“Okuma Zamanı” programında bu hafta ölüm teması ele alındı. Ekrem Dumanlı, Tolstoy’un “İvan İlyiç’in Ölümü” adlı eseri ile Akira Kurosawa’nın “Ikiru / Yaşamak” filmi üzerinden ölüm, hayatın amacı ve geride iz bırakma fikrini yorumladı. Programda ayrıca Yahya Kemal’in “Rindlerin Ölümü” şiiri ve Fethullah Gülen’in hayatının son dönemine dair çağrışımlar da gündeme geldi.
“Okuma Zamanı” programının yeni bölümünde Ekrem Dumanlı, “okuma, düşünme ve hayatı anlama” ekseninde bu kez ölüm temasına odaklandı. Dumanlı, dünya edebiyatının ve sinemasının iki önemli eserini bir arada ele aldı: Lev Tolstoy’un “İvan İlyiç’in Ölümü” adlı novellası ve Akira Kurosawa’nın “Ikiru / Yaşamak” filmi. Her iki eserin de “ölüm üzerinden hayatı okuma” çabası taşıdığını vurguladı.
Tolstoy’un olgunluk dönemi eseri: Bir hakimin ölümle yüzleşmesi
Programda ilk olarak Tolstoy’un 1880’li yıllarda kaleme aldığı “İvan İlyiç’in Ölümü” anlatıldı. Ekrem Dumanlı, eserin yazarın olgunluk dönemine ait “küçük hacimli ama anlamı büyük” bir çalışma olduğunu belirtti. Romanda, çarlık Rusyası’nda yükselmiş bir yargıç olan İvan İlyiç’in yakalandığı ölümcül hastalık sonrası hayatıyla hesaplaşması konu ediliyor.
Dumanlı, hem meslektaşlarının hem ailesinin İvan İlyiç’in ölümünü daha çok “yerine kim gelecek, mirastan ne düşecek” gibi menfaat odaklı bir bakışla karşılamasına dikkat çekti. Tolstoy’un bu çerçevede bürokrasinin ve kariyer hırsının insanı nasıl “körleştirdiğini”, ölümü hep başkasına ait bir hadise gibi görme psikolojisini mercek altına aldığını söyledi.
İvan İlyiç’in hastalık sürecinde “malın, mülkün, makamın, hatta kendi hayat tarzının” sahiciliğini sorguladığını aktaran Dumanlı, eserin merkezinde gerçek sevgi, vefa, dostluk ve acıya ortak olma gibi duyguların hayatta ne kadar az yer tuttuğunu fark etme sürecinin bulunduğunu vurguladı. Tolstoy’un metninde ölümün bir yok oluş değil, ruhun başka bir boyuta kanatlanması fikrinin “ışığa doğru yürüyüş” metaforuyla verildiğini ifade etti.
Kurosawa’nın “Ikiru / Yaşamak” filmi: Bürokratın geç gelen uyanışı
Programın ikinci bölümünde, 1952 yapımı Akira Kurosawa filmi “Ikiru / Yaşamak” ele alındı. Ekrem Dumanlı, filmin Tolstoy’un “İvan İlyiç’in Ölümü”nden esinlendiğini, ancak Japon bürokrasisi ve modern şehir hayatı bağlamında farklı bir formda yeniden kurulduğunu anlattı.
Filmde, uzun yıllar belediyede çalışan, dosyalar ve mühürler arasında kaybolmuş bir bürokratın kendisine altı aylık ömür biçildiğini öğrenmesiyle yaşadığı sarsıntı işleniyor. Dumanlı, karakterin önce eğlence ve haz peşine düştüğünü, ancak bunun gerçek bir “yaşamak” hali olmadığını kısa sürede anladığını aktardı. Kahramanın nihayetinde bir çocuk parkı inşa etmeye kendini adamasını, “çocukluk, masumiyet ve insanın özüne dönüş” sembolizmiyle açıkladı.
Dumanlı, filmin unutulmaz final sahnesine de değinerek, karlar altında salıncakta sallanırken son nefesini veren kahramanın görüntüsünü, “ruhunun ufkuna yürüyen” bir insanın ölümle barışık vedası olarak yorumladı. Kurosawa’nın bu filmde varoluşçuluğun temel sorularını –hayatın anlamı, ölümün yeri, geride iz bırakma arzusu– sinema diliyle, daha o felsefe tam şekillenmeden önce işlediğini söyledi.
Yahya Kemal’in “Rindlerin Ölümü” şiiri ve “asude bahar ülkesi” vurgusu
Ekrem Dumanlı, programın ilerleyen bölümünde Türk edebiyatına yöneldi ve Yahya Kemal’in “Rindlerin Ölümü” şiirine dikkat çekti. Özellikle şu mısra üzerinde durdu:
“Ölüm asûde bahar ülkesidir bir rinde…”
Dumanlı, şiirdeki “rint” kavramının, dünya nimetlerine takılıp kalmayan, hayatı kalender ama derinlikli ve tefekkürle yaşayan, sufi meşrep bir insan tipine işaret ettiğini anlattı. “Asude bahar ülkesi” ifadesinin ise, ölümü korku değil, dinginlik ve huzurla karşılamayı anlatan güçlü bir imge taşıdığını belirtti.
Yahya Kemal’in dizeleri üzerinden, “ölüme hazır olmanın, hayatı doğru yaşamak ve değer üretmek” anlamına geldiğini vurgulayan Dumanlı, laf üretmek yerine “iz bırakmanın”, gök kubbenin altında “hoş bir seda” olmanın önemini öne çıkardı.
Fethullah Gülen’e atıf ve kişisel çağrışımlar
Ekrem Dumanlı, ölüm ve “asude bahar ülkesi” kavramı üzerinde dururken, Fethullah Gülen’in ABD’de yaşadığı dönemde kaldığı mekân için sık sık “asude bir yer” ifadesini kullandığını hatırlattı. Gülen’in Yahya Kemal ve aynı kuşaktan edebiyatçılara dair ilgisine değinen Dumanlı, kullanılan bu kelimenin Yahya Kemal’in mısrasıyla kendi zihninde bir “ölüm çağrışımı” doğurduğunu anlattı.
Dumanlı, Gülen’in geçen yıl vefat ettiğine atıf yaparak, onun kabrini ziyaret ettiğinde de “Rindlerin Ölümü” şiirini düşündüğünü ifade etti. Böylece programda ölüm teması, hem edebî metinler hem de kişisel hatıralar üzerinden duygusal bir düzleme taşındı.
“Ölmeden önce ölmek” ve iz bırakma çağrısı
Program, İslami literatürde geçen “ölmeden önce ölmek” anlayışına gönderme yapan bir değerlendirmeyle sona erdi. Ekrem Dumanlı, ölümün hayatın kaçınılmaz gerçeği olduğunu, asıl meselenin “hayatta kalmak” ile “hakikaten yaşamak” arasındaki farkı görebilmek olduğunu vurguladı.
Hayatın hakkını vermenin; iyi insan olmak, topluma fayda sağlamak, merhamet ve şefkatle hareket etmek, mümkün olduğunca kirlenmeden –kirlenmişse arınarak– yaşamakla mümkün olduğunu belirten Dumanlı, böyle bir hayatın ardından ölümün insan için gerçekten “asude bir bahar ülkesi”ne dönüşebileceğini söyledi. Program, izleyicilere “değer üretme, iz bırakma ve ölüme hazırlıklı olma” çağrısıyla tamamlandı.