“Sonunda babama kavuştum”: Malezya’dan kaçırılan ve 91 ay hapis yatan eğitimci tahliye edildi

SEVİNÇ ÖZARSLAN

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından 2017 yılında Malezya’dan yasadışı yollarla kaçırılarak Türkiye’ye götürülen ve Denizli’de 91 ay yattıktan sonra 26 Aralık 2024’te tahliye edilen eğitimci İsmet Özçelik (66), dün gece İsveç’te yaşayan ailesine kavuştu.

9 yıl sonra babasına kavuşmanın heyecanını yaşayan kızı Rana Özçelik, sosyal medya hesabından havaalanında çektikleri videoyu paylaşarak, “9 yıl bu anı bekledim. 9 yıl sonra babama sarıldım. Bugünlere ulaştıran rabbime şükürler olsun. Darısı tüm masumların başına.” dedi.

51 GÜN MALEZYA’DA, 7 YIL 7 AY DENİZLİ’DE HAPİS YATTI

4 Mayıs 2017’de Malezya’dan kaçırılarak Türkiye’ye götürülen İsmet Özçelik, Gülen cemaatine yönelik soruşturmalar kapsamında, KHK ile kapatılan Kimse Yok mu Derneği’nde sekreter olmak çalışmak, dini sohbet vermek, Bank Asya’ya para yatırmak ve Konya Mevlana Üniversitesi Yönetim Kurulu’nda ve Vakfı’nda görev yapmak gerekçesiyle 9 yıl 11 ay hapis cezasına çarptırıldı.

51 gün Malezya’da, 7 yıl 7 ay (91 ay) Denizli T Tipi Cezaevi’nde tutuklu kalan Özçelik, kalp ve şeker hastası olmasına rağmen ne denetimli ne de şartlı tahliye hakkından yararlandırıldı.

İsmet Özçelik ve eşi Hatice Özçelik.

ZEYTİN ÇEKİRDEĞİNDEN TESBİH YAPTIĞI İÇİN CEZASI ARTTIRILDI

Cezaevi yönetiminin izin verdiği plastik çataldan bozma bir aletle zeytin çekirdeklerini delerek tespih yapan Özçelik’in tahliyesi, denetimli serbestlik hakkına 6 gün kala keyfi açılan disiplin soruşturmasıyla 10 ay daha ceza verilerek tahliyesi engellendi.

HAPİSTE KALP KRİZİ VE KISMI FELÇ GEÇİRDİ

Tutuklandıktan 2 yıl sonra 2019 yılında kalp krizi, geçen yıl mayıs ayında kısmı felç geçiren Özçelik’e Adli Tıp Kurumu felç ‘cezaevinde kalabilir’ raporu verdi.

İKİ KEZ KAÇIRILDI

Hatice Özçelik, eşi kaçırıldıktan sonra Kronos’a verdiği röportajda şunları anlatmıştı:

“Bu süre zarfından eşim iki kez kaçırılmaya çalışıldı. 15 Temmuz’dan önce bir eğitim kurumunda öğretmenlik yapıyordum. Okul kapatılınca 17 Ağustos 2016’da Malezya’daki oğlumuzun yanına gittik. 13 Aralık 2016 tarihinde kapımıza sivil giyimli beş şahıs geldi. Kim olduklarını sorduğumuzda bize kimlik göstermeden Türk Büyükelçiliği tarafından kendilerine bir kağıt geldiğini ve Türk hükümetinin eşimi istediğini söylediler. Eşimi Türkiye’ye teslim etmek istediklerini söylediler.

Bunun üzerine biz resmî bir belge istedik ama onlar bir belge göstermeden eşimi darp etmeye başladılar. Biz de o arada hemen polisi aradık. Oğlum evde değildi, oğlumu aradım ve bir kaç tanıdığı aradım. Eşimi darp etmeye devam ettiler. Bunlar o sırada 12 yaşında olan kızımın gözleri önünde gerçekleşti. Sonra polis geldi. Kendisini sivil polis olarak tanıttı ve bizden pasaport istedi. Polis olduğu için güvendik ve pasaportumuzu verdik çünkü vizemiz var çekineceğimiz bir durum söz konusu değil.

Daha önce gelenler bize kimlik ya da resmî bir belge göstermedikleri için tartışma yaşandı ancak sivil polis kimliğini gösterince güvenip verdik. Ancak sivil polis pasaportu gelen diğer beş kişiden birine verdi. O şekilde eşimi, oğlumu ve çağırdığımız üç arkadaşımızı polis kelepçeleyerek götürdü. Tabi eşimi tekme tokat darp ederek götürdüler.

Ertesi gün önce pasaportu, daha sonra da vizesi iptal edildi. Vize iptal edildiği için  Malezya’da şartları oldukça ağır olan bir cezaevine konuldu. 51 gün orada kaldı. Bu süre içerisinde biz Birleşmiş Milletler ile irtibata geçtik ve BM’nin teşebbüsüyle eşim şartlı tahliye edildi, ancak pasaportu verilmedi. BM eşime bir kart çıkardı. Bu karta rağmen şartlı tahliye ettiler ve mahkeme devam edecek dediler. Biz mahkeme sonucunu beklerken 4 Mayıs’ta eşim tekrar kaçırıldı.

“KAMERA KAYDI ALMAYACAKSINIZ, HİÇBİR YERDE YAYINLAMAYACAKSINIZ!”

İkinci kaçırılma vakasında ise çok ilginç durumlar yaşandı. Oğlum, bir arkadaşı ile birlikte şehir dışına çıkmak için evden ayrılmışlardı. Benzin istasyonunda benzin almak istedikleri sırada sivil 30 kişi tarafından, 5-6 araç ile eşimi alıyorlar. Oğluma da ‘biz seni bırakacağız ama babanı alacağız ama siz de kamera kayıtlarını almayacaksınız herhangi bir yerde olayı deşifre etmeyeceksiniz ve bir ay boyunca hiçbir şekilde babanız ile ilgili bilgi alamayacaksınız size ve avukatınıza bilgilendirme yapılmayacak’ diyorlar.

‘15 Mayıs’ta mahkemeye çıkacak eğer herhangi bir terör örgütü ile bir bağlantısı yok ise serbest bırakılacak ama bağlantısı var ise Türkiye’ye teslim edilecek.’ Bize yapılan açıklama sadece bu. 11 Mayıs’ı 12 Mayıs’a bağlayan gecede Malezya yetkilileri hiçbir açıklama yapmadan eşimi Türkiye’ye teslim etti. 12 Mayıs sabahında Malezya emniyeti sosyal medya hesabından, eşimin Türkiye’ye teslim edildiğini belirten bir paylaşım yaptı.

Hiçbir şekilde mahkemeye çıkmadan, ifadesi alınmadan, biz nerede olduğunu, hangi şartlarda tutulduğunu bilmeden, bize herhangi bir bilgilendirme yapılmadan 12 Mayıs’ta Türkiye’ye göndermişler. Biz bunu eşim gittikten sonra öğrendik. Sonra kendi çabalarımızla Ankara Sincan’da olduğunu öğrendik. Bir türlü irtibat kuramadık.

Yaklaşık bir ay sonra Denizli’ye nakledildiğini öğrendik. Tarihleri net olarak bilmiyorum çünkü eşimle hiçbir şekilde bir iletişimimiz yok. Eşimle görüşebilmem için kendi adıma hat almam ve ikametgâh adresi belirtmem isteniyor. İkametgâh için bizzat benim başvuru yapmam gerektiğini söylediler.

Normalde ben bir yakınıma her türlü resmî işimi halledebilmesi için uluslararası geçerliliği olan vekâletname vermiştim. Fakat yakınım ikamet başvurusu için gittiğinde kaymakamlıktaki memur, bunun Türkiye Büyükelçiliği tarafından da onaylanması gerektiğini söylemiş. Elçilik benim vekâletimi bir türlü onaylamıyor. Normalde böyle bir şart yok, keyfi bir işlem söz konusu.

“EĞER EŞİM TERÖRİSTSE BİZİ SUSMAMIZ İÇİN NEDEN TEHDİT ETTİLER?”

Ve şunu sormak istiyorum. Bu kişiler resmî kişiler ise neden eşimi aldıktan sonra oğlumu, ‘kamera kayıtları alınmayacak ve sosyal medyada ya da başka bir yerde yayınlanmayacak’ diye tehdit ettiler? Bu bir uyarı değil tehdit. Neden böyle bir şeye gerek duydular? Eğer bir teröristi teslim ettiklerine inanıyor iseler medyada açık açık paylaşmaları gerekmez miydi? Yoksa aralarında Türkiye ile farklı bir anlaşma, farklı bir sözleşme, farklı bir suç ortaklığı mı söz konusu? Ben bunu merak ediyorum açıkçası.

“ACABA BENİ DE ALIRLAR MI” KORKUSU YAŞADI

Yaşadığımız süreç çok ağırdı. 13 yaşında bir kız çocuğum var. Bizi nelerin beklediğini bilmeden eşim alındığı gün ben de Malezya’dan ayrıldım. Tabi ayrılırken acaba beni de alırlar mı? Beni alırlarsa çocuğumu abisine verirler mi, yoksa bir bilinmeze mi götürürler korkusu yaşıyordum. Şuan çok kolay anlatıyor görünsem de benim için çok zor anlardı. Psikolojik olarak çok zor bir süreçti. Ben kızımı da alıp başka bir ülkeye geçtim. Orada da Birleşmiş Milletler ile irtibatım devam etti, sonra ise Avrupa’ya geçtim. Oturum aldım. Havuz medyası algı yürüterek eşime yapılan operasyonu direniş operasyonu olarak verdi. Eşimi tutuklamaya geldiklerinde bir saldırı anında eşimi etkisiz hale getirmek için yanlarında anestezi bulundurduklarını ifade eden komik şeyler yazmışlardı. Tamamen komik, tamamen filmlerden uyarlanmış bir senaryo anlattılar. Malum, buna inanacak çok kişi var Türkiye’de.

İDDİANAMESİ 15 AYDA HAZIRLANDI

15 ay boyunca hiçbir şekilde bir şey yok, sadece eşim orada esir tutuluyor. Neden tutulduğunu bilmeden tutuluyor. 15 ay sonra iddianame hazırlandı. 19. ayda ise ilk mahkemeye çıktı. İddianamede onlar için çok tehlikeli gördükleri Bylock yok, Bank Asya yok, tanık ifadelerinde ise birkaç kişi polis zoru ile ifade verdiğini söyledi.

Verdikleri ifade ise aleyhte bir ifade değil, sadece tanıdıklarını beyan eden bir ifade. Onların istediği şekilde aleyhte ifade veren biri olmadığı için iddianameye bir tanık ifadesi de girmedi. İddianamede yer alan suçlama ise dernek üyeliği ve parantez içerisinde söylüyorum kendi canavarlarının ürettikleri o hayali örgüte üye olmasıydı.”

Eşim Konya Mevlana Üniversitesi’nde Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısıydı. Onu gerekçe göstererek iddianamede dernek üyeliğine yer verdiler. Oysa okullar, üniversiteler, dernekler hepsi kanuni çerçevede açılan ve faaliyet gösteren yerlerdir. Buna rağmen kendi uydurdukları hayali örgüt üyeliği ile eşimi suçladılar. Eşim bu suçlamayla on yıl ceza aldı.

“BM KARARINA RAĞMEN EŞİM HALA ESİR”

Birleşmiş Milletler eşim ve onunla birlikte kaçırılan diğer arkadaşı için Türkiye’ye 180 gün süre tanıdı. Avukatımız bu kararı mahkemede dile getirince hakim, ‘Birleşmiş Milletlere ne? Bu bir iç meseledir’ diyerek dalga geçti. Türkiye bu kararı askıya aldı ama ne zamana kadar askıya alacak bilmiyoruz. Ayrıca BM vermiş olduğu kararda eşim ve diğer arkadaşı için tutuklu kaldıkları süre müddetince tazminat ödenmesine hükmetti.

KALP KRİZİ GEÇİRDİĞİ ANDA MÜDAHALE EDİLMEDİ”

Eşimle birebir irtibatım yok. Avukatlar aracılığıyla bilgi edinmeye çalışıyorum. Karar mahkemesinden sonra kalp krizi geçirdiğini ve uzun süre müdahale edilmediğini biliyorum. Olaydan 14-15 gün sonra doktora götürülüyor. Şu anda yine bir kalp rahatsızlığı geçiriyor. Ayrıca diyabet hastası. Biliyorsunuz diyabet ve kalp hastalarının durumu daha kritik oluyor. Eşim 27 kişilik koğuşta kalıyor bu sayı bazen 30’u buluyor bazen 25’e düşüyor ama genel olarak bir kalp hastası için bu kadar insanla bir arada yaşamak riskli. Eşim yaşam mücadelesi veriyor.

“HAYALİ ÖRGÜT LAFLARIYLA YARGILAMA YAPIYORLAR”

Sanal şeylerle suçlama yapılmasın. Eğer eşim bir terör faaliyetine katıldıysa, herhangi bir yaralama adam öldürme gibi faaliyeti olduysa somut delillerle buyursun yargılasınlar. Hayali örgüt yaftalarıyla yargılama yapmasınlar. Biz ve arkadaşlarımız hiçbir zaman şiddetten yana olmadık. Darbeyle uzaktan yakından alakamız olmadı bundan sonra da olmayacak. Demokrasinin var olduğunu söylüyor iseler, hani diyorlar ya biz dünyada demokrasiyi en iyi işleten ülkeyiz diye, ben de bunu gerçekten görmek istiyorum. Dernek gibi okul gibi hukuki zeminde kurulmuş yerlerde çalışmak dünyanın hiçbir yerinde suç değildir. Böyle saçma gerekçelerle insanların mağduriyetini uzatmasınlar.

İnsanlar işlerinden, eşlerinden, evlerinden, yurtlarından oldu. Hâkimleri göreve çağırıyorum. Neye karar verdiklerine dikkat etsinler ve yaptıkları yemini unutmasınlar. Gerçekten verdikleri karar sonrası vicdanları rahat mı, akşam eve gittiklerinde başlarını yastığa rahat koyuyorlar mı? Eğer rahat uyuyorlarsa benim söyleyecek sözüm yok ama bu yaptıklarımız gün gelir ayağımıza dolanır diyorlarsa ekmek ve makam korkusunu bir kenara bırakıp vicdanlarının sesini dinlesinler.”

Ben yetkililere seslenirken merhamet istemiyorum, haksız ve hukuksuz bir yargılamadan bahsediyorum ve hakkımız olan adaleti istiyorum. Hiçbir hukuk sisteminde tutukluya ailesi üzerinden baskı yapılarak ifade vermesi istenilmez ama eşimi ailesi üzerinden tehdit ederek yargılama yapıyorlar. ‘Aynı şeyler ailenin de başına gelir’ şeklinde baskı yapıldı. Hangi yasada böyle bir şey söz konusu? Ben merhamet değil adalet istiyorum.”

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin