Protesto eylemlerinde gençlerin yaptığı yanlışlık

M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME

Gençlerin başlattığı 19 Mart protestoları, Ramazan Bayramı arifesine kadar kesintisiz sürdü ve ülkeye yeni bir ‘can suyu’ niteliğinde oldu. Bu eylemler sayesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesine ve CHP’nin tepesine kayyım atanmasının önüne geçilmiş oldu. İstanbul’da odaklanan ancak ülke geneline yayılan protestoların somut sonuçları bunlar ama asıl sonucu, umudun tükenmeyeceğinin gösterilmesi oldu. Bütün bunlar yapılırken yapılan kimi taktik hataların, sonucun akamete uğramasına neden olabilecek bir riski var.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptal edilmesi ve ardından gözaltına alınıp tutuklanmasını protesto için toplanan üniversiteli gençler, hem “emir kulu” köle zihniyetli yönetimlerine rağmen İstanbul Üniversitesi’nin onurunu kurtardı, hem de ülkede bir kıvılcımın ateşlenmesini sağladı.

Bundan dolayı, Türkiye’de bazı şeyler değişecekse, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin ezilme ve onca dayağı göze alarak polis barikatını yıktıkları eylem sayesinde olacak. O gün sadece polisin Merkez Bina ile Eczacılık Fakültesi arasına kurduğu barikat yıkılmadı, bütün yasaklar da yıkıldı.

İstanbul Valisi başta olmak üzere ülkenin pek çok kentinde valiliklerin eylem yasağına rağmen milyonlarca kişi bu protestolara katıldıysa, Saraçhane meydanında 7 gün boyunca bütün engellemelere rağmen yüzbinlerce kişi toplandıysa hepsi, 19 Mart’ta öğrencilerin yıktığı barikat sayesinde gerçekleşti.

Daha önceki yazılarımda da vurguladığım gibi, henüz 18-25 yaş grubunda olan gençler önden yürüdü, kendilerini hayat deneyimi olarak gören bizim gibi nüfus cüzdanı hayli eski olanlar onların açtığı yoldan gitmeye çalıştık.

“Kafkas Kartalı” olarak bilinen Şeyh Şamil’e (1797-1871) atfedilen “Sonunu düşünen kahraman olamaz” sözüne haklılık kazandıran bir yaklaşımla hareket eden gençler, ülkeye can simidi oldular.

GENÇLER, ASIL HAD BİLDİRMEYİ DOLAYLI OLARAK BATI’YA YAPTILAR

Gençlerin öncülük ettiği bu eylemler, iktidara karşı bir had bildirmeden çok daha önemli bir görevi yerine getirdi. Bence dolaylı yoldan yerine getirilen bu görev, iktidara karşı verilen mücadele kadar, belki ondan daha fazla değerliydi.

Yönetimin başında bulunanların yolsuzluk ve usulsüzlüklerle biriktirdiği paraların kaynağının ne olduğunu bilen Batılı ülkelerin yönetimleri, bugüne kadar Beştepe Sarayı’nı istediği gibi yönlendiriyordu. Tek Adama “Evet!” dedirttiklerinde Türkiye’yi çantada keklik gören Batılı başkentler, artık tablonun pek böyle olmadığını fark ettiler.

Bir ülkedeki yabancı misyon şeflerinin en başta gelen ödevlerinden biri, görev yaptıkları ülkelerde olup bitenleri nedenleriyle birlikte kendi başkentlerine aktarmak olduğunu unutmayın. Bunu Türkiye adına yurt dışında yaşayan misyon şefleri de yapıyor, Türkiye’de görev yapan yabancılar da…

19 Mart Protestolarından bu yana yabancı misyon şeflerinin tutumunun çok farklılandığı muhakkak. Batılı başkentlerin dehlizlerinde bulunanlar, iki haftadan bu yana yaşananlardan sonra “Elimizdeki dosyaların ucunu gösterip Erdoğan’a istediğimizi yaptırabiliriz!” yaklaşımını artık sergileyebilmeleri mümkün değil.

GENÇLER ÖNDE YÜRÜRKEN ARKALARINDA GÖRMEK İSTEDİLER

Gençler, haklı olarak açtıkları yolda ilerlerken, kendilerine özellikle sanat camiasından destek verilmesini istediler. Daha önceleri muhalif çıkışlarda seslerini duyurmalarıyla öne çıkan sanatçıların sessiz kalmaları onları çok incitti.

Bunu, eylemlere gidip varlığını ortaya koyan yakın çevremdeki insanlarda da çok açıkça görüyordum. Onların kendi aralarında kurdukları iletişim platformlarında sürekli “Kim destek verdi, kim vermedi” diye sürekli paylaştıklarını biliyorum.

Ancak bu konuda bekledikleri desteği göremediler. Bunun sonucu olarak da sık sık bu sessiz kalanlara yönelik mahalle baskısı yaptılar. Eylemsellik ortamının asla tavsatılmasını istemeyen gençler, en küçük bir gevşemede elde edilmiş gibi görünen kazanımların hepsinin boşa gideceğinden eminler.

Aslında bu endişelerinde yerden göğe kadar haklılar. Bu gençler, hayatları boyunca iktidarda bir kişiden başka kimseyi görmediler. Bundan dolayı da endişeleri yersiz olmadığı gibi destek beklentileri konusunda da haksız değiller.

MUHALEFETİN TİP VE ZAFER PARTİSİ SARKACINA TESLİM OLMASI

Aktivizmin verdiği coşkuyla yola koyulan gençler, bazı muhalif kesimlerden bekledikleri desteği göremeyince bu kez harekete geçirmek için onlara yönelik taciz ateşi açmaya başladı. “Kim açık destek verdi, kim sessiz kaldı” diye sosyal medyada sorgulamaya başladılar.

Cem Yılmaz gibi bu tür konularda ön almasıyla bilinen pek çok ünlü, 19 Mart protestolarında seslerini çıkarmama yolunu seçti. Fazla yüklenme olunca da Cem Yılmaz ötekilerden farklı davrandı. Bir taraftan “Gidişattan memnun değilim” diye duruşunu belli ederken, öbür taraftan da kendinden farklı beklentileri olanlara eyvallahının olmadığını ortaya koymaktan öte laflar etti: “Beni boykot etmek istiyorsanız küçük bir bilgi; ben bir şey satmıyorum sevgili kardeşim. Ben sen kazan istiyorum.”

Gençler bir taraftan yaptıklarının öneminin bilinmesini istiyorlar ve muhalif olduğunu söyleyen her kesimden açık destek verilmesini bekliyorlar. Ancak bu tavır bir çıkmazı hatta riski de beraberinde getiriyor.

Muhalif olan herkesin sokaklara çıkıp protestolara katılması şart olmadığı gibi, herkesin açıktan destek vermesi de gerekmiyor. Aktivizm coşkusuyla hareket edenler, mantığı kapı dışarı ederlerse, bundan yararlanacak olan sadece iktidar sahipleri olur.

Burada yapılacak taktik hatalar, yıllardan bu yana verilen emeklerin heba edilip umutların kırılmasına neden olabilirler. Muhalif hareketin içinde bir tarafta Türkiye İşçi Partililerin heyecanı olmalı öbür yanda Zafer Partililerin kitleye ters gelebilecek beklenti ve yaklaşımları…

Bu iki farklı uçtaki duruş muhalefet hareketinin içinde olmalı ama dizginleri bütünüyle bunların ele alması kabul edilemez. Muhalefet hareketi bu iki uç kesimin nobranlığına teslim edilirse/olursa Tek Adam rejimi dizginleri çok kolay bir şekilde ele geçirir.

Muhalefet hareketi, kırıp dökerek değil, toparlayarak ana kütleye yeni kitlelerin katılmasıyla sonuca yürür.

1 Yorum

  1. “Karıncaya sorarlar, hayvanlar alemini nasıl bilirsin:

    Sırtlan gibi, kaplan, aslan, kurt gibi zararsız öylece yeryüzünde gezinip duran canlılar var, bir de serçe gibi, civciv gibi acımasız canavar varlıklar da.

    Bazen nerede olduğunuz, ne olduğunuz, olayları değerlendirmenizi etkiler!”

    Sevgili yazar,
    yeterince yaşadık bazı olayları anlamak için. Gördüklerimiz oldu, anlatılanlar oldu gördüklerimizle örtüşen.

    Protestoların SAHİBİ kim? İnsanların sonuçta buna odaklandığını düşünüyorum. Bir gruba, bir anlayışa, hizbe ait bir protestonun genele yayılması ya da kabul görmesi yahut etkileyip davranış modellerini, seçimlerini etkilemesi bence bu sahibi kim sorusunda gizli. İnsanlar önce bunun cevabını arıyorlar.

    Osmanlıdan bugüne, ister iç dinamik ister dış dinamik etkisi, protesto ile isyan birbiri ile benzer anılır oldu. En azından büyük bir kesim tarafından. Demokrasilerin bir parçası olan protesto, bu geçmişe ait toplumda ve bizlerde dahi inancım o ki, bilinç altı düzeyde bir çeşit isyan algısını üretiyor. İsyan Ahlakı ayrı, isyan etmek ayrı. Nurettin Topçunun isyan ahlakına meraklısı bakabilir.

    İsyanların ne kadar kötü algılandığına dair anlatıma da gerek yok. Bu nedenle de zaten, haklı/haksız her türlü protesto tadında bırakılmayıp aşıldığında da cezalandırılıyor. Cezalandırılırken de ilginç ki toplumun geneli, bunu makul görüyor.

    Tadında bırakılması isteniyor. Dolayısı ile aslında, Bizim kültürümüzde protestolar sonucu değiştirmeyen, iyi peki yap, bu da yeni çıktı tadında ama hadi yap tadında şeyler. Yapanlar açısından birşeyeleri değiştireceğine inanılsa da, toplumun ana kitlesi tarafından makul görmeyeceği için aslında hoşta karşılanmayan şeyler olarak görüyorum.

    Bugün Türkiye deki protestolar içinde benzeri söylenebilir. Daha yaygın, daha organize şümullu olması bu gerçeği değiştirmiyor.

    Daha yaygın kelimesini bilerek söyledim, ama tüm toplumu içermiyor.

    Atomize olmuş bir toplum, biraz geniş payda da muhalefet ve iktidar diye iki ayrım sunsak da, muhalefet de içinde parçalı.

    Kürt siyasetinin protestosu ve gündemi ayrı, kalan kısımların da protestosu gündemi ayrı. Herbirinin taraftarları ve etki alanları var.

    Protestoların Sahibi kim? sorusu önemli demiştim. Bu sahiplik üzerinden algılar oluşuyor.

    Şu an ki protestoların sahibi Chp. Halkın azımsanmayacak kısmında CeHaPE olarak biliniyor.

    Erdoğan bunu köpürttü daha da o kadar, görünür kıldı.

    Fakülte yıllarında sürekli protestolar görür, polisle çatışan eylemler olurdu. Bunların ortasında okula gitmeye çalışırdık.

    Kavga edenler grup gruptu, bir tarafta sol kesim, bir tarafta milliyetçi kesim. Siyasal islamcılar ve birkaç sessiz kesim de vardı. Ama bunların hepsini toplasanız 3 4 bin kişiyi geçmez.

    Örneğin, 90 ların en şiddetli okul eylemleri kavgalarında, ortalığı yaygaraya verip çok görünselerde 70 bin kişilik İstanbul Üniversitesinde 1990 larda, 2 bin civarı aktif organiza sol mantalite de öğrenci vardı organize, bunun karşısında yaklaşık 700 civarı ülkücü mhp mantığında gençler. Bunu o dönemin emniyet birimleri açıklamıştı rakamları. Sonuçta bu sayı bir meydanı, bahçeyi, ortamı dolduracak miktardaydı ama okadar dı işte. Hepi topu buydu. Heryere bu kişiler gider, organize olmanın faydasını kullanarak HERYERDELERMİŞ ÇOKLARMIŞ gibi görünürlerdi. Ancak rakamlar öyle göstermiyordu.

    70 bin kişilik bir üniversite de, ortalıkta dolaşan, gücü temsile den, sosyal ortamları domine eden 2 -3 bin kişi idi kısaca, sol sağ toplam. Buna siyasal islamcı mantığı da eklesek olsun 4 bin.

    Kalan 66 bin kişi bu olayların dışında olduğu gibi bu ayrışmaları görüyordu. Ve temel tespitim şu, rahatsız oluyordu. Çünkü kendisini ilgilendirmeyen birşeyin ortasınnda olduğunu düşünüyor, nerden geldiği önemsiz kendisi için tehlikeli görüyordu. Bir menfaati de yoktu, hangi anlayış hakim gelirse onun için bir faydası olmayacaktı algısı hakimdi. Nispeten de doğruydu.

    Bu nedenle protestoların sahibi KİM? sorusu çok önemli.

    Ben bu protestoların sahibinin toplum olduğunu göremiyorum!

    Ne kadar demokratik olsa, pikachu olsa da, 2.5 miyon insan toplansa da, bir yere aidiyetlik algısı toplumda var bu protestoların.

    Toplum, ekrana yansıyan görüntülerden, görüntülerdekilerin konuşma tarzından, hatta kılık kıyafetinden, saç tipinden bıyığından bilmem nesine, protestoculara dair birkaç örnek sunum üzerinden kitleyi anlıyor zaten.

    Şu an benim gördüğüm orta da bir protesto olsa da bu tüm halka yayılan bir protesto değil demem de o. Bu bir CHP protestosu.

    Anamuhalefet partisi ve etki alanının yaptığı protesto, üzülerek söylemeliyim ki algı bu. Bu benim görüşüm, aksini söyleyen olur ikna ederse de dinlerim tartışırım.

    Bu nedenle, yeri ve sonucu da aynı nokta da kalıcak.

    Peki yapılmamalı mı.?

    Siz eylem yapan gençliğin yanlışını söylerken aslında doğru da yapsa sonucu değiştiremeyeceğini ekleyim.

    Asıl endişemi s öyleyim, hatta bu protestolar daha da ayrıştırıcı olup, bir kısmı konsolide ederken, asıl ondan daha büyük bir kesmi dağınıkta olsa iktidara oy vermiş kesmi kemikleştiremez mi.?

    Hala birbirlerini kıran kırana aşağılayan, hatta fırsatı geçse AKP gibi ezip geçecek bir mantaliteyi protesto yapacakları algısı herkeste var.

    Kitlenin genci yaşlılığı fark etmiyor.

    Üzülerek söylemeliyim ki, ortada olan bir klan grup hizip çıkar mücadelesi algısı. ALGI dan bahsediyorum bu arada.

    Bu nedenle de olayın haklılığına bakmıyor kimse.

    Ben iktidar olacaktım sen engelledin tartışması bu. Balküpünü sen bi alacaksın ben mi tartışması.

    İşte bu az yukarda bahsettiğim bir zamanların üniversitelerindeki olaylara dönüyor. 70 bin kişilik üniversite de her yerde görünür olan ama hepi topu 3 4 bin kişi ve onların dışındaki 66 kişinin durumu gibi.

    Elbette durum daha şümullu, ekonomik kriz vb toplumun geniş kesimlerini ilgilendiriyor.

    Ancak, bindirilmiş kıtalar kavramına uzak değiliz dimi.

    Bugün hangi anlayış olursa olsun, belediyelerdeki gücünü, iktidar gücünü, siyasi gücünü kullanıp üyelerini toplayıp koyabilir.

    Yani 2 milyon insanın toplanması basit birşey olmas ada, oraya toplanmayan devasa 80 milyonu aşkın kısmı da göz ardı etmemize sebep oluyor.

    Yapılanların kendisine faydası ve zararına mı o kısma bakıyor toplum özetle.

    İş dönüp dolaşıp Akp kalmalı mı gitmeli mi noktasına geliyor.

    Toplum buna ikna olursa zaten AKP tam kaybetmiş demektir.

    Bu nokta da ikna edici bir dil, kucaklayıcı bir dil kullanılmıyor malesef.

    Tek başına bu protestoların birşeyi değiştirmeyeceği orta da, ama faydası olup olmaması noktasında da şüphelerim var demem de bu nedenle.

    Tam da yukarda bahsettiğim nedenlerle.

    Gezi olaylarını bizler ne kadar şimdi övgüyle bahseder gibi yapsakta, o dönemleri hatırlayın, böyle görmüyorduk.

    O zaman sessiz kalarak katılmayarak durmak mantıklıydı birilerine, şimdi aynı kişiler o dönemi savunarak pozisyon alıyor.

    Şapkayı önüne koyup, hatayı doğruyu konuşma zamanı belki ama bu da bizde sizde değil.

    Tam tersi 2,2 milyon insanı protestolara sevk eden mantıkta.

    Onların da şu an yapacaklarını sanmıyorum.

    Ümitleri var çünkü.

    Bazen ümitsizlik, çaresizlik herşeyini kaybetmişlik ümidin yeşermesi zeminidir.

    Ben bu protestolarda bir ümit görmüyorum. Ama bir başkasının ümidini de fark ediyorum.

    Ancak onların ümit ettiği gelecek, yine gerçek anlamda ümit değil onu da hissediyorum.

    Bu nedenle ümitlerin tamamen yıkılmasının gerçek ümidin yeşereceği bir ortamı sunacağına inanıyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin