YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
İnsanlık dünyasında son iki üç asırdır hukuktan felsefeye, siyasetten eğitime, ekonomiden bilime kadar hayatın her alanında radikal, yoğun, yıkıcı ve hızlı değişimler yaşanıyor. İnsanlık daha önce hiç tecrübe etmediği yepyeni fikirlerle, anlayışlarla, ideolojilerle, yapı ve sistemlerle tanışıyor. Bu yeni durumu ifade edebilmek için bazı kavram ve kurumların başına “modern” veya “çağdaş” gibi sıfatlar ekleniyor.
Modern bilim, modern mimari, modern eğitim, çağdaş sanat, çağdaş edebiyat gibi terimler değişen dünya anlayışını simgeliyor. Hayatın her alanını kuşatan bu köklü ve devrimsel değişim, dine yönelik yeni talepler, yorumlar ve yaklaşımları da gün yüzüne çıkardı. Bunlar genellikle “modern İslam düşüncesi” başlığı altında ele alınıyor ve tartışılıyor. Modern İslâm düşüncesinin en hararetli tartışmalarının başında da tarihselcilik ve hermenötik konularının geldiği söylenebilir.
Tarihselcilik nedir?
Tarihselcilik bir anlama ve yorumlama biçimidir, felsefî bir düşünce eğilimidir. İnsanı da onun ortaya koymuş olduğu eserleri de içinde doğdukları tarihsel ve sosyal durumun bir ürünü olarak görür ve buradan hareketle anlamaya çalışır. Her toplum ve kültürün kendine özgü tarihsel koşulları olduğunu, bunlar bilinmediği sürece tarihsel süreçte ortaya çıkan olayların da doğru anlaşılamayacağını iddia eder. Edebî, felsefî veya dinî metinlerin doğru anlaşılmasının, içinde vücut buldukları dönemin tarihsel ve çevresel koşullarının bilinmesine bağlı olduğunu söyler.
Bu durumda insan özne olmaktan çıkar, onun yerini tarih ve kültür alır. Tarihi yapan, toplum ve kültürü inşa eden insan iken, tarihselcilikte bir yönüyle insanın bunlar tarafından inşa edildiği kabul edilmiş olur.
Tarihselcilik her dönemin kendine özgü şartları olduğunu, tarihî süreçte ortaya çıkan eser ve ürünlerin de o dönemin şartları tarafından üretildiğini öngördüğü için, genel geçer kurallara mesafeli durur; mutlak, evrensel ve değişmez olana karşı çıkar. Dolayısıyla bir şeyin tarihsel olduğunu söylemek aynı zamanda onun geçici ve bir defalık olduğunu kabul etmek demektir. Çünkü tarihsel durumlar, daha sonra bir daha aynıyla tekrar edilemez.
Hermenötik nedir?
Hermenötik ise yorum bilimi veya yorum sanatı demektir. İnsanın ortaya koyduğu eserleri, ürünleri, eylemleri, kurumları anlama ve yorumlama adına ilkeler ortaya koymaya çalışır. Metinden daha çok yoruma önem verir. Hatta metnin yoruma ulaşmak için sadece bir “araç” olduğunu düşünür. Metnin sabit bir anlamı olmadığını, yorumcunun zihin dünyasına, okunduğu zaman ve mekâna, nasıl okunduğuna göre değişebileceğini söyler. Hakikat de herkesçe kabul edilen nesnel bir şey olmayıp, bir şeyi bizim nasıl anladığımız ve yorumladığımızdan ibarettir.
“Hakikatte metin, tarihsel boyutuyla yazarın orijinal yaratımı değil, konuya dair hakikati tecrübe edişidir. Bir metaforla ifade edilecek olursa, metin, tarih deryasında şekillenen hakikatin yazar tarafından tecrübe edilmesi, ona ait bir musluktan akmış olmasıdır; orijinalitesi de o orandadır. Nasıl ki metin orada duran hakikatin yazar tarafından istihsal edilmesi değil, tecrübe edilmesi ise metnin yorumu da temelde, metnin ortaya koyduğu hakikatin bu sefer yorumcu tarafından tecrübe edilmesidir.” (Şevket Kotan, Kur’ân, Yorum ve Tarih, s. 132)
Hermenötik, yöntem olarak genellikle tarihselciliği kullanır. Hermenötik zorunlu olarak tarihselciliği öngörmese de anlama ve yorumlama faaliyetinde sık sık ona başvurur. Zira anlamın sadece metin içinden değil, metnin tarihsel köklerinden çıkarılabileceğini söyler.
Tarihselcilik ve hermenötik konularını çalışan herkes Heidegger (1976), Diltey (1911), Betti (1968) ve Gadamer (2002) isimleriyle sıkça karşılaşacaktır.
Tarihselcilerin Kur’ân Anlayışı
Tarihselci anlayış ve hermenötik Kur’ân’a uygulandığında şu neticeler ortaya çıkar:
- Kur’ân’ı, on dört asır öncesi Arap toplumunun sosyo-kültürel durumu ortaya çıkarmıştır.
- Kur’ân’ın muhatapları, Allah Resûlü (s.a.s) zamanında yaşayan Arap toplumudur.
- Kur’ân’daki hükümler, belli bir tarihsel durumu göz önünde bulunduran çözümlerdir. Bunlar nazil olduğu toplumun sorunlarına bir cevap olduğu için evrensel ve ebedi olamaz.
- Kur’ân bize belli bir tarihsel durum için İslâmî olanın ne olduğunu verir. Biz Kur’ân’ın çözümlerinden hareketle genel ilke ve hedefler elde eder ve zamanımızdaki problemleri bunlar ışığında kendimiz çözeriz. Fazlurrahman, bu durumun, bizi pek tabii olarak Kur’ân ahkâmından farklı çözümlere götürebileceğini ifade eder.
Tarihselciler Kur’ân’ı anlamada bir yöntem olmadığı için değil, var olan yöntemin naslardan elde ettiği anlamları ve hükümleri doğru bulmadıkları, bunlardan farklı neticeler elde etmek istedikleri için yeni bir yönteme başvururlar.
Tarihselcilerin eserlerine bakılacak olursa, onların, kendi kavramlarını oluşturmaktan, yöntemlerini inşa etmekten daha çok, klasik ilimlerin, âlimlerin, yöntemlerin eleştirisiyle meşgul oldukları görülür. Kendi fikir ve yaklaşımlarını ortaya koymak ve savunmak yerine, geçmiş ulemanın ortaya koyduğu düşünce mirasını kritik ederler. Yazdıkları eserlerde reaksiyoner ve tepkisel tavırları oldukça dikkat çeker.
Yazıda yer yer “tarihselci yöntem” gibi ifadeler kullansak da aslında -pek çok araştırmacının da işaret ettiği üzere- tarihselciliğin mevcut hâliyle bir yöntem ve metot olduğunu iddia etmek çok da mümkün değildir. Yöntem yerine ona “eğilim”, “bakış açısı” demek daha doğru olur.
Tarihselciliğin ortaya çıkışı
Tarihselcilik de hermenötik de ilk defa Batıda ortaya çıkmış ve Hıristiyanlığın teolojik problemlerini çözebilmek için onların kutsal metinlerine uygulanmıştır. İncil metinlerine teolojik ilke ve kurallar mecmuası olarak değil de sosyal ve kültürel şartlara verilmiş bir cevap olarak baktığı için, onu yazıldığı dönemin koşulları içinde yeniden ele almaya ve anlamaya çalışmıştır. Böylece İncil metinlerindeki çelişkiler ve anlam kapalılıkları giderilmeye çalışılmış, akıl ve bilime aykırı ifadeler yeniden yorumlanmıştır. İncil metinleri akılcı disiplinler tarafından ciddi bir kritiğe tâbi tutulmuş ve doğru bir kutsal kitap yorumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bununla aynı zamanda Kilisenin de yorum tekeli kırılmıştır.
Daha sonra oryantalistler tarafından Kur’ân nasları da -Kur’ân ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki önemli farklar dikkate alınmaksızın- tarihselci bir yöntemle kritiğe tâbi tutulmuştur. Oryantalistler, Kur’ân’ı, “Hz. Muhammed’in (s.a.s) yazdığı dilsel bir metin” olarak görmüş ve ona bu metni yazdıran tarihsel ve sosyal şartların peşine düşmüşlerdir. Onlar, Kur’ân’ın evrensel hükümler ortaya koyduğuna ihtimal bile vermemiş, Kur’ân âyetlerinin/hükümlerinin ancak tarihsel bağlam içinde anlaşılabileceğini iddia etmişlerdir.
Ardından aynı yöntem Fazlurrahman (1988), Nasr Hamid Ebu Zeyd (2010), Muhammed Arkun (2010), Hasan Hanefi (2021), Muhammed Âbid Cabiri (2010), Abdülkerim Suruş, Roger Garaudy (2012) gibi ilim ve fikir adamları tarafından da kullanılmış ve Kur’ân naslarına tatbik edilmiştir.
Tarihselcilik anlayışı Türkiye’de de ilahiyat hocaları arasında bir hayli temsilci bulmuş ve konu etrafında hararetli tartışmalar yapılmıştır. Tarihselcilikle ilgili en sistemli ve detaylı izahlar ortaya koyan kişi Fazlurrahman’dır. Onun eserlerinin seksenli ve doksanlı yıllarda Türkçeye tercüme edilmesi, bu görüşün yayılmasında oldukça etkili olmuştur. 1998 yılında Ankara İlahiyat hocaları tarafından çıkarılan ve 2007 yılına kadar devam eden İslâmiyat dergisi, tarihselci görüşlerin daha geniş kitlelerce duyulmasına ve benimsenmesine hizmet etmiştir. İki binli yıllardan sonra tarihselcilik etrafında yazılan makaleler, kitaplar, tezler yüzlerle ifade edilebilir. Tarihselcilik denildiğinde hemen akla Mustafa Öztürk, Ömer Özsoy, İlhami Güler, Adil Çiftçi, M. S. Hatiboğlu, Hayri Kırbaşoğlu gibi ilahiyatçılar gelse de esasında bu anlayışın etkilediği ilim adamı sayısı çok daha fazladır.
Mustafa Öztürk, gerçekte tarihselci olduğu hâlde, gelecek tepkilerden endişe ettikleri ve zamanın ruhu gelenekçi olmayı gerektirdiği için birçok ilahiyatçının kendilerini gelenekçi gibi gösterdiklerinden ve çift kimlikle yaşamak zorunda kaldıklarından bahseder. Bunları da “kripto tarihselciler” ve “sözde evrenselci özde tarihselciler” olarak isimlendirir. (Öztürk, Kur’an ve Tarihsellik, s. 10) Bu görüşe katılmamak mümkün değildir. Zira Kur’ân’ın evrenselliğini savunan ve hatta tarihselci yaklaşımları eleştiren bir çok ilahiyatçının fikirlerinde tarihselci izler açıkça kendini gösterir.
Dahası tarihselci görüşler, İslâmî ilimlerde ihtisas yapmayan kesimler arasında da kendine yer bulmuştur. Kur’ân ve Sünnet’in bir kısım hükümlerini, modern değerlere ve mevcut standartlara aykırı gördüğü için günümüzde artık bunların geçerli olamayacağını düşünen kimseler açısından tarihselcilikten daha iyi bir dayanak yoktur. Din hakkında görüş beyan eden bir çok kimse, tarihselciliğin ne olduğunu bilmese de tarihselcilerle aynı şeyleri söyleyebilmektedir.
Tarihselciliği ortaya çıkaran sebepler
Genelde modern İslam düşüncesini özelde ise tarihselciliği ortaya çıkaran felsefi temeller, sosyolojik sebepler, kültürel bir arka plan vardır. Sosyal olayların sebeplerini tespit etmek fiziksel olaylar kadar kolay olmasa da bunları kabaca dört maddede özetleyebiliriz:
Birincisi, günümüzde gerçek ve nesnel bilgiye ulaşmanın yegâne vasıtası olarak görülen ve otoritesini herkese kabul ettiren bilimsel bilgi ve bilimsel yöntemin zihinlerde oluşturduğu baskıdır. İşte bu baskıdır ki bazı âlimleri, dinlerin ortaya koyduğu metafizik bilgiyi, bilimsel yöntemin metotlarıyla açıklamaya ve tevil etmeye; bugünün değer yargılarına uymayan dinî hükümleri de belli bir zaman ve mekâna hapsetmeye zorlamıştır. Onlara göre dinî metinler, eleştirel bir gözle yeniden ele alınmalı, ciddi bir bilimsel tenkitten geçirilmeli, modern akla ve bilime uygun olmayanlar yeniden yorumlanarak uygun hâle getirilmelidir.
İkincisi, özgürlük, bireycilik, akılcılık ve sekülerizm temelinde gelişen Aydınlanma düşüncesinin zihinlerde oluşturduğu ön yargılardır. İslâm hakkında araştırma yapan bazı ilim adamları ve düşünürler, Kur’ân’ı anlama ve yorumlamada Aydınlanma felsefesinin temel kabullerini ve kutsala yabancılaşan modernitenin aklını esas aldıkları için, geleneksel İslâm mirasıyla uyuşmayan yepyeni yorumlar ortaya koymuşlardır. Modern zihnin kodlarıyla çatışan, modern çağın baskın normlarına uymayan ve mevcut konjonktürle çatışma hâlinde olan dinî hükümler “tarihsel” olduğu gerekçesiyle zamana gömülmüştür.
Üçüncüsü, İslâm dünyasının on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda siyasi, askeri, ekonomik alanlarda geri kalması, sömürgeleştirilmesi ve bunun neticesi olarak bazı Müslüman aydınların faturayı geleneksel İslâmî öğretiye çıkarmalarıdır. Onlara göre son yüzyıllarda yaşanan krizlerin temel sebebi, İslâm’ın temel kaynaklarının doğru anlaşılamaması, İslâm’ın güncellenememesidir. Onlar, metne fazla bağlı kalmaları, lafız eksenli okumalar yapmaları, dinî metinlerin yorum alanını daraltmaları gibi noktalardan klasik ulemayı tenkit etmiş, bunun yerine ilâhî maksatları ortaya çıkaran ve tarihî şartları esas alan daha serbest yorumlama yöntemini teklif etmişlerdir.
Dördüncüsü ise oryantalist çalışmaların etkisidir. Oryantalistlerin İslâm hakkında yaptıkları çalışmaların ve ortaya attıkları iddiaların, modernist ve tarihselci görüşlerin şekillenmesinde büyük etkisi olmuştur. Tarihselcilerin, Kur’ân ve Sünnet hakkında yaptıkları yorumların önemli bir kısmı, ilk defa oryantalistler tarafından ortaya atılmış iddialardır. Kur’ân hükümlerini belli bir mekân ve zamana hapsetme, Kur’ân’ı tarihsel ve bölgesel bir metin olarak görme oryantalistlerin neredeyse ortak özelliğidir. Dolayısıyla tarihselcilik, özü itibarıyla orijinal bir yaklaşım olmayıp, Batılı felsefecilerin ulaştığı neticelerin ve oryantalist görüşlerin tekrarından ibarettir. Oryantalizmin; Kur’ân ve Peygamber telakkisi, din anlayışı ve İslâmî söylem üzerindeki etkisi sanılandan çok daha fazla olmuştur.
Tarihselcilik konusu bizi neden ilgilendiriyor?
Tarihselcilik konusunun şu dört açıdan önemli olduğunu düşünüyor ve bu yüzden detaylı bir şekilde ele alınmasının lüzumuna inanıyoruz:
Birincisi, günümüzde iletişim vasıtalarının gelişmesiyle, özellikle sosyal medyanın yaygın kullanımıyla birlikte dine ait en marjinal görüşler bile geniş kitlelere ulaşabiliyor. Hatta aykırı ve marjinal görüşlerin daha hızlı yayıldığı ve daha çok ilgi çektiği bir gerçek. Dolayısıyla Kur’ân hakkında dile getirilen tarihselci görüşler de çoklarının aklını karıştırabiliyor, dinin temel kaynaklarına karşı şüphelerin oluşmasına yol açabiliyor. Tarihselcilerin, felsefi kavramlarla, sosyolojik verilerle, bilimsel gerçeklerle, tumturaklı ifadelerle süsledikleri görüşleri çoklarını aldatabiliyor. Önümüzdeki yıllarda tarihselci okuma biçimine ilginin giderek artacağını da söyleyebiliriz.
İkinci olarak, tarihselcilik başlığı altında ilâhî vahyin tabiatı, dinî nasların yorumu, sebeb-i nüzül, ahkâmda tedricilik, nasih-mensuh, Mekkî-Medenî âyetler, ahkâmın değişmesi, makâsıd ve maslahat, dinde reform, mucizelerin mahiyeti, Kur’ân kıssalarının hakikati gibi bir çok dinî konu tartışılıyor. Daha doğrusu tarihselciler bütün bu konuları, savundukları tarihselci görüşleri destekleyecek şekilde yorumluyor, dolayısıyla çarpıtıyorlar. Bu yüzden Kur’ân ilimlerine ve fıkhın en temel meselelerine dair yapılan tarihsel ve modernist yorumların, Kur’ân ve Sünnet temelinde meşruiyetinin ortaya konulmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Üçüncü olarak tarihselcilik, doğrudan dinin temel referans kaynakları olan Kur’ân ve Sünnet’i anlama ve yorumlamayla ilgilidir. Ne var ki tarihselcilerin teklif ettikleri anlama metodu, sahabeden bu yana devam ede gelen geleneksel usulden radikal bir kopuşu ifade eder ve Kur’ân âyetlerini keyfi yoruma açık hâle getirir. Neticesi itibarıyla da toplumsal, siyasal ve ekonomik hayata dair Kur’ân hükümlerini ilga etmek suretiyle Kur’ân’ı “bir ahlâk kitabına” çevirir.
Dördüncüsü de tarihselcilerin bir çoğu Kur’ân vahyinin tabiatını sorgular ve ilahî vahyin oluşumunda Hz. Muhammed’in (s.a.s) rolü olduğunu iddia eder. Zira Kur’ân’a, her şeyi bilen Yüce Yaratıcı’nın kelam-ı kadimi olarak bakan, her bir âyetin lafız ve manasıyla Allah’tan geldiğine inanan bir zihnin, Kur’ân hükümlerinin tarihsel olduğuna hükmetmesi hiç de kolay değildir, kendi içinde bir çok çelişkiler barındırır. Tarihselciler, Kur’ân lafızlarını Allah Resûlü’nün (s.a.s) şekillendirdiğini düşündükleri için, Kur’ân’da gramer hataları bulunduğunu, akıl ve bilime aykırı hükümlerin yer aldığını, bazı kıssaların tarihî gerçeklere uymadığını, Kur’ân’ın günümüz problemlerini çözmekte yetersiz kaldığını iddia ederler.
Şimdiye kadar Müslüman dünyada geleneği, mezhepleri, sahabenin konumunu, Sünnet’in teşrideki yerini sorgulayanlar olmuştu. Tarihselcilik ise doğrudan vahy-i ilâhiyi hedef alıyor ve onu sorguluyor. Oysa ki Ali Bulaç’ın ifadesiyle vahiy, İslâm dininin temel taşıdır, bu taş çekilecek olursa sistemin tamamı çöker. (Bulaç, Vahiy Nedir, s. 9) Dinin temelini oluşturan vahiy hakikatinin altını oyan bir anlayış bütün Müslümanlar gibi elbette bizi de ilgilendirecektir.
Cevabını aradığımız sorular
Tarihselcilik, dinî düşünce ve İslâmî hayat açısından son derece yıkıcı sonuçları olan bir anlayış olduğu için, geniş olarak ele alınması ve tahlil edilmesi gerekiyor. Esasen bu güne kadar konu etrafında bir hayli çalışma yapılmış, tarihselcilere önemli reddiyeler yazılmıştır. Fakat konu güncelliğini ve etkisini devam ettirdiği için farklı bir üslup ve formatla onu masaya yatırmak, ağır felsefî ve dinî tartışmaları rahat ve anlaşılır bir üslupla tahlil etmek istiyoruz.
Dolayısıyla devam eden yazılarda tarihselciliği farklı boyutlarıyla ele alacak, tarihselcilerin savundukları görüşleri inceleyecek ve şu soruların cevabını bulmaya çalışacağız: Kur’ân kimin sözüdür? Kur’ân ve Sünnet’te tarihsel hükümler var mıdır? Kur’ân’daki bir kısım hükümler vahyin nazil olduğu dönemin sosyo-kültürel yapısıyla alakalı olup sadece o günün problemlerini çözmüş olabilir mi? Kur’ân’da yer almasına rağmen günümüzde geçerliliğini kaybeden hükümler var mıdır? Tarihselciliğin İslam’ın başlıca iki kaynağı olan Kur’ân ve Sünnet’ten vize alması mümkün müdür? Tarihselcilerin veya modernistlerin yorum tarzları ne kadar dinin ruhuna, maksatlarına ve Allah’ın muradına uygundur?
Son olarak şunu belirtelim ki pek çok ortak yönü bulunmasına rağmen tarihselcilerin hepsi aynı şeyi söylemez; savundukları görüşlere bakıldığında aralarında ciddi farklılıklar olduğu göze çarpar. Vahyin tabiatı, Kur’ân kıssaları, mucizeler, ahkâmın değişmesi, sebeb-i nüzul vakaları, ahkâm âyetlerinin geçerliliği, Sünnet’in teşrideki yeri, içtihat metodu, geleneksel mirasın ifade ettiği anlam gibi konulara bakışlarında aralarında önemli farklar vardır. Mesela Muhammed Arkun, Nasr Hamdi Ebu Zeyd, Hasan Hanefi, Abdülkerim Suruş gibi kimi tarihselciler Kur’ân hakkında bugüne kadar dile getirilen görüşlerden oldukça farklı radikal yaklaşımlar ortaya koymuş, İslâm âlimlerine ve İslâm kültür mirasına sert tenkitler yöneltmişlerdir. Bunlar genellikle Batı felsefesini ve sosyal bilimleri iyi bilen ama İslâmî ilimlerde yeterince derinliği olmayan kişilerdir. Geleneksel İslâmî ilimlere vukûfiyetiyle bilinen Fazlurrahman ve Türkiye’deki bazı tarihselciler ise bunlara nispeten daha makul ve yumuşak yorumlar ortaya koymaya çalışmışlardır.
Tek tek tarihselcilerin görüşlerine yer verip bunların kritiğini yapmak hem sözü çok uzatacağı hem de gereksiz tekrarlara sebep olacağı için tarihselcilerin tamamı veya çoğunluğu tarafından savunulan iddialara yer verip bunlar üzerinde duracağız.