Yapay Zeka da bir yere kadar; herkes haddini bilecek!

BEKİR SALİM | YORUM

Bir arkadaşın evinde ikindi çayındayız. Ev çok büyük, salonun da at bin cirit oyna…

Arkadaş, devasa boş bir duvarı gösterip, “Ya Bekir Abi, ben sana hayalimdeki yeri tarif etsem, şu duvara o yerin resmini yapsan olmaz mı?” deyince ben hemen bir yandan göz kararı duvarın enini boyunu ölçüp birbiriyle çarparak kaç metre kare olduğunu, çarpma işlemine devamla kaç dolar kazanacığımı hesaplarken diğer yandan kıs kıs gülmeye başladım. Zira, aklıma Mehmet Âkif’in Safahat’ında anlattığı şu hikâye gelmişti:

“Bir zaman vardı ya tarih-i mukaddes modası…

Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası

Mutfakta eski resimler ile hep süslensin

Diye ressam aratır hayli zaman bir zengin.

Biri peyda olarak ‘Ben yaparım’ der, kolunu

Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu

Sıvar ama ne sıvar…Sahibi der:

-Usta bu ne?

Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine! ..

-Bu resim, askeri basmakta iken Firavun’ un

Kızıl Deniz yarılıp geçmesidir Musa’ nın

-Hani Musa, be adam?

-Çıkmış efendim karaya

-Firavun nerde?

-Boğulmuş.

-Ya bu kan rengi boya?

-Kızıl Deniz, a efendim yeşil olmaz ya bu da!

Ben bunun harika bir fikir olduğunu ama el yapımı orijinal işlerin biraz pahalı olduğunu anlatmaya çalışırken orada bulunan yaşlı bir misafir, “Yahu ne lüzum var! Git bir matbaaya, vinile istediğin manzaraları çeşit çeşit bastırt, değiştir değiştir kullan!” deyip lâfı ağzıma tıkayıverdi. Ben bu defa, sanırım sinirlerim boşaldı, kahkahayla gülmeye başladım.

***

1800’lü yılların başlarında fotoğraf makinası icad edilince artık ressamların işlerinin bittiği konuşulmaya başlanmıştı. Ahmet Haşim bir makalesinde buna hemen itiraz ediyor: “Fotoğraf adesesine zerre kadar itimadım yoktur. Bundan dolayı, fotoğraf âletinin keşfiyle ‘portre’ ressamının vazifesine nihayet bulmuş gözüyle bakanlara hak vermek bence müşküldür. Şekil ve madde, ışığın akislerine göre her an değişir. Bu itibarla hiç bir çehrenin, vasıfları belirli, bir tek görünüşü yoktur. Fırça san’atkârı, resmedeceği çehre üzerinde, uzun müddet hayatın iniş ve çıkışını gözlemek ve onu birçok değişikliklerinde tespit etmek suretiyle, nihayet gerçek hüviyetin gizli hatlarını sezmeğe ve görmeğe muvaffak olur. Fotoğraf, bu zihnî tahlil ve terkip kudretine sahip değildir. Onun için, hassas cam üzerinde beliren şekle bir vesika kıymeti izafe edilemez.”

Şimdi daha vahim bir durumla karşı karşıyayız: Yapay zekâ…

Artık herkes ressam, herkes şair, herkes bestekâr… Keşke mümkün olsa; bunu kim istemez… Dünya nasıl güzel bir yer olurdu…

Bugünlerde “Çağrı” filminin girişinde Efendimiz’in (SAV) Bizans, Mısır ve İran’a gönderdiği elçileri temsil eden üç atlının kendimce bir yorumunu yağlıboya olarak tuvale aktarmaya çalışıyorum. Bundan haberdar olan bir arkadaşım yapay zekâya komut vermiş ve benzer bir resim üretmiş. Bana gönderdi ve altına da “Abi ne uğraşıyorsun, bak ben yaptım, beş dakika bile sürmedi.” diye gülücük ikonlarıyla süslediği bir yazı eklemiş.

Eyvallah…

Ben, bu filmi, mübalağa olmasın, belki yüz kere seyretmişimdir. Her seyredişimde bu sahne beni sevinçten ağlatmıştır. Bu resim çalışmamı gösterdiğimde, bizim  Enes Kanter, “Abi ben bu filmi Hocaefendi ile yanyana seyrettim. Bu sahnedeki heyecanını, gözyaşlarını anlatmaya benim dilim yetmez.” demişti.

Şimdi, bu duygularla yıllarca dolmuşuz. Sonra büyüğümüzün vaazlarından bu konuda beslendikçe beslenmişiz elhamdülillah. Bir arkadaşımız bu konuda duygularını anlatıp böyle bir resim yapmaya dualarıyla beni teşvik etmiş, ben gece gündüz bu resmi düşünür olmuşum, Allah’tan ilham dilenmişim. Fırçayı her elime aldığımda, önce 342 defa “Ya Musavvir!” diye O’nu anmışım, her fırça vuruşta, “Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahi’l azim, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azim…” zikirlerine sığınmışım.

Ruhumu, kalbimi, gönlümü, duygularımı, aklımı ve Allah’ın lütfettiği kabiliyetlerimi ortaya koyarak bir eser bina etmeye çalışıyorum… Ondan sonra, çok afedersiniz, kıçı kırık bir cam parçası gelmiş veya adı üstünde yapay bir bilgi devşiricisi (zekâ bile diyemiyorum) benimle (Ben derken, bin defa esteğfirullah, Eşref-i mahluk olan insandan bahsediyorum) boy ölçüsüne cüret ediyor.

İnsan gözünün arkasındaki ruh, akıl, duygu, ilham gibi bir cam parçasında asla olmayacak şeyleri bir kenara bırakın, dünyanın en gelişmiş objektifleriyle bir insan gözünü sadece teknik olarak karşılaştırabilir misiniz?

Ruhtan, duygudan, aşktan, imandan, ilhamdan mahrum bir yapay zekâ ağının ürettiği şeyler ne kadar hakikatli olabilir ki!

Bunları söylerken fotoğraf teknolojisini, yapay zekâ teknolojisini asla hafife almıyorum. Ama her şeyin yeri ve vazifesi başka…

Şöyle bir mukayeseye girişelim:

-Fotoğraf anı dondurur, ressam ise zamanı yoğurur.

-Fotoğraf yüzeyi kaydeder, ressam ruhu yorumlar.

-Fotoğraf nesnel gibi görünür, ressam öznel gerçeği inşa eder.

-Ayrıca ressamın dokusu, fırça izi, malzemeyle kurduğu ilişki fotoğrafta yoktur. Sanat eseri, sadece görünenin değil, aynı zamanda üretim sürecinin, emeğin ve sanatçının varlığının izidir.

-Resimde mesele yalnızca “benzerlik” üretmek değildir. Resim, gören bir gözün, düşünen bir aklın, hisseden bir kalbin ve üfleyen bir ilhamın ortak eseridir.

-İnsan gözü, anlık olarak pupillasını değiştirir, retina hassasiyetini ayarlar, beyinse aynı sahnenin karanlık–aydınlık parçalarını eşzamanlı olarak dengeler. Objektif ve sensör bunu ya tek pozla ya da ardışık ölçümlerle taklit eder; gözün canlı HDR’ine yetişemez.

-Gözümüz, mikro-sakkadlarla sahneyi tararken, beyin “önemli olanı” öne çıkarır, önemsizi ezer. Mercek her şeyi eşit kaydeder; ressam ise gereksizi eler, anlamı seçer.

-Göz–beyin sistemi, farklı anlardan topladığı veriyi bir bütün algıya dönüştürür. Tek kare fotoğraf, o bütünün yalnızca bir kesitidir; ressam ise zamanı yoğurur, “doğru an”ı inşa eder.

– Akıl–Kalp–Ruh, görüntünün üst katıdır. Algı, sadece kayıt değildir. Beyin, hatıraları ve bilgiyi devreye sokar; kalp ve ruh, bakışı anlamlandırır. Ressamın işlevi, bu iç sentezi tuvale taşımaktır.

-Resim, ilişki sanatıdır. Çehrenin anatomi ve ışıkla doğruluğu kadar, kişiliğin özüne yakınlık arar. Fotoğraf ve yapay zekâ, şekli üretir; ressam mânayı kurar.

-İlham: Makineye kapalı bir mahaldir. İlham, teknik bir prosedür değil; varlıkla temasa açık bir hâlet-i ruhiye. Fotoğraf makinesi, niyet taşımaz; yapay zekâ, tecrübe etmez, özlem duymaz, bekleyip sezmez. Büyük veri ve istatistiksel örüntülerle üretim yapar; fakat “neden şimdi?” sorusuna yanıt veren o iç çağrı makinede yoktur.

-Ressam, bazen bir bakışın kenarında beliren gölgeye dahi kulak verir; ilhamın nüshası çekilemez, yalnızca yaşanır.

-Fotoğraf ve Yapay Zekâ rakip değil bir araçtır. Fotoğraf, bellek ve kaynak olarak kıymetlidir; yapay zekâ, eskiz ve varyasyon üretiminde hız sağlar. Fakat bu araçlar nihai hükmü vermez; kompozisyonun etiğine, anlatının merkezine ve portredeki insanî gerilime karar veren, yine ressamın gözü–aklı–kalbi–ruhudur.

-Doğru kullanıldığında makine, ressamı hızlandırır; yanlış kullanıldığında ruhu düzleştirir. Ayrım çizgisi, niyet ve sorumluluktadır.

Hiç bir şey boşuna değil… Ama herkes haddini bilecek!

Önümüzdeki hafta Allah nasip ederse dini açıdan çok eleştiri alan “suret resmetme” ile alâkalı fikirlerimi arz edeceğim. 

 

9 YORUMLAR

  1. Sevgili Yazar

    Yapay zekânın hızla popülerleşmesi, baş döndürücü değişimlere ve özellikle de abartılı söylemlere sahne oluyor. Bu durum, kimi zaman bazı insanlarda antipatiye yol açabiliyor. Oysa yapay zekâ bugünün ve yarının en önemli araçlarından biridir. Ona sırt çevirirsek dünde kalırız. Dün kıymetlidir, dün yapılan işler de değerlidir; fakat bugün de kendi araçlarımızla yapılması gereken işler vardır.

    Bu noktada sizin de makalenizde altını çizdiğiniz şu hakikate ben de katılıyorum:

    “Fotoğraf ve Yapay Zekâ rakip değil bir araçtır. Fotoğraf, bellek ve kaynak olarak kıymetlidir; yapay zekâ, eskiz ve varyasyon üretiminde hız sağlar. Fakat bu araçlar nihai hükmü vermez; kompozisyonun etiğine, anlatının merkezine ve portredeki insanî gerilime karar veren, yine ressamın gözü–aklı–kalbi–ruhudur.”

    Gerçekten de doğru kullanıldığında makine, ressamı hızlandırır; yanlış kullanıldığında ruhu düzleştirir. Ayrım çizgisi niyet ve sorumluluktadır.

    Bununla birlikte ben yapay zekânın yalnızca bir “cam parçası” olarak küçümsenmesine katılmıyorum. Çünkü yapay zekâ, aslında insanlığın internet ortamına kaydettiği topyekûn bilgi ve tecrübelerin harmanıdır. Nasıl ki bir dâhinin tek başına bulduğu fikir, birkaç kişinin istişaresiyle doğan fikre tercih edilmeyebiliyorsa, yapay zekâ da doğru sorular sorulduğunda insanlığın ortak aklıyla yapılmış bir istişare gibidir.

    Picasso’nun eserlerini, Da Vinci’nin tekniklerini, renklerini ve sanat biçimini öğrenmemiş olsa nasıl olur da birkaç komutla eser ortaya koyabilirdi? Dolayısıyla mesele bir makineyle yarışmak değil, insanlığın yüzyıllar boyunca oluşturduğu kültürel mirasla yüzleşmektir. Bu yarışta hiçbir dâhi, hiçbir sanatkâr, hiçbir âlim mutlak galip gelemez. Çünkü kim iddia edebilir ki “Ben bir meseleyi bugüne kadar yaşamış tüm insanlardan daha iyi biliyorum”?

    Eğer yapay zekâ insanlığın kolektif şuurunu ve birikimini yansıtıyorsa, bize düşen de bu mirasın nasıl bir parçası olabileceğimize bakmaktır. İslam adına yazılmış eserler internette olmasaydı, bugün yapay zekâya bu konuda sorulan sorulara doğru cevap veremezdi. Demek ki geleceğe bir iz bırakmak istiyorsak, bugün yazmalı, üretmeli ve kendi dusunce dunyamizin yansimalarini dijital hafızaya bırakmalıyız. Belki bugün az okunur, belki hiç okunmaz; ama yarın yapay zekânın diliyle bile olsa insanlığa miras olacaktır.

    Sonuçta, sizin de ifade ettiğiniz gibi mesele sadece “benzerlik” üretmek değildir. Resim, gören bir gözün, düşünen bir aklın, hisseden bir kalbin ve üfleyen bir ilhamın ortak eseridir. Bu sebeple bir kimse kendisini Picasso’dan, Da Vinci’den daha yetenekli oldugunu idda etmeyebilir; ama herkesin Allah’ın ona lütfettiği, dünyada kimseye nasip olmayan bir bakış açısı, bir duygusu, bir orijinalliği vardır. Önemli olan, o bakışı, o duyguyu, o orijinalliği geleceğe aktarabilmektir. Bunu ister yağlıboyayla, ister karakalemle, isterse yapay zekânın teknikleriyle yaparız. Esas marifet, aracı doğru kullanmak ve kendi özgün bakışımızla yoğurup bir eser ortaya koyabilmektir.

  2. Özetle şunu demek istiyorum:
    Sizin “Çağrı” filmindeki sahnede hissettiğiniz o yoğun duyguyu ben de hissedebilirim. Ben bunu yapay zekâya anlatarak tabloya dönüştürebilirim. Siz büyük emek ve masraflarla yağlıboya yapıyorsunuz diye, benim yapay zekâyla ürettiklerimi küçümseyemezsiniz. Çünkü o eser de sonuçta yüzyılların birikimi, milyonlarca insanın emeği, aklı ve sermayesinin ürünü olan bir teknolojinin aracılığıyla ortaya çıkmıştır.

    Sen Kâbe’ye yürüyerek gitsen, ben uçakla… Bana diyemezsin ki, “Senin haccın değersiz.” !

  3. “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu”
    sözünde ima edilen anlam nasıl aksine “mertliğe, mert insana” sadece bir alanda lazım olmadığını zaman içinde ortaya koymuş ve mertliğe daha fazla değer vermiş ise bu gibi icatlarda ancak sanat erbablarının değerini ortaya koyar.
    Öyle ya milyarlarca bilgi ve yetenek yüklenen bir makinanın yapabildiğini bir insan yeteneği sizin yukarıda anlattığınız harika ifadelerde yerini bulur ve aradaki farkı idraklere, izanlara ve vicdanlara birkez daha nakşedilir.
    Elinize sağlık,ilhamınıza bereket, güzel niyet ve gayretiniz daim olsun muhterem Bekir ağabey.

  4. Son zamanlarda özellikle radyo cihan gibi youtube kanallarında yapay zeka ile üretilmiş müzik parçalarıyla çok karşılaşıyorum. Bu tür parçalar çıktığında genellikle kanalı değiştiriyorum. Her ne kadar anlamlı sözlerle de yapılmış olan bu parçalar bana hiç hoş gelmiyor. Çünkü parçalarda ruh ve sanat yok. Kuru gürültü gibi geliyor.

  5. Bu, atla yolculuk yapmayı çok seven birinin araba veya uçak yolculuğunun eksik yönlerini anlatmasına benziyor.
    Evet, at yolculuğunun detaylarını ve hislerini arabada ya da uçakta bulamazsınız.
    Ama aynı yolu günlerce gitmek yerine saatler ya da dakikalar içinde kat edersiniz; hem de yine aynı yolu.
    At yolculuğunda ısrar etmeye ve onu övmeye gerek yok; önemli olan yolu gitmekse eğer.
    Fakat kimileri için yolculuğun kendisi değerlidir.
    Bu da insandan insana değişir; illa ki biri diğerinden daha iyi olmak zorunda değildir.

  6. Derin bir sanat ruhunu temsil eden Bekir abimizi değerli yorumlarıyla burada görmek ne güzel. Şahsen ‘resim ve fotoğraf’ denince aklıma hemen şöyle bir örnek geldi:
    Bazen bir yerde yürürken gökyüzünde veya başka bir cenahta inanılmaz güzel bir manzara şekilleniyor. “Şunun mutlaka bir fotografını alayım” diyorsun, çıkarıyorsun fotoğraf makinasını, daha doğrusu günümüzde artık bilmemkaç piksellik fotoğraf özellikli akıllı telefonunu… ve sonuç büyük bir hayal kırıklığı. Zira henüz insanın ürettiği hiç bir teknoloji Allah vergisi gözümüzün gerçek piksel değerine yaklaşamadı bile.

    Bu noktada küçük bir yaramazlık yapıp Bekir abiyi kızdırayım dedim ve ChatGPT’ye şöyle bir soru sordum:
    “Bir ressamın çizdiği manzara veya portre ile herhangi bir makina yad cihaz ile çekilen fotoğraf arasında sosyal, sanatsal, görsel ve birçok farklı bakış açısıyla ne gibi farklılıklar sıralayabiliriz?”

    İşte Cevap: 🙂
    Bu çok katmanlı ve derin bir sorudur; bir ressamın çizdiği bir manzara ya da portre ile bir makineyle (örneğin bir kamera) çekilen bir fotoğraf arasında sosyal, sanatsal, görsel ve felsefi düzlemlerde birçok fark vardır. Aşağıda bu farklılıkları başlıklar hâlinde detaylı olarak inceleyelim:
    1. Sanatsal Yorum ve Yaratıcılık
    Ressamın eseri:
    -Ressam, gerçekliği birebir kopyalamaz; duygularını, düşüncelerini ve ruh halini esere yansıtır.
    -Renkleri, oranları, perspektifi ve ışığı bilinçli olarak değiştirebilir.
    -Yorum katar: bir manzara, ressamın iç dünyasıyla yeniden yaratılır.
    Fotoğraf (makine ile çekilen):
    -Fotoğraf daha çok gerçekliğin teknik bir kaydıdır (özellikle müdahale edilmemişse).
    -Yaratıcılık daha çok kadrajlama, ışık ayarı ve anın seçimiyle sınırlıdır.
    -Son yıllarda filtreler, düzenleme yazılımları ve yapay zekâ ile bu fark biraz azalmış olsa da hâlâ belirgindir.
    2. Görsel Gerçeklik ve Algı
    Ressamın eseri:
    -Gerçeklik yerine “algı”yı gösterir.
    -Öznel bir bakış açısı sunar; örneğin bir portrede kişinin ruh hali ya da ressamın kişiye dair düşüncesi ön plana çıkar.
    Fotoğraf:
    -Nesnelliğe daha yakındır (en azından teoride).
    -Gerçek anı olduğu gibi yakalamaya çalışır, ancak yine de kompozisyon, ışık ve objektif seçimi gibi etkenlerle yönlendirilmiş olabilir.
    3. Zaman ve Emek
    Ressam:
    -Resim yapmak zaman alır; bu süreçte düşünce, duygu, deneyim esere işlenir.
    -Bir portre haftalar sürebilir ve bu süreçte model değişse bile ressam bunu kendince yorumlayabilir.
    Fotoğraf:
    -Anlık bir kayıt yöntemidir; bir saniyede bile çekilebilir.
    -Duygusal ya da düşünsel süreç fotoğrafın yapım sürecine değil, daha çok seçim aşamasına yansır.
    4. Sosyal ve Kültürel Yansımalar
    Resim:
    -Tarih boyunca daha çok elit kesimin erişebildiği bir sanat formudur (özellikle geçmiş yüzyıllarda).
    -Resmedilen figür ya da konu genellikle toplumun belirli bir kesimini temsil eder (örneğin aristokrasi, din adamları vs.).
    Fotoğraf:
    -Daha demokratiktir; herkesin ulaşabileceği bir araçtır.
    -Daha geniş kesimleri ve gündelik yaşamı belgeleyebilir (örneğin sokak fotoğrafçılığı, belgesel fotoğrafçılığı).
    -Sosyal değişimi belgeleyen önemli bir araç hâline gelmiştir (örneğin savaş, yoksulluk, çevre sorunları).
    5. Teknoloji ve Anlam
    Ressamlık:
    -Elle yapılan bir sanattır; hata yapma, düzeltme ve değiştirme gibi süreçler barındırır.
    -Yavaşlığı, içsel derinlik ve bilinçli ifade ile sonuçlanabilir.
    Fotoğraf:
    -Teknolojiye bağımlıdır. Objektif, sensör, yazılım gibi bileşenlerin etkisi vardır.
    -Anlamın çoğu zaman gözlemlenen andan gelmesi beklenir; teknik daha belirleyici olabilir.
    6. Amaç ve İşlev
    Resim:
    -Sanatsal ifade önceliklidir.
    -Duygusal ve estetik değer taşır.
    -Anlam katmanlı olabilir; izleyici resme bakarken anlamı yeniden üretir.
    Fotoğraf:
    -Belgeleme, iletişim, arşivleme gibi işlevlere daha yatkındır.
    -Duygusal ya da sanatsal değer taşıyabilir ama bu her zaman gerekli değildir (örneğin pasaport fotoğrafı).
    7. Zamanın Dönüştürdüğü Anlayış
    -Eskiden portre çizimi bir kişinin “görsel kaydı”ydı, çünkü fotoğraf yoktu.
    -Bugün fotoğraf yaygınken, resim daha çok duygusal, estetik ya da sembolik bir anlam taşımaktadır.
    -Fotoğraf ise artık hem belge hem de sanat olabilir (örneğin fotoğraf sanatı – Cindy Sherman, Sebastião Salgado, Ara Güler gibi isimlerle).

    Sevgili Bekir abi; gördüğün gibi yapay zeka sana saygı duyuyor vesselam… 😉

  7. Bekir abinin bu hisleri tarihte cok yasandi ve de yasanacak. Hattatlar, tekstil iscileri. Zamanin carki hepsini oguttu. Kader ve entropi hirsa kosani besliyor yani daha cok daha hizli olsun diyenlerin hukmu geciyor zaman. Bunu da Allah’in bir kanunu olarak gormek lazim belki de. Kimse Bagdat’li hattatin ya da Londra’li tekstil emekcisinin ne hissetigiyle ilgilenmiyor. Asirlar uzerlerinden paletlerle gecip gidiyor. Insanin tanimi da bu unutabilme ve adapte olabilme yetenegi aslinda. Iste bunlar hep seriati Ilahi

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin