MAHMUT AKPINAR | YORUM
19. Yüzyıla ait olan ulusçuluk, format değiştirerek 20. Yüzyıl’da faşizme evrildi. Şimdilerde popülist sağ siyasetçiler ırkçılığı hortlatmaya çalışıyor. Demokrasinin, insan haklarının en iyi temsil edildiği düşünülen Batı’da, göçmen düşmanlığı üzerinden faşizan yaklaşımlarda yükseliş var. Bu hastalıklı tutum Tükiye’yi de etkiliyor. Son yıllarda saf ırkla ve ırkçılıkla ilgili paylaşımlarda, Türk veya Kürt olmayı insani faziletlerin önüne çıkaran övünmeler görüyorum. Bu diğer kültürleri, dilleri küçümsemeyi de beraberinde getiriyor.
Bir milleti yalnızca ırk temelinde tanımlamak, insanlık tarihinin en büyük hatalarından biridir. “Saf ırk” arayışı, bilimin değil ideolojinin ürünüdür. Ötekileştirmenin ve faşizmin en belirgin yansımasıdır. Irkın üstünlüğünü savunan her düşünce, ister “ulusal onur” adı altında gelsin ister “kültürel miras” kılıfına bürünsün, sonunda insanlık dışı sonuçlar doğurmuştur.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da yükselen faşizm, bunun en kanlı örneklerini sundu. Benito Mussolini’nin İtalya’sında “Roma’nın yeniden dirilişi” sloganı, kısa sürede militarist bir ulus-devlet saplantısına dönüştü. Ancak asıl korkunç örnek Adolf Hitler’in Almanyası oldu. “Ari ırk”ı saflaştırma iddiasıyla başlatılan politikalar, milyonlarca Yahudi, Çingene, engelli, muhalif ve farklı etnik kökenden insanın yok edilmesiyle sonuçlandı.
Nürnberg Yasaları’yla “ırk saflığı” resmî devlet politikası haline geldi; kafatası ölçümleri, kan testleri, “ırk kütüğü” araştırmaları yapıldı. Bilim insanları, sözde genetik temizlik için kullanıldı. Sonuçta bilimin adı, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birine yazıldı.
Ne yazık ki aynı dönemde, Hitler’in ırkçı söylemleri Batı Ulusçuluğunu taklit eden genç Türkiye Cumhuriyeti’nde de yankı buldu. 1930’lu yıllarda “Türk ırkı” üzerine antropolojik çalışmalar, kafatası ölçümleri yapıldı ve “ideal Türk tipi” ortaya konmaya çalışıldı. Bunlar, Oysa Anadolu’nun bin yıllık tarihinde “saflık” değil, çeşitlilik vardır. Türkler, bu topraklara geldikten sonra diğer halklarla kaynaştı ve bugünkü toplumsal zenginlik oluştu.
Milliyetçilik, bir milleti sevmek, onun kültürünü, dilini, tarihini korumak demektir. Bu yönüyle vatanseverlik, aidiyet ve sorumluluk duygusunu besler. Ancak milliyetçiliğin ırkçılığa evrilmesi tehlikelidir.
Bir ulusu yalnızca etnik kökene indirgemek, hem insan haklarına hem de İslam’ın eşitlik anlayışına aykırıdır. Peygamber Efendimiz’in Veda Hutbesi’nde “Arap’ın Acem’e, Acem’in Arap’a üstünlüğü yoktur” sözü, bu konuda evrensel bir ilke ortaya koymuştur.
Ne var ki modern ulus-devletlerle birlikte Batı’da “ulus inşası” adı altında homojenleştirme çabaları arttı. Okullar, ders kitapları ve eğitim sistemi, tek tip yurttaş üretme aracı haline geldi. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk döneminde okullar, yeni bir ulusun kimliğini şekillendirmek için kullanıldı. Bugün hâlâ eğitim “resmî ideoloji”nin etkisi altında.
Bilimsel açıdan sıhhatini bilmiyorum ama tükürük örneğiyle yapılan DNA testleri, Anadolu’da yaşayan hemen herkesin genetik olarak farklı köklerden geldiğini ortaya koyuyor. Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Arap, Balkan, Kafkas veya Orta Asya kökenleri… Hepsi iç içe geçmiş durumda. Bu sonuçlar, kafatasçılar için hayal kırıklığı olabilir ama aslında büyük bir zenginliğin göstergesi. Saf ırk diye bir şey (Arap Atı, Dalmaçya Köpeği, Montofon İneği vb.) ancak hayvan yetiştiriciliğinde olur. Kaldı ki hayvan ırkları da son yıllarda karıştırılarak daha güçlü, verimli hale getiriliyor.
Anadolu karışımların zenginliği
Çocuklarımdan birisi genetik testlerden yaptırdı. Bilebildiğim kadarıyla kökenlerim Türk, daha ötesi de yörük. Eşim Balkan göçmeni. Test haritası geldiğinde Anadolunun, Balkanların, Ön Asya’nın özeti ortaya çıktı.
Ben bundan gurur duydum. Çünkü bu karışım, Anadolu’nun binlerce yıllık etkileşiminin somut kanıtıydı. Daha İstanbul’un fethinden önce, Selçuklu döneminde Rumlar kitleler halinde Müslüman oldular. Ermeniler devletin, toplumun her kademesinde etkin rol aldı. Yahudiler İspanya’dan kovulup bu topraklarda barınma imkanı buldu.
Olumsuz örnekleri, zulümleri yok saymıyor, tarihi kutsamıyorum. Ancak Anadolu topraklarında pek çok kültür, dil, din, etnisite hem kendi varlığını korudu hem de doğal yollarla diğer toplum kesimleriyle kaynaştı, karıştı. Günümüze ulaşan dillere, kültüre, müziğe, mutfağa, sanata baktığınızda müthiş bir içiçelik ve etkileşim görürsünüz. Ortalama bir kişiyi genetik olarak incelerseniz Anadolu’da yaşamış bütün halkların izlerini bulursunuz.
Yani hepimiz biraz Türk, biraz Kürt biraz Ermeni, biraz Rumuz. Daha derine inerseniz uzak coğrafyalardan da genetik izler bulabilirsiniz. Zira Anadolu kültürlerin medeniyetlerin geçiş güzergahıdır.
Anadolu’nun korumayı başardığını Batı yok etti
Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan bireylere benzer genetik analizi yapsanız, 1500’lerden sonra kıtayı işgal eden Avrupalı halkları bulursunuz. Ama 350 milyon nüfus içinde koruma altına alınmış bir avuç Kızılderili hariç beyazlarda Kızılderili genine rastlayamazsınız. Çünkü Avrupalı işgalciler yerli halkı neredeyse tamamen yok etmiştir.
Avustralya’da da durum benzerdir; Aborjin halkı marjinalleştirilmiş, genetik mirası silinmiştir. Yeni Zelanda yerlileri benzer akıbete uğramıştır. Buna karşın Anadolu’da yaşayan insanların gen haritalarında hâlâ Ermeni, Rum, Yahudi, Kürt, Çerkez ve daha birçok etnik unsurun bulunması, bu topraklarda doğal bir kaynaşmanın, bir soykırımdan ziyade ortak yaşam kültürünün varlığını gösterir. Bu gelenek batıya öykünen İttihatçı anlayışla tahrip edilmiştir.
Saf ırk arayışı insanlık için bir virüstür; ötekini dışlayan her ideoloji, er ya da geç kendi insanlığını da yok eder. Hucurat 13’de Yaratıcı: “Biz sizi tanışıp kaynaşasınız diye kabile kabile, şube şube yarattık!” diyor.
Saf ırka sahip olmak, pür Türk, Kürt, Arap, Çerkez olmanın üstün ve övünülecek bir tarafı yok. Kime ait olduğunu bulamadığım güzel bir söz var “Medeniyet, diğerleriyle nasıl bağ kurduğunla ilgilidir.” Medeni insan kendi sınırlarını korurken başkalarıyla sağlıklı ilişki geliştirebilendir. Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi bize öğretmiştir ki, insan karıştıkça, paylaştıkça, tanıştıkça güzelleşir.
Anadolu’da yapılacak en mantıksız tartışma “saf ırk” tartışmasıdır. Bunun da en kötüsü “Saf Türk” tartışmasıdır. Saf Türk arayışı Anadolu zenginliğine yapılacak en büyük kötülüktür. Öte yandan fanatik Türkçülük yapanların en karışık genetiğe sahip olması ayrı bir tenakuzdur.
Geleceğin Dünyası Çok Renkli Olacak. Türkiye ve dünya çok farklı dil, etnisite ve kültürlerin karışımıyla birbirini daha çok tanıyacak, zenginleşecek daha renkli hale gelecek. İnsanlığın bundan kaçınma imkanı yok. Avrupa’da göçlerin etkisiyle bunu gözlemleyebiliyoruz.
Hala ‘saf ırk’ arayışında olan Türkçülere “Ne kadar da saf Türksün!” deyip geçmek lazım.