TARIK TOROS | YORUM
Bazen hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Ya da tersinden söylersek: Belki de her şey tam da göründüğü gibidir. Bu iki önerme de kendi içinde doğrudur. Bakış açısına, durduğun yere, görmek istediğine göre anlam kazanır. İçeriden ve dışarıdan iki örnekle açayım; daha iyi anlaşılacaktır.
Dışarıdan olanla başlayalım:
***
13 Ekim’de, Gazze ateşkesi ilan edilmeden hemen önce, ABD Başkanı Donald Trump İsrail Parlamentosu’nda konuştu. “İsrail’i dünyaya yeniden sevdireceğim.” dedi; övgüde sınır tanımayan laflarıyla Başbakan Netanyahu’nun defalarca ayakta alkışlanmasını sağladı. Bir dönemin “görkemli jübilesi” idi yaşanan.
Trump, hemen ardından İsrail Cumhurbaşkanı’na dönüp, yolsuzluk suçlamalarıyla yargılanan Netanyahu’yu affetmesini istedi. Sonra muhalefet liderini övdü.
Dikkat ederseniz, o günden beri Netanyahu’nun kamuoyundaki görünürlüğü belirgin biçimde azaldı. Dolayısıyla Mısır’daki zirveye katılmaması sürpriz değildi. Netanyahu dönemi bitiyor, bitmesi gerekiyor çünkü.
Şimdi, İbrahim Anlaşmaları (15 Eylül 2020) çerçevesinde İsrail’in komşularıyla normalleşmeyi tesis etmesi gerekiyor. Erdoğan’ın imzaladığı ve Türkiye kamuoyundan özenle gizlenen metinde de bu vardı.
***
İçeriden örnekle devam edelim:
27 Eylül’de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, New York’taki basın toplantısında beklenmedik bir çıkış yaptı. ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar nedeniyle KAAN savaş jetinin üretiminin durduğunu açıkladı. Saray, dışarıya hiçbir şey yansıtmamaya çalışsa da içeride adeta küplere bindi. Çünkü Fidan, “yerli ve milli” uçak anlatısını bir cümlede çöpe atmış, yıllardır şişirilen bir balonu kendi eliyle patlatmıştı.
Kimse yüksek sesle karşılık vermedi.
Birkaç gün sonra CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 1 Ekim’de, “Türk mühendisine ve işçisine güvenimiz tam. Sonuna kadar KAAN’ın arkasındayız!” notuyla motorsuz KAAN jetinin önünde verdiği bir pozu paylaştı.
O gün bu paylaşım tam olarak anlaşılamadı. Zira aynı gün, Meclis açılışında Erdoğan muhalefet liderleriyle poz vermiş; CHP, Erdoğan’ın konuşmasını protesto ederek Genel Kurul’a katılmamıştı. Dolayısıyla, iktidarın çöküşe geçen savunma projesine muhalefet liderinin sahip çıkması garipti ama Özel’in derdi KAAN’a sahip çıkmak değildi.
Birkaç gün önce projeyi yerle bir eden Hakan Fidan’ı hedef alıyordu, ustaca. Bu, aylardır sürdürdüğü “TikTok Hakan” kampanyasının yeni halkasıydı.
***
Şimdi gelelim Hakan Fidan meselesine…
Yalnızca eldeki verilere bakmak bile tabloyu açık ediyor: Fidan’ın konumu son derece kırılgan hale geldi. Ancak Türkiye’de demokrasi güçlerinin gözden kaçırdığı, çok daha derin bir süreç var: AKP’de Erdoğan sonrası düzenin tasarımı çoktan başladı ve bizzat Erdoğan ailesinin eliyle yürütülüyor.
Bu proje 2024’ün son günlerinde, 2025’in hemen başında sessizce devreye girdi. O sıralarda AKP teşkilat kongreleri sürüyordu; bazıları tamamlanmıştı. Dönüm noktası, Abdullah Özdemir’in 10 ay önce seçildiği Bağcılar Belediye Başkanlığı’nı bırakıp AKP İstanbul İl Başkanlığı koltuğuna oturması oldu.
Bu, sıradan bir atama değil; “Bilal Erdoğan Planı”nın görünen ilk adımıydı. O nedenle kimi il ve ilçe başkanları, henüz yeni seçilmiş olmalarına rağmen kısa süre içinde “görevden affını” istediler.
Büyük kongreyle birlikte tablo netleşti: Teşkilat Başkanı ve Genel Sekreter koltuklarına, Bilal Erdoğan’a yakın isimler getirildi. Son MKYK toplantısında bu iki isim (Ahmet Büyükgümüş ve Eyyüp Kadir İnan) Erdoğan’ın iki yanında konumlandı; hem sembolik hem fiili bir mesaj olarak.
***
Erdoğan, bu sürecin parti içinde konuşulmasını istemiyor. Kendi sağlığında dedikodusunun yapılmasını bile yasaklamış durumda. Eş zamanlı olarak, özellikle damadı Selçuk Bayraktar’ın kontrol ettiği savunma sanayii çevresinde kapsamlı bir temizlik yürütüldü. Son aylardaki çökme operasyonları ve tasfiyeler, işte bu iç dizaynın parçası.
Bu modelde, yalnızca Hakan Fidan’a değil, kimseye alan kalmıyor. Erdoğan ailesiyle doğrudan bağlantısı olmayan her aktör, sistem dışına itiliyor. Ve Hakan Fidan da bunun fena halde farkında. Ancak en büyük zorluğu şu: Yeni şekillenen bu düzende, açık bir ittifak kurma imkânı yok. Pozisyonlanabileceği güvenli alan bırakılmadı.
Tam da bu nedenle, Hakan Fidan’ın 18 Ekim’de Ülke TV’de yaptığı “Erdoğan güzellemesini” bu bağlamda okumak gerekir: “Acil konular olur, (Erdoğan’ı) gece uyandırmamız gerekir. Hiçbir zaman arayıp da bir defa bile, ben bir meselem için o gece kendisine ulaşamadığımı hatırlamıyorum. Muhakkak açar ve hiçbir zaman da ‘niye uyandım’ demez. Vazifesine âşık bir insan.”
Bu, Erdoğan’a sadakatin ifadesi değil elbette. Yeni güç dizaynında yerinin sallandığını biliyor.
Bu açıklama, doğal olarak başka soruları da akla getirdi: “15 Temmuz gecesi Erdoğan’a haber vermedin mi?”
Ya da “Neden o gece Başbakan Binali Yıldırım’ı oyaladın?”
Sorular yersiz değil. Çünkü 15 Temmuz, Erdoğan ile Fidan’ın birlikte planladığı; Binali Yıldırım’ın ise planın dışında bırakıldığı bir operasyondu. O sebeple “sır küpü” Fidan’ın çıkışı, o dönemin dengelerini de akla getiriyor.
Muhatabı doğrudan Saray ve Erdoğan ailesi; “Reis, senin sağlığında benden emin ol!” demeye getiriyor, üstü kapalı 15 Temmuz’u hatırlatarak.
***
Dönelim Özgür Özel’e… Son aylarda, Hakan Fidan’ı hedef tahtasına oturtması, Erdoğan sonrası liderliğini engelleme girişiminden başka bir şey değil. Yoksa, Eylül 2024’te Türkevi ziyareti sırasında övgüler dizip, “Dışişleri Bakanlığımızın tayin ettiği hattı takip ediyoruz.” diyen Özgür Özel, birkaç ay sonra “pabucumun atanmışı” gibi bir söylemle aynı ismi hedef almazdı.
***
Hafta sert başladı, tablo her cephede ağırlaşıyor.
Ekrem İmamoğlu’nun diploma davasında, Silivri’de yukarıdan gelen talimatla salon değiştirildi ve duruşma daha küçük bir salona alındı. Sebep açık: İmamoğlu’nun yeni bir gövde gösterisine tahammül yok.
Cuma günü, CHP ana kurultay davasının “mutlak butlanla” sonuçlanması artık sürpriz değil. Bu da Kemal Kılıçdaroğlu’nun “kayyım” sıfatıyla yeniden partiye dönmesi, ardından Özgür Özel ve ekibi hakkında dokunulmazlık fezlekelerinin devreye sokulması anlamına gelecek.
Hemen ardından, İBB iddianamelerinin kabul edilmesi planlanıyor. Silivri’de tüm duruşma salonları şimdiden bu davalar için bloke edilmiş durumda.
Kasım ve Aralık ayları, Türkiye siyasetinin son dönemdeki en sert ayları olacak.
***
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin KKTC seçim sonuçlarını tanımayarak adeta “darbe” iması taşıyan çıkışı konuşuluyor: “KKTC parlamentosu acilen toplanmalı, federasyona dönüş kabul edilmemeli ve Türkiye’ye katılma kararı alınmalı..”
Bu, Ankara’nın kodlarını doğru okuyanlar için sandığın çoktan devre dışı bırakıldığının açık işareti. 1 Ekim’de Meclis’te kurulan yeni dizayn, bunun habercisiydi.
Saray kontrolündeki rejim yavaşlayamaz; işin tabiatı bu. Bilakis pedal çevirmeyi hızlandırdı; ayakta kalırsa bizzat kurduğu sistemin vay haline…
Düşerse tahribat yalnızca kendi çevresiyle de sınırlı olmayacak.