AHMET KURUCAN | YORUM
Kanada ziyaretimizde gittiğimiz ikinci şehir Toronto idi. Windsor’da olduğu gibi yetişkinler ve gençlerle ayrı ayrı sohbet imkanı olmadı. Büyük bir salonda hep birlikteydik. Programın adını “Sohbet-i Canan” koymuş arkadaşlar. Kısa sayılacak bir giriş konuşmasından sonra yazılı ve sözlü sorular yöneltti katılımcılar. Şimdi sorular etrafında kısa bir gezinti yapalım ve siz bu sorulardan hareketle o gün o salonda toplanmış sayıları 500’ü aşkın kişinin düşünce dünyalarını, durdukları yeri, endişelerini, mutluluklarını anlamaya gayret edin.
- “Benim babam hapishanede yatarken bu insanlar nasıl gülebiliyor? Siz nasıl böyle insanların gülmesine de yol açacak şekilde konuşabilirsiniz?”
- “Boşanma sürecindeyim eşimle. Evlendiğimiz yıllarda mehir miktarını hiç konuşmadık. ‘Mehir vermeyeceğim diye diretiyor. Benim mehir alma hakkım var mı İslami hükümlere göre ve miktarı ne olur?
- “Kendilerini cinsel kimlik itibariyle LGBT dediğimiz grup içinde gören komşularımız ve iş arkadaşlarımız var. Onlarla münasebetlerimiz nasıl olmalı?”
- “Evlenme aşamasına gelmiş gençlerimiz var. Onların mutlu olabilecekleri doğru insanlarla evlilik yapabilmesi adına anne babalar olarak bu diyar-ı gurbette neler yapabiliriz?”
- “Allah isteseydi insanları hiç yaratmayabilir, sonu cennet veya cehennemle bitecek imtihan yolculuğuna çıkartmayabilirdi. İnsanlar kendi iradeleri ile dini emir ve yasaklara muhalif tercihler yaparak cehenneme gidecek olsalar dahi onları düşününce neden Allah bizleri yarattı ve böyle bir imtihana tabii tuttu sorusunu soruyor ve cevabını bulamıyorum. Neden?”
- “Kanada’da, sosyal hayatın içinde bizim günahlara gireceğimiz, ‘bozulacağımız’, dinimizi terk edeceğimiz veya onlar kadar dindar olamayacağımız endişesiyle yaşayan anne babalarımıza “Merak etmeyin, endişe duymayın. Biz ne yaptığımız ve nerede yaşadığımızı biliyoruz” demek istiyoruz. Ama bunu onlara nasıl anlatabilir ve endişe duymamalarını sağlayabiliriz?”
- “Videolarınızı izliyoruz. Oralarda dile getirdiğiniz görüşler sizin şahsi görüşleriniz mi yoksa arkadaşlarınız, hocalarınızla birlikte ittifakla elde ettiğiniz görüşler mi?”
- “14 asır Mekke ve Medine’sine gelmiş bir dinin yaşadığımız döneme hitap etmesi nasıl mümkün olabilir ki? Yenilenme gerekmiyor mu?”
- “Babam çocukluğumuz döneminde Türkiye’de iken Hizmet diyerek bizi çok ihmal etti. Bunun yanlış olduğunu şu yaşımda anlayabiliyorum ve babama çok kızıyorum, onu suçluyorum ama aynı zamanda seviyorum da. Karışık duygular içindeyim. Ona olan kızgınlığımı, öfkemi nasıl aşabilirim?”
- “Batı’da hakim olan duygu bireysellik. Bizim kültürde ise tam tersi diye düşünüyorum. Sizin bu konudaki görüşlerini nelerdir? Dengeyi nasıl sağlamalıyız?
- “Faiz haram. O zaman neden Bank Asya kuruldu?”
- “İnsanın iradesi ile egosu arasında nasıl bir ilişki var?”
- “Size kaç defa e mail yazdım, bazı sorular sordum. Hiç birisine cevap vermediniz. Ulaşamadım size. Şimdi bu salonda ‘Sorularınız yazılı verin’ diyor organizatörler. Eğer ben burada sizi karşımda bulmuşken sorularımı sözlü olarak ifade edemeyeceksem, kağıtlara yazarak size ulaşmaya çalışacaksam ne anlamı var burada olmamım? Eğer sözlü olarak soru sorma imkanı verilmeyecekse ben bu salonu şimdi terkedeceğim. İki sorum var. Hizmet insanlarının çocukları deist oluyor. Hizmet bu konuda ne yapıyor? İkinci sorum; Darwin teorisi hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Soru-cevaplı bu sohbetin ardından duyduğum bir anektodu da aktarayım. Program sonrası hadiseyi yaşayan anne anlattı bana. Üniversitede okuyan kızı ile konuşmuş program sonrası. Demiş ki annesine: “Duydun değil mi anne Ahmet Abiyi? Sen benim sahibim değilsin.”
Ne demek bu?
Ben sohbet esnasında bir soruya cevap verirken demiştim ki, “Anne babalar olarak çocuklarınıza elbette sahip çıkmalısınız ama unutmayın siz onların sahibi değilsiniz. Sahip çıkmakla sahip olmayı birbirine karıştırmayın. Onlar, anne babaları olarak bizler vesilesiyle dünyaya gelmiş müstakil bireylerdir.”
Siz ne görüyorsunuz bilmiyorum. Benim gördüğüm bir spektrum ve spekturum bir ucundan diğer ucuna tabii ki inançları, eğitimleri, acı-tatlı tecrübeleri, ihtiyaçları, beklentileri, öfkeleri gibi tamamıyla insani düzlemde farklı duraklarda duran insanlar ve onların zihinlerinde var olan, çağdaş yaşamda karşılaştıkları reel sorunlara birlik-beraberlik içinde cevap arayışlarını görüyorum.
Bu sorularin cevaplarini kendimiz bulmadikca topluca yaşayan bireyler haline gelemeyiz.
Sorular ciddi, bazıları itibariyle de oldukça hüzün verici.
Ama içlerinden şu soruyu okuyunca güldürdü beni.
“Size kaç defa e mail yazdım, bazı sorular sordum. Hiç birisine cevap vermediniz. Ulaşamadım size. Şimdi bu salonda ‘Sorularınız yazılı verin’ diyor organizatörler. Eğer ben burada sizi karşımda bulmuşken sorularımı sözlü olarak ifade edemeyeceksem, kağıtlara yazarak size ulaşmaya çalışacaksam ne anlamı var burada olmamım? Eğer sözlü olarak soru sorma imkanı verilmeyecekse ben bu salonu şimdi terkedeceğim. İki sorum var. Hizmet insanlarının çocukları deist oluyor. Hizmet bu konuda ne yapıyor? İkinci sorum; Darwin teorisi hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Dayanamamış sormuş yazmış en sonunda. O kişi bu yazıyı okuyarsa yorum yaparsa çok sevinirim.
Sevgili kardeşim, büyüğüm, ablam, abim. Salonu terk ettiniz mi?
Hakikaten merak ediyorum.
Allah o soruyu soranı da, o soruya muhatap olanı da, o sorunun yazıldığı ortamda olanları da, şu an bunları okuyanı da, yazanı da Cennetine koysun… Amin
O toplantıyı terk ettin mi kardeşim????
El cevap?? :))
Doktoranın son senesinde olan ve bilim tarihi, bilim felsefesi, ve bilgi felsefesi gibi alanlarda birçok okuma yapmış biri olarak Evrim Teorisi ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Belki bu soru herhangi birinize geldiğinde cevaplamanızda faydalı olabilir. Ama şimdiden söyleyeyim, bu, cevabı basit olan bir soru değil. Yani bu soruyu öyle birkaç cümlede cevaplandırıp karşı tarafı ikna edebileceğinizi düşünmeyin. Örneğin bu soruyu çocuğunuz sorduysa onla oturup uzun uzun muhabbet etmeniz gerekecek.
Bir genç veya çocuk gelip ‘Evrim Teorisi hakkında ne düşünüyorsunuz?’ diye sorduğunda o kişi büyük ihtimalle din-bilim ilişkisi bağlamında bunu soruyordur, farkında olsa da olmasa da. Yani ‘bu teori bizim dinimize ters mi, öyleyse neden?’ anlamında. Benim tavsiyem, bu soruyu cevaplarken yanlış bilgiler vermemek. Birinci yanlış bilgi: ‘Evrim teorisi insanların maymunlardan geldiğini söyler’. Hayır, evrim teorisi insanlar ile maymunların ortak bir atadan geldiğini söyler. İkincisi: ‘Evrim teorisi sadece bir teoridir’. Bu çokça yaptığımız bir hatadır. Bilimde teori demek günlük hayatta kullandığımız teori anlamında değildir. Bilimsel teori, fiziksel dünyaya ait bir olguyu açıklayan ve bilimsel bulgularla desteklenmiş bir ‘bulgular bütünüdür’. Evrim teorisi de bilimsel manada çok güçlü bir teoridir çünkü 200 yıldır birçok bilimsel bulguyla desteklenmektedir.
Peki bu soruya nasıl cevap vereceğiz? Öncelikle, Evrim Teorisi baştan aşağı gayri-İslami bir teori değildir. İki tür evrim vardır: Birincisi, türler arası evrim, yani evrim sonucunda bir türden tamamen apayrı bir tür oluşması. Bu, İslam inancına aykırıdır çünkü İslam’da Allah her türü kendi özelliklerine göre ayrı ayrı yaratmıştır (Burada da farklı düşünen birkaç İslam alimi var ayrıntısına girmeyeceğim. Zate Hocaefendi de İslam’a aykırı olarak düşünüyor). İkincisi, türler içi evrim, yani bir türün, tamamen farklı bir türe dönüşmeden, kendi içinde zamanla ile farklı özellikler kazanması. Bu, İslam’a aykırı değildir. Örneğin binlerce yıl önce yaşamış insanların çok uzun ömürlü oldukları veya çok uzun boylu oldukları söylenir. Hazreti Nuh’un en az 950 sene yaşamış olması buna bir örnek. Birçok hayvan türünde de bu değişimi gözlemleyebiliriz ve buna ters bir Kur’an ayeti veya hadis yok. Yani evrim teorisinin bu kısmını kabul edebiliriz.
Kabul etmeyeceğimiz kısmına gelince. Bu kısma cevap verebilmek için biraz bilim ve bilgi felsefesi yapmak gerekir. Bunun için bilimi ve bilim tarihini iyi bilmek, özellikle de eleştirel bilim konularında okumalar yapmak gerekir. Thomas Kuhn ve Paul Feyereband gibi isimleri öneririm. Şöyle söyleyeyim. Evrim Teorisi bilimsel bir gerçektir, buna şimdilik karşı çıkamayız. Karşı çıkmamız için hem bilimsel çerçevede bunu çürütmek gerekir hem de dünyadaki hakim ideolojilerin (özellikle sekülerizm) güç kaybetmesi gerekir. Bu teoriyi çürütmek şimdilik kolay değil çünkü evrim teorisi sadece bilimden değil, dünyadaki hakim ideolojilerden de beslenen bir kavram. Bilimin ideolojik olan çok fazla yönü vardır ve uzun süre popüler olan teorileri terk etmek zordur. Örneğin Einstein görelilik kuramını ortaya attığında bilim dünyasında, kendi meslektaşları tarafından uzun süre alaya maruz kaldı çünkü Einstein’in teorisi, yaklaşık 400 yıldır bilim dünyasında kabul edilmiş olan Newton’un fizik teorilerine karşı çıkıyordu, onları bir nevi çürütüyordu. Bakmayın siz ‘bilim insanları eleştireldir’ söylemlerine. Gerçekte bilim insanları da bağnazdır. Hayatını ve tüm bilimsel çalışmalarını Newton’un fizik teorisi üzerine bina etmişse, o teoriyi çürüten başka bir teoriyi kolaylıkla kabul etmez. Evrim teorisini de aynı şekilde düşünebiliriz. Tabi dediğim gibi Evrim Teorisi’nin bir de sekülerizmi ve deizmi destekleyen bir tarafı da var, o yüzden işin bir de ideolojik boyutu var. Yani bu teori tanrı yoktur demez ama dünyadaki en yaygın dinlerin inançlarına ters şeyler söylediği için bir nevi o dinlerle çatışma halindedir.
Gençlere kesinlikle ama kesinlikle şunu anlatmalıyız: Evrim teorisi bilimsel bir gerçektir ama bilimsel gerçek demek, hakikat demek değildir. Bilimsel gerçek demek sadece bilimin çizdiği çerçeve içindeki bir gerçek demektir ve bilimin çizdiği çerçeve çok dar bir çerçevedir. Bilimin temel varsayımlarından biri ‘sadece duyumsanabilen dünyaya ait bilgiler güvenilirdir’ varsayımıdır, ve biz buna empiricism (duyumculuk) diyoruz. Duyumsamak demek beş duyu organıyla alınabilen demektir. Bilim sadece bu yolla alınabilen bilgilerle ilgilenebilir. Hatta bu konuda bilim o kadar katıydı ki psikolojide zihin ve kişilik çalışmalarına bile yıllarca karşı çıkıldı. Neden? Çünkü insan zihni ve kişiliği duyu organlarıyla bilinemezmiş. Ancak bilgisayarların yaygınlaşmasıyla 1970lerden sonra biraz bu bağnazlık kırıldı da insan zihni ile ilgili psikolojik çalışmalar hız kazandı. Yani o eski kafa bilim insanlarına kalsak biz hala insan beyninde olan biten birçok şeyi bilmiyor olacaktık. Gerçi hala psikolojiyi bilim olarak görmeyen bağnaz bilim insanları mevcut.
Konuya geri dönersek, bilimsel gerçek demek, hakikat demek değildir. Yani ben bir şeye ‘bu bilimsel bir gerçektir’ dediğimde ‘Ben bunun doğruluğuna yüzde yüz inanıyorum’ demiş olmuyorum. Sadece bilim dünyasında kabul edilmiş bir gerçek olduğunu söylemiş oluyorum (ki bu doğru), fakat kendim bu gerçeğe inanmak zorunda değilim. Neden? Çünkü bilimsel gerçek, her zaman yanlışlanabilen gerçektir. Bilimin en temel kurallarından biri bir teorinin yanlışlanabileceğidir. Bilim hiçbir zaman yüzde yüz hakikate götürmez, böyle bir iddiası da yok. Bilim bir şeyi ispatlamaz, böyle bir iddiası da yok. Evrim teorisi birçok bilimsel bulguyla desteklenmiş olsa dahi hala açıklanamayan bazı noktaları var, hala ona karşı çıkan bilim insanları var ve hala yanlışlanabilir bir teori. Çünkü her bilimsel teori böyledir. Newton’un 400 yıllık fizik teorileri, Einstein’ın görelilik teorisi tarafından kısmen yanlışlanmış ve zayıflatılmıştır. Ama şu anda da örneğin yeni yeni çıkan kuantum fiziği Einstein’in görelilik teorisini zayıflatmakta. Bu örneklerden de gördüğümüz üzere bir teorinin çok uzun süredir doğru kabul edilmesi veya birçok bulgu tarafından desteklenmesi o teorinin hiçbir zaman zayıflatılmayacağı veya çürütülmeyeceği anlamına gelmememektir. Bilim bu şekilde ilerler.
‘Bilim bir şeyi ispatlamaz’ demiştim az önce. Bilimin bir şeyi ispatladığı fikri çok yaygın olan ama yanlış bir fikirdir. Bu fikir bilim insanları tarafından ortaya atılmaz çünkü onlar bilimde ispatın olmadığını zaten bilir ama genelde bilimcilik oynayanlar ‘bilim şunu ispatlamış’ falan der. İspat, doğruluğu yüzde yüz gösterilmiş bir ifadedir. İspat matematik, mantık, geometri gibi ilimlerde kullanılır. 2+2 nin 4 olduğu bir ispattır. Ve işin çok ilginç tarafı, matematik, mantık ve geometri modern bilimin tanımına göre bilim değildir, sadece bilime yardımcı araçlardır. Neden? Çünkü matematiksel ifadeler veya işlemler duyu organlarıyla değil, akıl ile yapılır. Tüm mantıksal veya matematiksel ifadeler, varlıklarını akli düzlemde göstermektedir. Bilim ise sadece duyu organlarıyla alınan bilgiye güvenir, matematiği ise yardımcı olarak kullanır. Yani 2+2nin 4 olması bilimsel bir bilgi değildir, akli bir bilgidir. O yüzden de ‘Tanrı duyu organlarıyla bilinemediği için O’nun varlığından hiçbir zaman emin olamayız’ diyenlere sormak lazım: ‘Matematiksel işlemler de duyu organlarıyla bilinememekte, o zaman onlardan da mı emin olamayız?’. Eğer onlardan da emin olamazsak o zaman bütün bilimsel çalışmalar çöpe gider çünkü matematikten, mantıktan, istatistikten faydalanmayan bir bilim dalı yok. Yani bir şeyin duyu organlarıyla bilinememesi, o şeyden emin olmayacağımız anlamına gelmez.
Bu da bizi kalp kavramına götürüyor. Tabi burada kalp, fiziksel bir organ olan bildiğimiz kalp değil. İlahi bilgiyi almaya ve Allah’ı bilmeye yarayan metafiziksel bir organdan bahsediyoruz. En temel bilgi alma yöntemi duyu organlarıdır ve bunu hayvandan insana herkes az çok aynı şekilde yapar. Bunun bir üstünde akıl vardır. Yani akıl da daha kompleks bir bilgi alma ve işleme organıdır. Herkesin beyni bir şeyler işler ama belki bunların sadece bir kısmı aklını sistematik bir şekilde işletir ve kullanır. O yüzden zaten sosyal medyada mantıksız konuşan birçok insan görüyoruz. Mantık ilminden bihaber, aklını kullanmadan, çelişkili şeyler yazıp duruyorlar. Aklın da üstünde bir başka bilgi alma yolu olarak kalp vardır. Seküler dünyada bu kalbin etkisi bayağı azalmıştır. Oysa nasıl ki aklı kullanmak belli bir eğitim gerektirir, kalbi kullanmak da belli bir eğitim gerektirir. Kalp ile ilahi bilgiyi alırız. Hatta seküler dünyada da bunun karşılığı vardır ve ismi ‘sezgicilik’tir. Örneğin ünlü Fransız düşünür Henri Bergson matematiksel sezgicilik diye bir kavram ortaya atmıştır. Sezgi ile alınan bilgi kalbi bir bilgidir. Kalbi eğitmenin ve çalıştırmanın yolu da amelden geçer. Yani Allah’ın bize emrettiği amellerde ne kadar bulunursak kalbimiz de O’nu bilmeye o kadar hazır hale gelir. Zaten en ünlü felsefecilerden Immanual Kant da ‘Tanrı ancak amel ile bilinebilir’ demiştir. Burada amel ille namaz kılmak değildir, Allah’ın eserlerini temaşa etmek veya manevi kitaplar okumak da bir ameldir.
Çok uzattığımın ve karmakarışık anlattığımın farkındayım. Toparlıyorum. Evrim teorisi ile ilgili bize soru sorulduğunda ben şunları yapmayı tavsiye ediyorum:
1- Evrim teorisi konusunda uzman değilseniz hemen çürütmeye çalışmayın çünkü bu, ters tepebilir.
2- Soru soran kişiye evrim teorisinin tamamen yanlış olmadığını söyleyip, İslam ile uyan ve uymayan kısımları anlatılabilir.
3- Evrim teorisinin bilimsel bir gerçek olduğundan bahsedebilirsiniz. Ama bilim nedir, bilimsel gerçek nedir, hakikat nedir gibi kavramları detaylıca açıklamanız gerekir. Temel amacımız bence şu olmalı: İnsanlara bu devirde enjekte edilen ‘bilim bu dünyayı açıklamaya yarayan en isabetli ve doğru araçtır’ fikrini kırmak. Bilim, Allah’ı ve O’nun eserlerini, yarattığı dünyayı açıklamada araçlardan sadece biridir. Bunu yapmak için de bilim tarihindeki örneklerden, bilim ve bilgi felsefesindeki görüşlerden bahsetmek ve bu konularda biraz okuma yapmak gerekir. Bu tür kaynaklara ‘eleştirel bilim’ (critical science) diye aratırsanız ulaşabilirsiniz. Örneğin Thomas Kuhn Harvardlı bir fizikçidir ama aynı zamanda çok iyi bilim eleştirileri yapan bir bilim tarihçisi ve felsefecisidir. Bunların kendi yazdıkları eserler ağır gelebilir ama internetten bu eserleri veya bu kişilerin görüşlerini açıklayan siteler bulunabilir.
4- Bu soruyu soran kişilere ayrıca bilgi edinme yollarından (duyu organları, akıl ve kalp) ve her birinin görevinden de bahsedilmeli.
Helal olsun be kardesim. Hem konuya hem de dile olan muvaffakiyetini nasib eden Allah’a hamd olsun; tebrikler, ma’sallah!
O kisi salonu terketmedi . Bence kirgindi, kizgindi ve o gun oraya medet ummaya belki de sesini duyurarak rahatlamaya gelmisti ve elhamdulillah biraz daha sakinleserek dinlemeye devam etti