Ana Sayfa HABER Seçim sonuçları: Mızrak çuvala sığmıyor kuzum!

Seçim sonuçları: Mızrak çuvala sığmıyor kuzum!

YORUM | OSMAN ERTÜRK

Tilkiye, “Kümesi bekler misin?” demişler de, “Gülmekten konuşamıyorum ki” diye cevap vermiş. Memleketin hali için daha manidar bir açıklama yok gibi.  Acıklı ama, pragmatistçe, hep bana diyenler “Kümes”e tilki oldular. Bir grubun işleri tıkırında giderken, diğer taraftan memleket bir uçtan bir uca karanlığa gömüldü. Kan ağlıyor yıllardır. Hukuku batmış, ekonomisi darmadağın, dünyanın saygı duymayı çoktan bıraktığı bir ülke. Kendi içinde de insanları birbirine düşürerek, “Kontrollü darbe” yapacak kadar zıvanadan çıkıp ayakta kalmaya çalışanlar, pragmatizmin kurucusu zata mezarında takla attırdılar. O bile bugünkü iktidarın dönüşlerini, yalanlarını, “Kanlı” manevralarını görse tezlerini tekrar gözden geçirir, muhakkak “Bu kadarını ben bile düşünemezdim.” derdi.

Son birkaç yıldır kör-topal gitmeye çalışan iktidarın düşüşü gözle görülür olmuştu. 31 Mart seçimleri bir kırılmanın ilk sinyali olarak düşünülebilir. Uzun zamandır enayi yerine konan millet, tanzim kuyruklarında, pazar alışverişlerinde iğnenin ucunun kendine dokunduğunu anlamış, derinden derine acıyı hisseder olmuştu. Yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu, geçte olsa idrak edildi. Bir değişimin fitilini zihninin derinliklerinde böylelikle ateşledi. Bu güzel bir gelişme. Yanlış mıyım?

Değişimler hep zaman alır ve sancılı olur. İstanbul ve Ankara gibi iki ilin el değiştirmesi çok değerli bir göstergedir. Bu durumu diğer değerli kılan şey ise, dünyaları farklı üç partinin aynı platformda buluşmasıdır. Görünen o ki, iktidar partisi vatandaşı o kadar illallah ettirmiş ki, birbirine selam vermeyenleri aynı kompartımanda bir araya getirmiş oldu. Ülkede her gün düşmanlıklar, nefret artıp, bölünme keskinleşirken bu U dönüşü muktedirleri tedirgin etmişe benzer. Bu birlikteliğin değeri asıl ne zaman anlam kazanacak biliyor musunuz? Hukukun üstünlüğü, adil yargılanma, savunmanın kutsallığı, bağımsız yargı tesisi ve cezaevlerindeki masumlara özgürlük ortak paydasındaki acil eylem planı devreye girdiğinde. Belki de, iktidar değişmeden, bugünün işi değil bu dediklerim. Ama hukuken, dînen, fikren ve siyâseten doğru olan bu. Diğer taraftan da, ekonomiyi ayağa kaldıracak şey adalet mekanizmasının durumuyla doğru orantılı. “Adalet mülkün temelidir” sözü bu açıdan çok değerli, fiyakalı bir ifadedir.

Ya hukukun üstünlüğü, ya da batmaya devam!

Şunu bilmek lazım, adalet, kimsenin insafına terk edilmeden objektif olarak tesis edilmesi gereken bir kıymettir. Adalet terazisi şaşınca afallatıcı felaketleri beklemek yanlış olmaz. Olmadı da. Devletin düzgün işleyen, başarılı, imrenilecek bir kurumu kalmadı. Detaylı bir check-up yapılsa, hastanın inim inim inlediğini ibret verici bir şekilde görmemiz mümkün.  Örneğin, arslanlar gibi savundukları cemaat yargılamaları aslında esef edilecek bir tiyatro. Şunu anlamaları lazım, cemaate vurdukça aslında kendilerinden, memleketin geleceğinden yiyorlar. Cemaate vururken pozitif hukuk kurallarını bir yana bırakmaları gerekiyor çünkü. Memlekette bu kadar düzgün, hukuka uygun teşkil edilmiş kurum ve yapı bulmak mümkün değil. Haramiler kurumlara çökünce bu apaçık ortaya çıktı. Eğer bunu anlamıyorlarsa, ne devleti ne de -büyük ölçekte- dünyayı tanıyorlar. BankAsya, Bylock, Sendika vs gibi suçlamalarla “Silahlı terör örgütü” ihdası, çıkmaz yollara sapmaya sebep olmuş, başlarına belalar açmıştır. En güvendikleri delilleri Bylock’da “Çay-Çorba sohbeti, haftasonu gezileri, arkadaş ziyaretlerinden başka bir şey bulamamış” bizim devletluler. (Not: Efendim Bylock konusu başlı başına bir yazı konusu. Ayrı olarak incelenmeyi hak ediyor. OE) Gizli-Saklı yazışma programı diye yeri göğü inletip, -hafizanallah- bir bomba, silahlı eylem hazırlığı veya intihar bombacısına rastlayamadılar bu yazışmalarda. Ne kadar dövünüyorlar bir bilseniz. Azizim! Silahlı terör örgütü derken mânidar sükût tavrınız ekranlara yansıdı ve biz hukukçularda bu  ekran görüntüsünü kaydettik. Millet anlamasa da biz, birbirimizi iyi anlarız. “Dondurmacı tâbiriyle “otuz iki dişe keman çaldıran” bir senaryo çöp olmuştur diyelim de laf gediğine otursun.

Türkiye’de hukukun beyin kanaması geçirmesi 17 Aralık, ölümü ve mezar taşı dikilmesi 15 Temmuz tarihlerine yansır. Her ikisinde de özne olarak cemaat karşımıza çıkıyor. Ne menem hastalıklı bir ihtirasmış ki, cemaati bitireyim diye, devleti yıkmakta beis görmediler. 17 Aralık’ta hırsız ve yolsuzu aklamak için kullanılan ters argümanlar, 15 Temmuz sonrası, tüyler ürpertici şekilde cemaati hırpalamak için kullanıldı. Hatta ve hatta, “Soykırım” mahalline bir tık mesafe kalmış desek sezadır. Ellerinde imkan olsa, seve seve “Auschwitz Kampı” türü bir mekanı inşa etmek isteyecekler.

Yakın vadede değişim olur mu?

Yaklaşık 25 yıldır hukukla ilişkili, avukat olarak da binlerce dosya görmüş birisi olarak izlenimim şu: Ülkemizde, hukuk ve adalet mekanizması büyük bir yara aldı. Bu yaranın tedavisi, oluşan gediğin kolay onarılabilmesi mümkün değil. Genel olarak adli işleyişin tıkandığı, mahkemelerin siyasetin emrinde, günü kurtarmaya çalıştıkları, ortada olan bir hal. Devletin derin dehlizlerinde konuşulan şey de bu olsa gerek. Ölü diri arası bir tuhaf hal bu. Bunun ekonomiye direkt yansıması, paranın memleketten çıkışı, yatırımın yok seviyesine gelmesi ve faizlerin tavan yapışı oldu. Oluşan risk ayan beyan ortada. “Mış gibi yaparak” kördüğümü çözmeleri mümkün değil. Nasıl böyle bir çıkmazın içerisine girdikleri, bir rahatlama için “Af”fın gerekliliğini seslendirmeleri bundan. Anlayacağınız bir yol arıyorlar durumu kurtarmak için. Bir taraftan cemaatin duruşunu analiz ediyorlar, diğer taraftan Kürt siyasi hareketinin beklentisinin ne olduğunu kestirmeye çalışıyorlar. Gördüğüm kadarıyla, iki tarafında eyvallahı yok bu pragmatist döneklere.

Cemaat açısından, iktidar, tüm devlet imkânları ve propaganda gücüyle “Silahlı terör” safsatasını halka yutturdu.  Fakat batı dünyası bu kurguyu satın almadı. Cemaatin en büyük beklentisi, hukukun adil bir şekilde uygulanması. Bu sağlanınca zaten gerisi çorap söküğü gibi gelecek düşüncesindeler. Ama bunu sağlamak için, Dünya’daki muhataplara hiç bıkıp usanmadan ulaşıp, dert anlatmak gerekiyor. Bu çalışma, ülke içindeki dinamikleri etkileyecek bir mahiyette. Dışarıdan her gelen ses, Ankara’nın merkezinde kendine çok çabuk alıcı buluyor. İstemeye istemeye, bazı adımları atmaları icap edecek. Para bitiyor, kredi zorda, iflas kapıda. Batı ülkeleri ilk iş olarak “Adalet mekanizmanı tamir et, saçma-sapan kararlarını gözden geçir, masum insanlara zulmetmeyi bırak.” da sana arka çıkayım diyor. Hikâyenin kısa özeti bu. Adalet sisteminin doğru işlemesi cemaatten tutuklularının salıverilmesi ve beraat etmesine, diğer taraftan Kürt siyasi hareketinin yöneticilerinin dışarı çıkmasına sebep olacak. İki gruba acımazsızca yapılan baskı hafiflemiş olacak.

Seçimler şunu ifade etmiştir: Hukuk ve ekonomi birbiriyle ikiz kardeş olup, ekonominin ihtiyaç duyduğu şey sağlam bir hukuk altyapısıdır. “Göstere göstere” gelen kriz aslında hukuk sacayağının kırılmasıyla başlamıştır. Seçimlerin fiili sonuçları ister istemez olacaktır. Bunu eninde-sonunda anlayacak siyasi iktidara, yol yakınken müspet adımlar atmasını telkin en iyi yol galiba. Seçim sonuçları bir değişimin olabileceğini göstermiş ve ümitsizlik telkin etmenin gereksiz olduğunu ilan etmiştir. Kocaman hukuk ve ekonomi mızrakları, siyasi iktidarın daracık çuvalına sığmamaktadır. Boş yere uğraşmayın! Gerçeklerle yüzleşin! Yoksa uzatmalara oynadığınız siyasi hayatınız, nesillere ibret olacak şekilde sonuçlanacak.

HENÜZ YORUM YOK