PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Benim görevim olanı söylemekse eğer, bu yazdıklarımdan dolayı lütfen kimse kızmasın. Bir fotoğraf çekeceğim ve içinde yorum olmayacak. Neyse o, anlaştık mı?
Alt mahkemeler, yürütme organı (cumhurbaşkanı ve kabinesi ile bakanlıklar) Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlara uymuyor. Oysa 1982 Anayasası Madde 153 gayet net: “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” diyor.
Bu ne anlama geliyor?
Anayasa, bir devletin devlet mimarisidir. Kendi anayasasına uymayan bir devlet, 21. yüzyıl ölçütlerine göre gerçek devlet değildir. Anayasasız devletler devlet olabilir. Ama anayasası olan devletler bu anayasaya uymadıklarında devlet olma vasıflarını kaybederler. Yürütme keyfi nedenlerle, hesap vermeksizin, bütünüyle kendi bağlayıcı güç sınırlandırmasını hiçe sayarak ülkeyi yönetiyorsa, orada hukuk yoktur. Siyasi karar alıcıların hukuka bağlı olmadığı, hukuk denetimine alınamadığı, yani güçlerinin sınırlandırılamadığı ülkeler diktatörlüktür.
Akvaryum balığı besleyecekseniz önce akvaryuma su koymanız gerekiyor. Akvaryuma su koymadan balık koyamazsınız. İnsan beyni bunun gibi olayları rahatlıkla kavrayacak donanıma sahiptir. Eğitim değil, doğal insan varoluşunun bir özelliği olan rasyonel akıl ve mantık silsilesine göre hareket edebilme özelliği her insanda mevcuttur.
Şimdi, şunu da irdeleyelim:
Darbe dönemlerinde darbeci askerler anayasayı ortadan kaldırdılar. Çünkü anayasaya uymamak onu ortadan kaldırmaktan daha problemli bir olaydır. Var olan anayasaya rağmen bir şeyler yapmak sizi kanunsuz ve kriminal gösterir. Açıkça “Ben suçluyum!” demiş olursunuz.
Darbe dönemlerinde askerler “vatanı kurtarmak” gibi “kutsallık atfedilen” bir meşruiyet zemininde hareket ettikleri izlenimini vermeye çalıştılar. 1960 veya 1980 darbeleri böyleydi. Yaptıkları kanuna aykırı hareket, halka ‘hastalığı tedavi etmek üzere neşter vurmak’ gibi lanse edildi. Bunu küçümsememek gerekir. Yasalara dayanmaktan daha da önce, bu bir “meşruiyet kaygısını” işaret eder.
“Bizim amacımız güç elde etmek, iktidar olmak; bunun için var olan toplumsal veya siyasal olayları gerekçe veya mazeret olarak gösteriyoruz!” diyemezlerdi. Bu nedenle doğal hukuka da mevcut yasalara da uydular. Onları esnetseler de tümüyle reddedemediler. Geldikten hemen sonra “bağımsız komisyonlar” kurup “anayasa çalışmalarına” giriştiler. “Ara rejim” dönemini kısa tutmaya çalıştılar.
1960 ve 1980 darbe dönemleri ve yönetimleri bu bakımdan paralellik arz eder. Asker gelir, anayasayı fesheder ama hemen yeni anayasa çalışmaları başlatır. Ara rejim birkaç yıl sürer. Söz gelimi 1980 darbesi, 1982 anayasasının kabul edildiği referandumla beraber ara rejimini bitirir ve normalleşme başlar.
Erdoğan rejimi hâlâ içeride ve dışarıda birçok siyaset bilimci ve anayasa hukukçusu tarafından “darbeci” olarak nitelenmiyor. Oysa bu rejim, darbe dönemlerinden çok daha bariz olarak anayasal düzeni ve kanunları ihlal ederek yönetiyor ülkeyi. Anayasal çerçevenin en önemli gücü anayasa metni değildir, anayasanın kurduğu “manevi bariyerdir”. Anayasayı feshedenler bile bu manevi bariyerden ötürü yaptıklarına bir meşruiyet zemini bulma zorunluluğu hisseder.
1960 ve 1980 askeri darbeleri böyle hareket etti. Oysa Erdoğan rejimi anayasayı fiilen feshetmedi, onu de-facto rafa kaldırdı. Anayasanın somut ve bağlayıcı olarak çizdiği devlet mimarisi planına uymadı. Mesela yargı bağımsızlığı ve güçler ayrılığı prensiplerini fiilen iptal etti. Yukarıda anlattığım alt mahkemenin ve idarenin Anayasa Mahkemesi kararlarına uymaması böyle bir şeydir.
Devlet, bu olduğunda “Dingo’nun ahırına” döner. Yürütme erkine yönelik en önemli güvence, iktidarın sınırlandırılmasıdır. Modern demokrasi teorisinde en önemli merhale, iktidarın demokratik yöntemle belirlenmesinden çok daha fazla, siyasal gücün denetlenmesi ve kontrol edilmesidir. Neye göre? Anayasaya ve yasalara göre.
Demek ki, neymiş? İktidar (yürütme gücü) yasalara tabiymiş! Eğer yürütme erki anayasa ve yasalara tabi olmazsa sistem çöker. Ne seçimler, ne görece sınırlı da olsa elde kalan özgürlükler, ne şekli protokoller bu fecaatin üzerini örtebilir.
Erdoğan ve avaneleri, suç ortaklarıyla beraber, kör topal da olsa işlemekte olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ortadan kaldırdı. Şeklen varmış gibi yapılsa da, devletlerin varlığı kurdukları anayasal rejim mimarisinin devamı kadardır.
Bir metafor yapayım. Devlet eğer bir evse, o evi evin mimarisi şekillendirir. Evi yıkar ve yerine tümüyle bambaşka bir bina inşa ederseniz, bu artık o eski mimariyle alakası olmayan yepyeni bir evdir, eski ev değildir. Erdoğan yeni bir devlet kurdu. Bunun adını artık koymak gerektiğine inanıyorum. Bu teşhisi ne kadar geç koyarsak, düzelme o kadar gecikecek.
Bu arada “düzelmeden” neyi kastettiğimi de yazayım ki berraklık olsun: Düzelme devletin anayasasına uymasıdır.
Bu nasıl olacak?
Öncelikle anayasaya uymamak, tıpkı diğer yasalara uymamak gibi bir suçtur. Ama diğer suçlardan farklı olarak, çok daha büyük bir suçtur! Açıkçası şu anki iktidar, en tepeden en alt seviyeye kadar, anayasa suçu işlemiştir ve işlemeye devam etmektedir. Bu suç, adını açıkça yazayım: “Sivil darbedir”.
Anayasayı ortadan kaldırmak, fiilen de olsa, en ağır suçtur; bu vatana ihanettir ve bu suçu işleyenler vatan hainidir. Gerekçeleri ne olursa olsun ve kimler tarafından ne amaçla yapılırsa yapılsın, suç sabit.
Şimdi bunları tespit ettikten sonra, “Efendim, ama iktidar filanca yasaya uyuyor, falanca kararı yasalara göre yaptı!” demek savunma olamaz. Yine bir metaforla izah edeyim: “Ali adam vurdu ama normalde çok iyi çocuktur. Hiç hırsızlık yapmadı, askerliğini yaptı, vergisini ödüyor!” türü bir savunma, Ali’nin işlediği ağır suçu görmemeyi gerektirmez; hatta o suça hafifletici sebep dahi olamaz.
Bunlar sivil bir darbe yaptı. Bunu sabah kalkıp televizyonlarda ilan etmemeleri veya zamana yayarak gerçekleştirmiş olmaları da yaptıkları suçun vasfını değiştirmez. Dahası, bu işlenen suçun nedeni olarak “falanca tehdit” gerekçe olarak kakalansa bile, bu suçu ortadan kaldırmaz.
Bunlar gerçeklerdir.
Bu gerçeklere karşın demokrasicilik oyununa devam etmek, rejimin yelkenlerine rüzgârdır. Bu, rejime meşruiyet sağlıyor, ona zaman kazandırıyor, onu normalleştiriyor. Muhalefet rejime muhalefet etmiyor, rejimin muhalefetidir tespitindeki en can alıcı argüman işte muhalefetin bu saydığım şeyleri gündemine almamış olmasıdır.
Ortadaki cenazeyi artık kokusundan da olsa fark etmek ve defnetmek gerekmiyor mu?
partiler, hdp, muhalefet, batı, hepsi bu yeni rejimi birlikte kuruyor. Muhalefet diploma skandalını tıpkı iktidar gibi bir, iki kişiye bağlayıp unutturdu. Muhalefet yeni kontrolcu, baskıcı rejimi korumak adına iktidara zarar vermemeye çalışıyor. Çünkü daha işleri iktidarla bitmedi. chp ve mhp hatta hdp aynı kulvardalar. 2010 referandumunda da böyleydi. Sadece söylemleri farklıydı. Birisi referandum için kürtlere uymuyor der, diğeri bölünüyoruz der, biri her yeri sattılar der, bu partiler farklı gibi görünürler ama hep ortak hareket ederler. Bu sistemde kimse uyanmaz.