Artık Trump’ın da bir Ekrem İmamoğlu’su var! Uganda/Hindistan kökenli genç siyasetçi Zohran Mamdani, başta Donald Trump ve Elon Musk olmak üzere neredeyse Amerika’nın tüm milyarderlerine karşı verdiği savaşı kazandı. Medya, Yahudi Lobisi o seçilmesin diye elllerinden geleni yaptılar ama New York halkı bu genç rapçi sosyaliste şans verdi. Şimdi akıllardaki soru şu: Trump, Mamdani’yi yok etmek için ne tür dalavereler çevirecek?
M. NEDİM HAZAR | YORUM
2019 İstanbul’unda yaşananlar, belki de 21. yüzyılın otokratik siyasetinin en önemli işaretlerinden biriydi. Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 yıldır kaybetmediği şehirde Ekrem İmamoğlu kazandığında, sistemin refleksleri hemen devreye girdi: Seçim iptal edildi, bir kez daha sandığa gidildi. İmamoğlu yine kazandı. Ve o günden bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başında duran bu isim, sürekli soruşturmalarla, davalarla, tehditlerle boğuşuyor.
Bu hikâyenin benzeri 5 yıl sonra, dünyanın öbür ucunda, Manhattan’ın gökdelenleri arasında yankılanıyor!
2025 sonbaharında New York’ta yaşananlar, İstanbul’daki senaryonun neredeyse bir kopyası gibi görünüyor. Donald Trump’ın doğup büyüdüğü, imparatorluğunu kurduğu, adını altın harflerle yazdırdığı metropolde, Zohran Mamdani adında otuz dört yaşında bir sosyalist politikacı belediye başkanlığı seçimini kazanıyor. Trump’ın ilk tepkisi gecikmiyor tabii: Sosyal medyada onu “komünist” ilan etti, şehre giden federal fonları kesmeye yemin etti. Ve şimdi, paralel evrenlerde akan iki nehir gibi, iki hikâye birbirine doğru akıyor.
Bu benzerlikler esasen tesadüf olmaktan çok, küresel otokratik siyasetin standart operasyon prosedürünü yansıtıyor. İmamoğlu “Sandık mührü her şeyin üstündedir” derken, Mamdani, “New York satılık değil.” diyor. Her iki söylem de benzer ontolojik iddiayı taşıyor: Halk iradesi, sermayenin ve iktidarın hegemonyasından üstündür.
İmamoğlu, İstanbul’un mahallelerindeki, kira borcu içinde ezilen, işsizlikle boğuşan kitleleri temsil ederken; Mamdani Queens’teki, iki işte çalışan, göçmen kökenli ailelerin sesi olmaya çalışıyor. Her iki liderin karşısında duran güçler de şaşırtıcı derecede benzer: İmamoğlu’nun karşısında Türkiye Cumhurbaşkanı, devlet aygıtının tamamı ve sermaye sınıfı varken; Mamdani’nin karşısında Amerika Başkanı, Michael Bloomberg’den Bill Ackman’a uzanan Wall Street oligarşisi duruyor.

Daha da ilginç olan, bu iki otokratın şehirlerle olan kişisel ilişkileri. Erdoğan için İstanbul, sadece bir metropol değil; siyasi kariyerinin başladığı, 1994’te belediye başkanı olarak halk nezdinde meşruiyet kazandığı, kendi anlatısında “fethettiği” bir şehir. Trump için New York ise egosunun fiziksel tezahürü. “Trump Tower” sadece bir bina değil, adının altın harflerle yazıldığı, kendini inşa ettiği mekân. Ve her ikisi de “kendi şehirlerini” kaybettiler.
Max Weber’in meşhur “karizmatik otorite” kavramından hareketle düşünüldüğünde, sadece siyasi bir yenilgi değil; otokratın kendini meşrulaştırdığı mitolojik anlatının çöküşü demek. İktidarın kutsallığına duyulan inancı sarsan, geri döndürülemez bir kırılma.
Ancak burada kritik bir fark da var: Kurumsal dayanıklılık meselesi.
Türkiye’de Erdoğan yargıyı, medyayı, güvenlik güçlerini büyük ölçüde kontrol altına almış durumda. Pirimiz Gramsci’nin hegemonya kavramıyla düşünecek olursak, hem devlet aygıtına; yani siyasal topluma, hem de sivil topluma hâkim.
Peki Amerika’da Trump aynı şeyi yapabilir mi?
New York’un bağımsız eyalet mahkemeleri, çeşitlilik gösteren medya yapısı, köklü sivil toplum örgütleri hem farklı bir zemin sunuyor, hem de ABD adına çok fazla endişe taşınmaması gerektiğini söylüyşor. Ve asıl soru da buradan doğuyor: Amerikan demokrasisi, Türk demokrasisinden yapısal olarak daha mı dayanıklı? Yoksa sadece henüz aynı erozyona uğramadığı için mi sağlam görünüyor?

Mamdani’nin annesi Mira Nair film setinde.
Zohran Kwame Mamdani’nin 1991’de Uganda’nın başkenti Kampala’da doğması, sıradan bir biyografik detay değil. Annesi Mira Nair, “Monsoon Wedding” ve “The Namesake” gibi filmleriyle Hollywood’da bağımsız sinemanın önemli isimlerinden biri. Babası Mahmood Mamdani ise Columbia Üniversitesi’nde antropoloji profesörü.
Baba mamdani, İdi Amin diktatörlüğünden kaçmış, sürgünde yetişmiş bir entelektüel. Afrikalı sömürgecilik tarihi üzerine yaptığı çalışmalar, postkolonyal teorinin temel metinleri arasında. Zohran bu ailenin içinde, sanat ve direniş kültürüyle, sanat ve adalet mücadelesiyle büyüdü. Bu sebeple Mamdani’nin habitusu doğduğu andan itibaren hem sanatsal hassasiyetle hem de politik farkındalıkla şekillenmiş.
Ailesi, küçük mamdani henüz 7 yaşındayken, 1998’de New York’a taşındı. Afrika’dan gelen, Zohran adlı bir çocuğun Amerikan okullarındaki deneyimi, aynı zamanda bir yabancılaşma sürecini içeriyordu. Ancak Mamdani ailesi asimilasyonu değil, kimliklerini korumayı seçtmiştii. Zohran hem Müslüman kimliğini hem Afrikalı kökenini hem de Hintli mirasını taşımaya devam etti. Queens’te büyümesi ise kritik bir deneyim oldu. 138 (yazıyla Yüz otuz sekiz) farklı dilin konuşulduğu bu mahalle, New York’un en yoğun göçmen nüfusuna sahip bölgesi. Burada Asyalılar, Latinolar, Afrikalılar, Araplar iç içe yaşıyor. Zohran burada, farklılıkların zenginlik olduğunu, kimlik politikasının dışlama değil içerme üzerine kurulabileceğini öğrendi.
Gençlik yıllarında rap yapmaya başlaması, sadece bir sanatsal tercih değil, aynı zamanda politik bir konumlanıştı. Sahne adı “Young Cardamom” yani “Genç Kakule” seçmesi, hem alaycı hem de anlamlıydı. Kakule, bir Hint baharatı olarak hem kökenlerine (anne tarafı) atıfta bulunuyor hem de “baharatlı”, keskin, rahatsız edici bir müzik yapacağını ima ediyordu. Bilenler bilir; Hip-hop kültürü Amerika’da her zaman marjinallerin, sistemin dışında bırakılmışların dili olmuştur. Zohran da bu dili konuşuyordu. İlginç bir ayrıntı; annesi Mira Nair 2016’da Disney için “Queen of Katwe” filmini çekerken, Zohran bu filmde müzik yaptı. Böylece Disney’in ana akım pop kültür imparatorluğunda yer alan biri, birkaç yıl sonra Trump’ın ve Wall Street’in karşısında duracaktı. Bu, postmodern kapitalizmin çelişkilerinin mükemmel bir örneği.
Columbia Üniversitesi’nde siyaset bilimi okuması, babasının akademik geleneğini sürdürüyormuş gibi görünse de, mezuniyetten sonraki tercihi herkesi şaşırttı. Wall Street’teki finans şirketlerine gitmedi, hukuk fakültesine başlamadı. Bunun yerine Queens’te konut danışmanı oldu. Evlerinden tahliye edilmek üzere olan ailelere hukuksal destek vermeye başladı. Bu deneyim, onun için bir dönüm noktasıydı. Her gün kapısını çalan aileler, gözyaşları, “Çocuklarımı nereye götüreceğim?” diye soran anneler vardı.
Ve Zohran burada Marx’ın yapısal sömürü analizini sokak düzeyinde, somut biçimde gördü. Sorun bireysel değil, sistemikti. Bir aileyi kurtarıyorsun, ertesi gün on aile daha geliyordu. Çünkü sistem, insanları evsiz bırakacak şekilde tasarlanmıştı. Kiralar astronomik rakamlara ulaşırken, maaşlar yerinde sayıyordu. Ve milyarderler bu krizden kar ediyordu. Mamdani anladı ki, sistemi içerden değiştirmek gerekiyor.
2020’de yirmi dokuz yaşında New York Eyalet Meclisi’ne aday oldu ve kazandı. Bu sadece bir seçim zaferi değildi; sembolik temsil açısından bir kırılmaydı. İlk Güney Asyalı erkek üye, ilk Ugandalı üye, üçüncü Müslüman üye olarak New York Eyalet Meclisi’ne girmesi, Amerikan siyasetinin beyaz, zengin, yerli elitler tarafından monopolize edildiği algısına bir darbe indiriyordu.
2024’ün başlarında New York’ta siyasi bir kaos vardı. Mevcut belediye başkanı Eric Adams skandallarla boğuşuyordu. Eski vali Andrew Cuomo geri dönüş peşindeydi ama o da lekelenmiş bir isimdi. Demokrat Parti içinde “Kim aday olmalı?” sorusu dolaşıyordu. Mamdani, otuz üç yaşında, henüz çok genç görünüyordu. Ama etrafındaki insanlar ısrar ediyordu: “Sen aday olmalısın çünkü halkın dilinden anlıyorsun.”
Ve Mamdani, tarihsel materyalizmin dinamik bir aktörü olarak, kararını verdi.
Mamdani’nin kampanya sloganı üç kelimeydi: “New York Is Not For Sale.” (NY Satılık değil!) Bu ifade, bir yandan neoliberal şehir politikalarına radikal bir eleştiri içerirken, öte yandan halk egemenliğini yeniden tanımlama çabasıydı. Mamdani şehri bir meta olmaktan çıkarıp, ortak bir yaşam alanına dönüştürme vaadinde bulunuyordu. Vaatleri standart siyasi retorikten çok farklıydı ve her biri neoliberal kapitalizmin bel kemiğine bir darbe indirmeyi hedefliyordu.
Kira artışlarını dondurma önerisi, basit bir popülist vaat değildi. Queens’te kiraların son beş yılda yüzde kırk artmasından dolayı insanlar artık iki işte birden çalışıyor ama yine de kira ödeyemiyordu. Emek değersizleşirken, emlak sermayesi astronomik kârlar elde ediyordu. Ücretsiz otobüs vaadi ise, toplu taşımayı bir lüks değil bir hak olarak tanımlıyordu. Nasıl finanse edilecek sorusunun cevabı basitti: Zenginlere vergi. Bu ise yeniden dağıtıcı adaletin en açık ifadesiydi ve zenginleri yerinden zıplatmaya yetmişti!
Ücretsiz çocuk bakımı meselesi ekonominin temel tartışmalarından birini gündeme getiriyordu. New York’ta çocuk bakım ücreti yıllık yirmi bin dolara ulaşıyordu ki bu, asgari ücretle çalışan birinin tüm maaşı demekti. Kapitalizm kâr üretimini önceliklendirirken, yaşamın yeniden üretimini kadınların ücretsiz emeğine bırakıyordu. Mamdani bu krizi görünür kılıyor ve çözüm öneriyordu. Zenginlere ek vergi teklifi; zira milyarderler vergi cennetlerine kaçarken, öğretmenler kira ödeyemiyordu.
Belediye marketleri önerisi ise gıda oligopollerini kırma çabasıydı. Paris’te, Viyana’da belediye marketleri vardı. Neden New York’ta olmasın? Bu soru aslında “piyasa fetişizmine” karşı bir duruştu. Her yıl elli bin yeni sosyal konut inşa etme vaadi, konut hakkını piyasanın insafına bırakmama kararlılığını gösteriyordu. Polisin bütçesini azaltma önerisi ise belki de en tartışmalı olanıydı. Polis bütçesi on bir milyar dolar, eğitimin bütçesi yedi milyar dolardı.
Bu çarpıklık şunu söylüyordu: Devlet, toplumsal sorunları eğitim ve refah yoluyla çözmek yerine, güvenlik ve kontrol mekanizmalarına yatırım yapıyordu. Göçmenlerin haklarını koruma vaadi ise, Mamdani’nin kimlik siyasetinin özündeydi. “Bu şehir göçmenler tarafından inşa edildi” demek, Amerikan ulus-devlet mitolojisine meydan okumaktı.
Bunlar standart vaatler değil, sistem değişikliği vaatleriydi. Ve milyarderler bunu çok iyi anladı. Haziran 2024’te Mamdani ön seçimlerde öne geçmeye başlayınca, Wall Street tam anlamıyla alarma geçti. Çünkü Mamdani’nin kazanması, zenginlere ek vergi demekti. Bu da milyonlarca dolar, belki milyarlarca dolar kaybı anlamına geliyordu.
Michael Bloomberg beş milyon dolar, Airbnb kurucusu Joe Gebbia üç milyon dolar, Hedge fund milyarderi Bill Ackman bir buçuk milyon dolar, Estee Lauder ailesinden Ronald Lauder bir buçuk milyon dolar bağışladı Mamdani karşıtı komitelere. Toplam 15 milyondan fazla dolar, tek bir adayı durdurmak için harcanıyordu.
Bu rakam, Amerikan siyasetinin finansallaşmasının mükemmel bir örneğiydi. Milyarderler üç cepheden saldırdı: medya kampanyaları, alternatif aday destekleme ve karalama kampanyaları. TV reklamlarında, dijital platformlarda, billboardlarda her yerde Mamdani karşıtı mesajlar yayılıyordu. “Mamdani radikal”, “Mamdani sosyalist”, “Mamdani New York’u batıracak.” Medya, egemen sınıfların çıkarlarına hizmet edecek şekilde kamuoyunu manipüle ediyordu.
Ama bir şeyi hesaba katmadılar: Gençler. Mamdani’nin kampanyası, geleneksel medyayı bypass edip, sosyal medyaya odaklandı. TikTok videoları, Instagram Reels, Twitter tartışmaları…
Mesajı basitti: “Queens’te yaşıyorum. Sizinle aynı metroya biniyorum. Sizinle aynı kiraları ödüyorum. Ben sizden biriyim.”
Bu, popülist söylemin klasik formu gibi görünse de, aslında otantik bir deneyime dayanıyordu. Mamdani gerçekten Queens’te yaşıyordu, gerçekten konut danışmanı olarak çalışmıştı. Manuel Castells’in “ağ toplumu” analizini düşünürsek, gençler bu yeni iletişim ağları üzerinden örgütleniyordu. Binlerce genç, ücretsiz olarak Mamdani için çalıştı. Bu, paranın satın alamayacağı bir şeydi: İnanç.
İki New Yorklu popüler siyasetçi Bernie Sanders ve Alexandria Ocasio-Cortez’in desteği ise kritikti. Her ikisi de Amerikan solunun yeni dalgasının sembolleri olarak, Mamdani’ye meşruiyet kazandırıyordu. 4 Kasım gecesi geldiğinde, medya yorumcuları hâlâ “Mamdani kazanamaz!” diyordu.

Açıkçası seçim sonuçlarının ilk saatlerinde tıpkı Türkiye’deki Anadolu Ajansı gibi Mamdani ağır bir yengilgi alıyormuş gibi gösterildi. Ama sandıkların tamamı açıldığında yüzde kırk üç buçuk oyla Mamdani ezip geçmiş ve herkes şok olmuştu. Bir yanda milyarderler, on beş milyon dolardan fazla para, TV reklamları, karalama kampanyaları… Diğer yanda Queens’teki aileler, sosyal medya, inanç. Ve sandık konuştu. Mamdani insanların hayilini kurduğu rolü üstlenmişti: Sıradan insanların içinden çıkmış, onların dilini konuşan, teorik birikimle pratik deneyimi birleştiren bir lider.
Zafer gecesi Trump’ın ilk tepkisi gecikmedi: “New York’a komünist bir belediye başkanı seçtiler. Bu şehir batacak. Federal fonları kesmeyi düşünüyoruz.”
Ertesi sabah bir televizyon programında ise daha da sert konuştu: “Mamdani, radikal sol bir terörist.” Trump, (Tıpkı Erdoğan gibi) Mamdani’yi düşman kategorisine yerleştirerek, onu meşru bir siyasi aktör olmaktan çıkarıyor, bir tehdit olarak tanımlıyordu.
Otokratik liderlerin birinci silahı damgalamadır. Muhalifinizi halk gözünde meşruiyet dışına itmek, onu bir tehdit olarak göstermek. Trump Mamdani için “komünist”, “radikal sol”, “terörist sempatizanı” gibi etiketler kullanırken; Erdoğan da İmamoğlu için “Bay Kemal’in adamı”, “terör örgütlerinin destekçisi”, “İstanbul’un düşmanı” gibi damgalar yapıştırıyordu. Kelimeler farklı ama strateji aynı: ötekileştirme, illegalleştirme, kriminalize etme ve nihayetinde düşmanlaştırma.
Ancak damgalama tek başına yetmiyor. Asıl güç, kurumları ele geçirmekte, muhalefeti işlevsiz hale getirmekte yatıyor. İmamoğlu 2019’da seçildiğinde Erdoğan’ın stratejisi çok katmanlıydı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bütçesi büyük ölçüde merkezi hükümetten geliyordu ve bu bütçe kesildi. Bakanlıklar, İBB’nin projelerine onay vermeyi reddetti. Kanal İstanbul gibi tartışmalı projeler dayatıldı. İmamoğlu’na “halkı aşağılama” suçlamasından iki yıl yedi ay on beş gün hapis cezası verildi ve siyasi yasaklama geldi. AKP yanlısı medya her gün İmamoğlu’nu hedef aldı. İktidar, doğrudan darbe yapmak yerine, muhalefeti kuşatarak, nefes alamaz hale getirerek, yavaş yavaş etkisiz kılmayı hedefliyor.
Trump’ın Mamdani’ye karşı potansiyel olarak kullanabileceği araçlar da benzer aslında. New York, Eğitim, ulaşım, sağlık için federal hükümetten yılda yaklaşık sekiz milyar dolar alıyor. Trump bunu kesmek isteyecekktir. Evet buyasal olarak zor ama tamamen imkânsız değil. Federal kurumlar, FBI, IRS, Göçmenlik Bürosu gibi, New York belediyesiyle işbirliğini reddedebilir. Büyük altyapı projeleri, metro genişletmeleri, köprü onarımları federal onay gerektiriyor. Trump bunları engelleyebilir.
IRS, Mamdani’nin vergilerini mikroskop altına alabilir. FBI, “soruşturmalar” başlatabilir. Bunlar bize hiç ylabancı gelmiyor değil mi? İmamoğlu’nun başına gelen siyasi davaların Amerikan versiyonu adeta. Mamdani’nin göçmenleri koruma vaadini, Trump göçmenlere yönelik operasyonları arttırarak sabote edebilir.
Erdoğan 2019 İstanbul seçimlerinde Binali Yıldırım’ı destekledi, tüm devlet imkanlarını seferber etti, kazanamayınca seçimi iptal ettirdi. İkinci seçimde yine kaybetti. Trump ise seçimden bir gün önce Elon Musk ile birlikte Andrew Cuomo’ya destek açıklaması yaptı. Mesaj açıktı: “Mamdani kazanırsa, New York biter.”
Ama para harcamadı çünkü milyarderler zaten on beş milyon dolardan fazla harcamıştı. Sonuç? Yine işe yaramadı. Mamdani kazandı. Bu, “post-politik” dönemin bir paradoksunu gösteriyor: Sermaye ve iktidar birleşse de, halk iradesi hâlâ beklenmedik sonuçlar üretebiliyor.
Medya saldırısı meselesi de ilginç. Erdoğan’ın Türkiye’de medyanın yüzde 90’nını kontrol ettiği biliniyor. TV kanalları, gazeteler, haber siteleri AKP yanlısı. Ve bu medya İmamoğlu’nu her gün hedef alıyor. Trump’ın Amerika’da bu kadar gücü yok. Ama Fox News, OAN, Newsmax gibi kanallar Trump’ın sözcüleri. Şimdiden Mamdani’ye saldırılar başladı: “Mamdani, New York’u sosyalist bir cehenneme çevirecek”, “Mamdani, antisemit”, “Mamdani, teröristleri destekliyor.” Jürgen Habermas’ın “kamusal alan” kavramını düşünürsek, medya kamusal alanı kolonize ederek, rasyonel tartışmayı imkânsız hale getiriyor.
Ama kritik soru şu: Amerikan kurumları ne kadar dayanıklı? Türkiye’de yargı bağımsız değil, AKP yargıyı büyük ölçüde ele geçirmiş durumda. Medya hükümete bağımlı, eleştirel medya sürekli baskı altında. Sivil toplum zayıf, dernekler ve vakıflar sürekli denetim ve tehdit altında. Muhalefet parçalanmış, CHP, İYİ Parti, DEM, her birinin kendi dertleri var. Sonuç olarak İmamoğlu yalnız. Kurumlar onu koruyamıyor.
Amerika’daysa durum daha karmaşık. Federal yargı Trump atamaları ile yandaşlarıyla doldu ama New York eyalet mahkemeleri bağımsız ve New York Demokrat bir eyalet. Medya ise hala çeşitli: Fox News Trump’ı desteklese de, New York Times, Washington Post, CNN gibi yayın organları bağımsız.
Sivil toplum güçlü: ACLU, EFF, çeşitli insan hakları örgütleri Mamdani’yi savunabilir. Demokrat Parti New York’ta güçlü, eyalet meclisi ve vali Demokrat. Mamdani’yi destekleyebilirler. Robert Dahl’ın “çoğulcu demokrasi” kavramıyla düşünecek olursak, Amerika’da iktidar daha dağınık, karşı güçler daha organize. Bu, Mamdani’nin İmamoğlu’ndan daha iyi bir konumda olduğu anlamına gelse de Trump’ın onu rahat bırakacağı anlamına gelmiyor.
Asıl gerilim ise başka bir konuda: Filistin. Çünkü Mamdani, sadece sosyalist politikalarla değil, Filistin’e verdiği açık destekle de tanınıyor. Ve bu, New York gibi güçlü Yahudi lobisine sahip bir şehirde, intihar hamlesi gibi görünebilir. 2024 yılında Mamdani bir televizyon programına konuk oldu.
Sunucu ona şu soruyu sordu: “Eğer belediye başkanı olursanız ve Netanyahu New York’a gelirse, onu tutuklatır mısınız?” Sıradan bir politikacı ne derdi? “Bu federal bir mesele”, “Ben yorum yapmam”, “Diplomatik süreçleri takip ederiz…” Ama Mamdani’nin cevabı herkesi şoke etti: “Evet. Belediye başkanı olsaydım, New York şehri Netanyahu’yu tutuklardı. Bu, uluslararası hukukla tutarlı değerlere sahip bir şehir. Artık davranışlarımızın da bu değerlere uygun olması gerekiyor.”
Stüdyoda şok olmuştu. Sunucu adeta dondu. Çünkü hiçbir Amerikan politikacısı böyle bir şey söyleyememiştir. Sunucu devam etti: “Ama ABD, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf değil. Yine de tutuklatır mısınız?”
Mamdani: “Evet. Bu adımı atarak, federal yönetimde eksik olan liderliği göstermenin zamanı geldiğini açıkça ifade etmeliyiz.”
Bu, sadece bir açıklama değildi. Bu, bir savaş ilanıydı.
Mamdani’nin Filistin desteğinin kökleri çok katmanlı. Birincisi, kişisel geçmişi: Babası Mahmood Mamdani, Afrika’da sömürgecilik ve emperyalizm üzerine çalışmış bir akademisyen. Zohran, büyürken hep “Mazlumların yanında ol!” mesajı aldı.
İkincisi, Queens deneyimi: Queens’te Filistinli, Suriyeli, Lübnanlı topluluklar var. Mamdani, onların acılarını biliyor.
Üçüncüsü, siyasi duruşu: Mamdani, kendini “demokratik sosyalist” olarak tanımlıyor. Ve demokratik sosyalizm, Frantz Fanon’un anti-kolonyal mücadele analizinde olduğu gibi, anti-emperyalizmle iç içe.
Dördüncüsü, son Gazze saldırıları: 2023-2024’te İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında kırk binden fazla Filistinli öldü. Mamdani, bunu “soykırım” olarak nitelendirdi.
Bu açıklama bir fırtına kopardı. AIPAC, Amerika’nın en güçlü İsrail lobisi, Mamdani’yi “antisemit” ilan etti. “New York’un güvenliği için tehlike” dedi. ADL, “Mamdani’nin açıklamaları, Yahudi toplumunu hedef alıyor” dedi. Bazı Yahudi dernekleri, “Mamdani, New York’taki Yahudilerin düşmanı” açıklaması yaptı. Ve bu gruplar, Mamdani’ye karşı kampanyalar başlattı. Gazetelere ilan verdiler, TV reklamları yayınladılar. Mesaj: “Mamdani, antisemit. Onu seçmeyin.”
Ama burada kritik bir ayrım yapmak gerekiyor: antisemitizm ile İsrail eleştirisi farklı şeyler. Nitekim Mamdani de açık bir şekilde söyledi: “Ben antisemitizme karşıyım. Yahudi halkına saygı duyuyorum. Ama İsrail hükümetinin politikalarını eleştiriyorum. Bu iki şey farklı.”
Judith Butler’ın “Ayrılma Yolları” kitabında işlediği gibi, Yahudi olmak ile Siyonizmi desteklemek aynı şey değil. Ve ilginç bir şey oldu: Yaşlı, muhafazakar Yahudi seçmenler Mamdani’ye karşıyken, genç, sol eğilimli Yahudi seçmenler onu destekledi. Çünkü genç Yahudiler, İsrail’in Filistin politikalarından rahatsız. “Yahudi olmak, İsrail’i körü körüne desteklemek değil.” diyorlar. Özellikle Gazze’deki son saldırılardan sonra, birçok genç Yahudi, İsrail’i eleştirmeye başladı.
“Jewish Voice for Peace”, “IfNotNow” gibi örgütler, Mamdani’yi destekledi. Mesajları: “Mamdani antisemit değil. O, adaletten yana.”
Trump yönetimi altında Mamdani’nin Filistin desteğinin ne anlama geldiğini düşünelim. Trump, İsrail’in en büyük destekçilerinden biri. 2017’de ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıdı. Golan Tepeleri’ni İsrail toprağı olarak tanıdı. Netanyahu ile yakın arkadaş. Ve şimdi, New York’un belediye başkanı, Netanyahu’yu “tutuklarım” diyor. Bu, sadece politik bir anlaşmazlık değil. Bu, doğrudan bir meydan okuma.
Trump, buna nasıl tepki verebilir? İlk senaryo: Diplomatik kriz. Trump, Mamdani’yi “ulusal güvenlik tehdidi” ilan edebilir. İkinci senaryo: Federal soruşturma. FBI, Mamdani’nin “terör örgütlerine bağlantısı var mı?” diye soruşturma başlatabilir. Üçüncü senaryo: Ekonomik baskı. İsrail yanlısı iş adamları, New York’a yatırım yapmayı durdurabilir.
Ocak 2026’da Mamdani göreve başlayacak.
Peki ne olacak?
Üç farklı senaryo üzerinden düşünelim. İlk senaryo, en kötü senaryo: Trump, Erdoğan’ın el kitabını harfi harfine uygular. Federal fonları keser. Hukuki tuzaklar kurar. Medya linç eder. Milyarderler şehri terk eder. Mamdani bir yıl direnir ama sonunda istifa eder. İmamoğlu gibi hayatta kalır ama etkisiz hale getirilir.
İkinci senaryo, en iyimser senaryo: Amerikan demokrasisi dayanır. New York valisi ve eyalet meclisi Mamdani’nin yanında durur. Mahkemeler Trump’ı durdurur. Sivil toplum destek verir. Mamdani vaatlerini yerine getirir, popülaritesi artar. Başarısı Amerika’da yeni bir sol hareketin başlangıcı olur.
Üçüncü senaryo, en gerçekçi senaryo: Hibrit model. Ne tam abluka, ne tam özgürlük. Trump bazı fonları keser ama hepsini değil. Mamdani bazı vaatleri yerine getirir ama hepsini değil. Her gün yeni bir kriz. Sürekli kavga. İki yıl sonra Mamdani hâlâ görevde ama tam anlamıyla özgür değil. Amerika ikiye bölünmüş durumda.
Toparlıyorum; Zohran Mamdani’nin hikâyesi henüz bitmedi. Daha yeni başlıyor. Ama bu hikâye sadece bir kişinin hikâyesi değil. Bu, 21. yüzyılın demokrasi mücadelesinin hikâyesi.
Otokratlar ise her yerde aynı taktikleri kullanıyor: Damgalama, medya saldırıları, hukuki tuzaklar, ekonomik baskı. Ama muhalefet de her yerde aynı direnci gösteriyor: halkla iletişim, sosyal medya, mahkemeler, sivil toplum. Mamdani’nin Trump’a karşı mücadelesi, İmamoğlu’nun Erdoğan’a karşı mücadelesine benziyor.
Ve bu benzerlik bize bir şey söylüyor: Demokrasi, evrensel bir savaş alanı.
Mamdani başarırsa sadece New York kazanmayacak. Dünya çapında muhalefet güç kazanacak. Mamdani başaramazsa sadece New York kaybetmeyecek. Otokratlar daha da cesaretlenecek. İşte bu yüzden Mamdani’nin hikâyesi önemli. Çünkü o, bizim hikâyemiz.
34 yaşında, Müslüman, Ugandalı-Hintli kökenli, rap yapan, Filistin’i destekleyen bir siyasetçi dünyanın en güçlü şehrinin başına geçti. Ve Trump onu “kâbusu” olarak görüyor. Evet, bu hikâye bize çok tanıdık geliyor. Ama biraz fark da var tabii…
Hasılı kelam, Mamdani’nin kazanması bir sonuç değil, başlangıç…
