YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) almış olduğu Yalçınkaya kararı bazılarınca iyi anlaşılmadı (ya da anlaşılmamış gibi yapılıyor). Kimileri kararı herhangi bir bağlayıcılığı olmayan alelade bir Avrupa ukalalığı, kimileri teröristliği Türkiye tarafından tescilli bazı hedef gruplara bir tür genel af, kimileriyse dikkate alınmasına gerek olmayan basit bir yorum olarak göstermeye çalışıyor. Oysa gerçek şu ki AİHM kararları Türkiye Anayasası’na göre Anayasa Mahkemesi kararlarından daha bağlayıcıdır. Türkiye’deki mahkeme süreçleri silsilesinin son durağı olan Anayasa Mahkemesi bile AİHM kararlarının bağlayıcılığını kabul etmek ve içtihatları arasına almak zorundadır.
Türkiye anayasasıyla AİHM kararlarına tabi olmayı taahhüt etmiştir. Kimse bu yönde bir zorlamada bulunmadı Türkiye’ye. Avrupa uygarlığının bir parçası olma konusunda da Türk karar alıcılara herhangi bir telkin ya da empoze olmadı tarihte. Türkiye’nin son 200 yıllık geçmişinde son Batılılaşma bir vakadır ve bunun ana kaynağı bizzat Osmanlı ve Türkiye karar alıcılarının özgür seçimidir. Varoluşsal bir yönelim olarak addedilen ve belki de tüm Osmanlı ve Türkiye tarihinde en fazla üzerinde durulması gereken Batılılaşma hamleleri içerisinde şüphesiz hukuk reformları başı çekmekte. Şer’i hukukun yerini alan Batılı hukuk sisteminin son durağıdır AİHM otoritesini kabullenmek. Bu manada AİHM sisteminin benimsenmiş olması bir uygarlık projesidir ve teknik seviyenin çok üzerinde etkileri olmuştur ve olmaktadır.
Türkiye’de yerleşik lokal siyasal kültür ve hukuk geleneği ile Batılı siyasal kültür ve hukuk geleneği arasındaki uçurum Tanzimat’tan günümüze devamlı kanadı. Türkiye dini ve kültürel aidiyetine karşın Batılı olma kararı vermiş, bu manada önemli ve değerli bir senteze girmeyi başarmış bir sui generistir. Her ne kadar son yıllarda otoriterleşme ve dejenerasyon nedeniyle bu özelliğini yitirmeye başlasa da, hukuk sisteminin Batılılaşmasında kat edilen mesafe dikkate değerdir. Anayasaya demir atan AİHM üstünlüğü ilkesi, bugün otoriter rejimin başını ağrıtıyor. Emin olun sarayda “keşke başımızda şu AİHM belası olmasaydı!” diye hayıflanan önemli sayıda danışman ve bürokrat var. Erdoğan’ın ve diğer bir takım İslamcı cahil cühelanın bu durumun yeterince farkında olmaması haklı olarak bizi tebessüm ettirse de, işin ciddi kısmı, sistemin hala tümüyle bu otoriterleşmeden kaynaklanan sıfırlanma seviyesine kadar gerilememiş olması gerçeğidir. Evet, Türkiye bütünüyle çöktü. Ama insan malzemesi bakımından bakıldığında Batılılaşmadan kaynaklanan zihinsel kurumsallaşmanın daha bir jenerasyon kadar devam edeceğini öngörmek aşırı iyimserlik olmaz. Diğer bir ifadeyle, aşırı kötümserliğe nazaran ihtiyatlı bir iyimserlik yeğdir.
AİHM kararı Türkiye’deki rejimsel diskurun belini kırdı. Kapasiteleri, ideolojileri ve maddi zafiyetleri nedeniyle ülkeyi muz cumhuriyetine, kleptokratik bir narko devlete, post-Sovyet Türkî bir cumhuriyet seviyesindeki otoriter cehenneme ve diğer ilkellikler denizine yelken açtıran siyaset korsanları, AİHM kararından inanın öcü gibi korkuyor. Kavala ve Demirtaş kararlarını da uygulamadılar, sonuçta bunu da uygulamazlar olur biter demek çok mantıklı değil, çünkü bu iki karar kitlesellik arz etmiyordu, dolayısıyla rejimin şantajlarla kapris dayatma şansı vardı. Ancak bu son karar yüz binlerce KHK’lıyı ve siyasi tutsağı kapsıyor. İki buçuk milyon insan saçma sapan kurgu-fabrikasyon “delillerle” toplumdan tecrit edildi ve açlığa mahkûm edildi. Aileleriyle beraber kaç milyon insan eder bir hesaplayın. Siz hesaplamasanız da inanın rejimin aktörleri hesaplıyor. Bir gece sıcak yataklarından alınıp kodesi boyladıkları kâbuslar, uykularını kaçırıyor. Çünkü su testisinin su yolunda kırılacağını biliyorlar. Ettiklerinin bir bedeli olacağını biliyorlar. Yaptıklarını biliyorlar. Zulmü biliyorlar. Hırsızlıkların ve yolsuzlukların, işkencelerin ve adam kaçırmaların, komploların ve uluslararası ihanetlerin, sivil darbelerinin ve anayasa suçlarının, kısacası tüm etik veballerinin ve siyasal günahlarının elbette bir bedeli olacak. Bu AİHM kararı, işledikleri anayasa suçlarının hukuki ifşası. Başlarına gelenlere vakti geldiğinde Batı’da kimse ses çıkartmayacak. Sessiz ve derinden, Erdoğan-Avrasyacı otoriteryanizmi de korozyona uğradı, esnekliğini kaybetti, ekonomi politik direncini yitirdi, ideolojik kompanse etme kapasitesinin sonuna geldi. Ben böyle can sıkıcı teknik terimlerle ifade etmeye çalıştım, isterseniz siz kısaca miadını doldurdu deyin.
İşin çok vahim olan bir tarafı, birçoklarının hala muhalefet zannettiği partilerin AİHM kararı karşısında suskunluklarını bozmamaları, rejime yüklenmiyor olmaları. Oysa bu tür bir argüman çok az muhalif partiye nasip olur. Düşünsenize, ülkenizde milyonlar mağdur edilmiş ve Avrupa’nın en etkili hukuk otoritesi bu durumu hukuksal olarak tescil ediyor ve sizin anayasanıza göre uyulması şart olan bir içtihatta bulunuyor ve siz susuyorsunuz!
Oysa muhalefet eğer gerçekten muhalefet olsaydı, bu rejimin mümessillerine hayatı dar ederdi. Başka bir ülkede rejimin otoriterleşme seviyesi ne olursa olsun büyük bir kriz çıkardı. İran gibi, Rusya gibi, Çin gibi aktörler bile muhalefete bu denli ceza sahası içinde gollük pas geldi mi çekinirler. Oysa bakın Erdoğan’a, muhalefete dair kafasında hiçbir soru işareti yok.
İç dinamikler bu hukuki tektonik hareketten sonra içeride biriken enerjiyi dışarı kanalize edebilecekler mi? Rejimi dışarıdan gelecek bir etki yıkamaz, ama dışarıdan gelen bu sade, nesnel, kuvvetli ve etkili hukuk manifestosu, rejimin tüm siyasi meşruiyetini sıfıra indirmişken, içeriden bir etkili muhalefetin doğuşu rejimin sonunu getirebilir. Hakkın hak olduğu bir gün ortaya çıkıyor, hukuk bir yolunu bulup gerçekleri başını öte yana çevirenlerin gözüne en sonunda sokuyor. Ne kadar görmek istemeseler de, ne kadar binbir dereden su getirseler ve laf cambazlığına girişseler de, ne kadar demagoji yapsalar da, hepsi durumun farkında. Pilleri bitik, çaresiz, hepsinden önemlisi moral üstünlükleri olmadığından gayretsiz ve bitkin, bir süre daha maddi kaynaklarının kesilmemesi derdindeler. Bu süreç büyük bir çöküntüyle sonuçlanacak. Depremin ardından çoğu enkaz altında kalacak, kurdukları hukuksuzluk kendi başlarına yıkılacak.
Sürecin sonunda mutlu son olmayabilir. Yani demokrasi ve hukuk devleti gibi mücadeleler on yıllar alabilir. Fakat mağdurların çoğu, ölmeden, kendilerine zulmedenlerin sonunu görmek istiyor. Sanırım bu çok sürmeyecek. Ve olumlu olan, bu berbat çete gittikten sonra artık dibi görmüş olacağız.

Ümit vermek iyi de, geçmişte bir sürü noktada “bu sefer ayvayı yediler, işleri bitti, basit görüyorlar ama bu karar öyle böyle değil, bu kaset öyle böyle değil, bu olay öyle böyle değil” denen çok şey söylendikten sonra artık bu tip sözler tesir etmiyor. Zengin malını dağdan aşırır, fakir düz ovada şaşırır derler. Bulunur bir yol, siz canınızı sıkmayın. Giden durum iyidir demiyorum ama insanları yanlış beklentiler ile heyecanlandırıp, hayal kırıklığına uğratmayın. Sadece bu kararın önemli bir kilometre taşı olduğunu söyleyebiliriz, hepsi o kadar. Geleceğe dair okumalar yapmaya gerek yok
Bir haber okudum; Aziz Nesin’in gelini Hilal Nesin, işgalci, katil Ermeniler için ağıt yakmış. Oysa Azerbaycan 30 yıldır türlü barış girişimlerinde bulundu, ama Ermenistan işgal ettiği toprakları sonsuza kadar elinde tutabileceğini zannetti.
Sayın Çaman;
Siz kriptolar niye böylesiniz. Hadi Türk halkına saygınız yok, insan olarak bari kendinize saygınız olsun. Gerçek kimliğinizi, adınızı kullanın. Bizler de kimin, kim olduğunu bilelim.
Bakıyoruz adına, Ahmet Altan, M.E.Çaman, Aziz Nesin, C.Kaftancıoğlu, Ş.K.Fincancı, Osman Kavala, M.A.Alabora, Can Dündar, K.Kılıçdaroğlu, Tarık Toros, Yavuz Altun, Ali Aslangül,vb.
Gerçek kimliğini mümkün olduğunca gizliyor, ta ki mecbur kalıncaya kadar. Sonra bir yerlerden emir geliyor, örneğin imzacı sözde akademisyenler olayı gibi. Mecbur kalıyor kimliğini açık etmeye, içindeki birikmiş bütün kini Türk halkına akıtıyor.
Ya biz, size ne yaptık, ne kötülük ettik. Yoksul olan, çaresiz olan biziz. Türkiye şartlarına göre en iyi hayatı yaşıyorsunuz. Azınlık kayırmacası ile sözde akademisyen olarak Türk üniversitelerine yığınak yapmışsınız.
Balkan hezimeti sonucu, Balkan Türklerinin bir kısmı düşman eli ile, bir kısmı yollarda ölmüş. Türkiyeye gelebilenler ise Anadoluya serpiştirilmiş.
Balkan Yahudileri (Sabetayistler) ise; zamanın Türk hükümetinde etkin olan Sabetayist akrabaları sayesinde hiç zorluk, kıyım yaşamamışlar.
Türk asıllı oldukları ileri sürülerek, bütün itirazlara rağmen Türkiyeye göç etmişler. Zamanın hükümeti bu Sabetayistlere Anadoluda geniş araziler ihsan etmiş. Çaman’ın ailesi Kastamonuya, Rahşan Ecevit ailesi Giresuna yerleşmiş. Popçu Tarkan Rizeli, Hülya Avşar Karslı kabul ediliyor. Elbette hepsi yalan, uydurma.
Sabetayistlerin meşhur kayırmacılığı sayesinde İstanbul, Bursa, İzmir gibi şehirlere toplanmış, semirmiş, zenginleşmişler.
Bu gün Beyaz Türk denilen bu Sabetayistler Türkiyenin kaymağını yiyor. Siyaset, sanayi, sinema, bankacılık her sektörde Beyaz Türk tahakkümü var.
Peki daha ne istiyorsunuz Sayın Çaman. Ezilen, hor görülen, yoksul olan biziz, size ne oluyor.
Adamlar şeytana pabucunu ters giydiriyor, biz çok gördük bu mevzuları
Hiç birşey olmaz
Reis düşünüp taşınır bir karar verir. Bu karar AIHM kararıyla aynı fikirde de olabilir yada tersi.
Anayasayı değiştirecek yakında 3 maddelik bir anayasa bekliyorum
Madde – 1 Tayyip daima haklıdır
Madde – 2 Tayyip bazen haklıdır
Madde -3 Tayyip’in haksız olduğu yerlerde Madde – 1. geçerlidir.
Sayin editor. Yukaridaki yorumlari okuyup da mi onayliyorsunuz?