuş durumda. Bu düzenin adı “demokrasi” olamaz; bu düzende “hukuk” yok, “eşitlik vatandaşlık” yok, “özgürlük” yok. Bu düzende sadece tahakküm, sindirme ve göstermelik meşruiyet üretimi var.

Ekrem İmamoğlu, İBB’ye yönelik yolsuzluk soruşturması kapsamında 19 Mart’ta gözaltına alındı, 23 Mart’ta ise tutuklanarak cezaevinde gönderildi.

CHP, hâlâ rejimin çizdiği sahada kalmayı tercih ettiği sürece, rejime meşruiyet devşirmeye devam edecektir. Eğer CHP, gerçekten demokratik bir Türkiye istiyorsa, önce bu rejimin doğasını ve kökenlerini doğru analiz etmeli; sonra bu yapının dışında, alternatif bir siyaset üretmeli.

Ekrem İmamoğlu’nun başına gelen sadece bir uyarı değil, bir rejim meydan okuması. Ve bu meydan okuma, artık kimseyi dışarıda bırakmayacak kadar kapsayıcı bir baskı düzenine dönüşmüş vaziyette.

Bugün hâlâ sessiz kalmak, hâlâ “Süreçleri izliyoruz!” demek, artık sadece siyasi bir hata değil, tarihsel bir suç ortaklığına dönüşmekte. Ya tam gerçekten muhalif olacaklar ya da Erdoğan CHP’yi hazmederek yok edecek. Bunu hâlihazırda en iyi anlayan zannederim İmamoğlu ve ailesi olmalı.

3 YORUMLAR

  1. Yenikapı ruhuna sahip arkadaşlar, Recep’in başlattığı yangının kendi mahallelerine ulaşmayacağından emin bir 9 sene geçirdiler. Şimdi uyandılar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin