YÜKSEL DURGUT | YORUM
Güney Asya’nın iki nükleer gücü arasında başlayan sınır çatışmaları, tarihsel düşmanlığın yeni bir evresine işaret ediyor. Keşmir’in karlı dağları, dün gece yarısı, iki ülkenin gururunun çarpıştığı bir sahne oldu. Hindistan ile Pakistan arasında patlak veren çatışmalar, 1947’de cetvelle çizilen toprakların hala bölüşülemediğinin bir kanıtı.
Bu çatışmanın kökleri, sömürge döneminin tohumlarına uzanıyor. İngilizlerin bıraktığı harita, din ve milliyeti birbirine düşman eden keskin bir bıçak oldu. Bugün Keşmir’de patlayan her mermi, o bıçağın pasını temizliyor.
Modi’nin “terörle mücadele” naraları ile Pakistan’ın “direniş” söylemi, aynı melodinin iki perdesi. Tıpkı Putin’in Ukrayna’yı “Nazilerden arındırma” yalanı gibi… Burada da silahların sesi diplomasinin çığlığını bastırıyor.
Oysa 1945’te Kızıl Ordu’nun Nazilere karşı kazandığı zafer, saldırganlığın asla kârlı çıkmayacağını göstermişti. Putin’in bunu unutması nasıl trajikse, Hindistan ve Pakistan’ın nükleer tehdidi normalleştirmesi de o denli tehlikeli.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona erişinin üzerinden 80 yıl geçti, ancak insanlık hâlâ savaşın yarattığı karanlıktan ders almama konusunda ayak diretiyor. Tarihin tekerrür etme korkusu, bugün Avrupa’da yükselen aşırı sağ dalgadan Ortadoğu’daki kanlı çatışmalara, hatta dün gece yeniden alevlenen Hindistan-Pakistan gerginliğine dek uzanan bir zincirle karşımızda.

Hindistan-Pakistan savaşı, yalnızca iki ülkenin değil, küresel güç dengelerinin bir yansıması. Çin’in Keşmir’deki varlığı, ABD’nin Modi’ye verdiği desteği dengelemek ister gibi. Tıpkı Ukrayna’da NATO’nun genişlemesinin Putin’i Çin’e yaklaştırması gibi…
Savaş, artık yerel değil; bir taş atıyorsunuz, dünyanın öbür ucunda tsunami yaratıyor.
Trump’ın “Dünya Savaşı Zaferi” nutukları, Hiroşima’nın küllerini hatırlatıyor. ABD, 1945’te atom bombasıyla Japonya’yı vururken, bugün Ukrayna’ya gönderdiği füzelerle savaşı besliyor. Silah endüstrisi, insanlığın en karlı iş kolu olmayı sürdürüyor. Hindistan’ın Rusya’dan S-400 alması, Pakistan’ın Çin’le yaptığı ortak tatbikatlar… Hepsi, savaşın ekonomisini büyüten birer dişli.
Stalin, Nazilerin Moskova’ya yürüyeceğine inanmadı. Bugünün liderleri de barış ihtimalini görmezden geliyor. Keşmir’deki katliamlara BM sadece “endişe duymakla yetiniyor.” Tarih, bir kâhin gibi uyarıyor: Unutan, yenilgiye mahkum oluyor.
Keşmir’e yönelik baskı da benzer bir mantıkla meşrulaştırılıyor: “Terörle mücadele”… Oysa terör, devletlerin elinde bir silaha dönüştüğünde, gerçek kurbanlar siviller oluyor.
Bugün sınırlarda yükselen ölüm sesleri, bize 80 yıl öncesinden bir mesaj getiriyor: Savaş, bir seçim değil, bir çıkmazdır. Zafer diye bir şey yok; yalnızca yenilginin ertelenmiş hali var. Hindistan-Pakistan’ın nükleer tehdidi, Avrupa’da yaşanan aşırı sağ dalgası, Ortadoğu’nun kanlı çıkmazı… Hepsi, insanlığın kolektif hafızasızlığının sonucu.
Dünyaya saçılan zehirli ideolojik miras, bugün demokrasileri bölen bir silaha dönüşmüş durumda. Aynı zehir, Hindistan-Pakistan sınırında dün gece patlak veren çatışmalarda da kendini gösterdi. Keşmir’deki gerilim, nükleer güce sahip iki ülkeyi yeniden bir savaşın eşiğine sürüklerken, dünya diplomasisi yine sınıfta kalıyor.
Hiçbir “büyük savaş” yoktur; yalnızca büyük acılar ve küçük hesaplar vardır.
