Kriz sonrası Cemaat dinamikleri (2): Yeni faz tipolojileri

15 Temmuz sonrası Gülen Cemaati’nde yaşanan büyük kırılma, sadakat, mesafe ve kopuş arasında bölünme olarak nitelendirilebilecek bir durum ortaya çıkardı. Travma sonrası kimileri “ne olursa olsun” direnirken, kimileri seçici bir uzaklıkta durmayı tercih etti, kimileri ise köprüleri tamamen yakmayı. Peki girilen bu yeni fazda hangi tür tipolojiler var?

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Bir önceki yazımızda 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Gülen Cemaati’nde yaşanan dönüşümü anlamak için üç temel sosyolojik kurama başvurmuştuk. Max Weber’in “olağanüstü kişilik otoritesi” kavramı, Gülen’in cemaat üzerindeki etkisinin doğası gereği geçici olduğunu ve “rutinleşme” sürecinden geçmek zorunda olduğunu gösteriyordu. 15 Temmuz krizi bu süreci hızlandırdı ve cemaat yapısında köklü değişimlere yol açtı.

Albert Hirschman’ın “Çıkış-Ses-Sadakat” modeli ile cemaat üyelerinin krize üç farklı tepki verdiğini gördük: Tamamen kopanlar (çıkış), eleştiri getirip içerde kalanlar (ses) ve sabırla bağlı kalanlar (sadakat). Doug McAdam’ın yüksek riskli aktivizm kuramı ise bu tepkileri belirleyen faktörleri açıklıyordu: Motivasyonel bağların gücü, sosyal ağ konumu ve yaşam şartlarının risk almaya uygunluğu. Bu üç kuramsal çerçeve bir araya geldiğinde, aynı cemaat içinde farklı kişilerin neden sistematik olarak farklı yollar seçtiğini anlıyoruz.

Şimdi dün bıraktığımız yerden devam edebiliriz.

Cemaat bağlamında odaklandığımızda McAdam’ın faktörlerinin şöyle işlediğini görebiliriz:

Hizmet idealine olan derin inanç, manevi tatmin, amaç bilinci gibi faktörler, risklere rağmen cemaat bağlılığını sürdürme konusunda güçlü motivasyon sağlıyor. Bu bağları zayıf olanlar daha kolay ayrılma eğilimi gösterirken, güçlü olanlar baskılara direniyor.

Cemaat içindeki arkadaşlık, akrabalık, iş ilişkileri gibi sosyal bağlar, üyelerin davranışlarını etkiliyor. Bu ağlarda merkezi konumda olanlar, daha fazla sosyal baskı hissederken, aynı zamanda daha fazla destek de görüyorlar.

Yaş, aile durumu, meslek gibi faktörler, risk alma kapasitesini etkiliyor. Genç, bekâr ve mali açıdan bağımsız kişiler daha yüksek risk alabilirken, aile sorumluluğu olan, kredisi bulunan kişiler daha temkinli davranmaya yöneliyorlar.

Bu üç kuramsal çerçeve, Gülen Cemaati’nde yaşanan dönüşümün farklı boyutlarını aydınlatıyor ve birlikte ele alındıklarında, cemaat üyelerinin farklı tepkilerinin nedenlerini açıklıyor. Bu kuramsal zemin üzerinde, cemaat yapısında ortaya çıkan yeni durum biçimlerini sistemli olarak incelemek mümkün hale geliyor.

Yeni Durum Biçimleri

Aslında her sosyal yapıda, bir süreğenliğin ardından yaşanan olayların – kimi zaman liderin ölümü, kimi zaman dış baskılar, kimi zaman iç çelişkiler – benzer bazı ayrışmalara sebep olması ve yeni dinamikler üretmesi çok doğal. Dramaturjide buna “denge bozulması” diyoruz. Durağan hayat devam ederken bir olay neticesinde -ölçeği farklı olabilir- bir kırılma yaşanıyor ve neticesinde yepyeni dinamikler ortaya çıkıyor, tabiri caizse sistem kendini yeniden düzenlemek zorunda kalıyor. Aslında belki de bu zorunlu değişim süreci aslında o yapının çoktan beri yapması gerektiği fakat farklı gerekçelerle sürekli ertelediği değişimler de olabiliyor.

Gülen’in 17-25 Aralık operasyonları sonrasında yaptığı “Hizmet mürtedleri” tespiti, cemaatin bölünmesini değil, kopmaları işaret ediyordu. Burada önemli bir ayrım var: Bölünme ile kopma ayrı şeyler. Bölünme, bir yapının kendi içinde iki veya daha fazla gruba ayrılması anlamına geliyor ama bu gruplar arasında hâlâ bir tür ilişki devam ediyor. Kopma ise tamamen ilişkinin kesilmesi, bağın ortadan kalkması.

Burada “Muteriz” ve “Muarız” diye adlandırabileceğimiz iki tipoloji var ki, aslında bu epey zamandır görmediğimiz dış basınçlarla harekete geçirildiği imajı da veren, dış gerilim odaklı tipolojiler. Ki bunlara ayrıca değineceğiz.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ise cemaat tarihinde ilk kez gerçek anlamda bir “bölünme” yaşandı. Bu süreçte üç temel dinamik ortaya çıktı ve bu dinamiklerin her biri kendi içinde çeşitli alt türlere ayrıldı. Bu durum biçimlerini sistematik olarak ele almak, hem cemaat sosyolojisi açısından hem de genel sosyal hareket çalışmaları açısından son derece değerlidir. Bu arada tekrar hatırlatayım; u analizdeki tespitler tamamen kendi subjektif fikirlerim olduğu gibi, oranlar da benim şahsi tahminlerimden oluşuyor. Herhangi bir ispatlanmış veriye dayanarak yazmıyorum. Böyle bir veriye ulaşırsam, zamanla tashih edeceğimden de şüpheniz olmasın.

İşte 2016 kırılması sonrasında ortaya çıkan üç temel dinamik.

A) Dirençli Çekirdek: Fırtınada Sağlam Duran Kitle (Yaklaşık yüzde 60)

Bu grup, 15 Temmuz sonrası yaşanan tüm baskılara, tehdit ve risklere rağmen hem hizmet idealini hem de cemaat bağlılığını koruyan kesimi oluşturuyor. Weber’in rutinleşme kuramı açısından bakıldığında, bu grup liderin fiziksel uzaklığına rağmen onun otoritesini içselleştirmiş ve kurumsal sadakat geliştirmiş kesim. McAdam’ın yüksek riskli aktivizm çerçevesinde ise, güçlü motivasyonel bağları, sıkı sosyal ağları ve risk alma kapasitesi olan önemli bir kitle.

Bu dinamiğin en önemli alt grubu ise “Kategorik Sadıklar” ve “Ne Olursa Olsun” yaklaşımı olsa gerek!

Necip Fazıl’ın Şeyh Abdülhakim Arvasi’nin etkisen girdikten sonra yazdığı şu şiir, bu kesimi anlamamıza yardımcı olabilir aslında:

“Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür/ Sana çöl gelen yere, o göl diyorsa göldür!”

Bu alt grup, cemaat yapısının en istikrarlı kesimini oluşturuyor. Bunlar, genellikle uzun yıllardır hizmette olan, cemaat kültürüyle tamamen bütünleşmiş, Gülen’in otoritesini hiç sorgulamayan kişilerden oluşuyor. Bu grubun en belirgin özelliği, yaşanan olayları “ilahi imtihan” çerçevesinde değerlendirmeleri. Başka grupların zaman zaman alaycı şekilde zikrettiği “Yolun Kaderi” kavramını benimseyen insanlar bunlar. Bu kesim için cemaat sadece sosyal bir yapı değil, aynı zamanda bir üst kimlik ve yaşam tarzıdır.

Bu kesimdeki kişileri kısıtlayıcı bir demografiye hapsedebilmek çok mümkün değil. Ne hareket içindeki tecrübeleri, ne yaşları, ne cinsiyetleri, ne aldıkları vazifeler.. Bunların hiçbirini kategorik olarak dahil edemiyoruz, kapsam dışında tutamıyoruz. Bu sebeple aslında tam da bizim öngördüğümüz Hizmetin cemaati kapsayıcılığı noktasında, cemaati hizmet olarak gören kitle demek mümkün.

Ve açıkçası bu kesimin cemaatten ayrılması, sadece sosyal bir kopuş değil, aynı zamanda kimlik krizi anlamına gelecektir. Bu nedenle, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen “sebat” etmeyi tercih ediyorlar.

Kategorik sadıkların davranış kalıpları son derece öngörülebilir aslında: Cemaat faaliyetlerine katılım devam eder, mali destek sürdürülür, sosyal çevreler korunur. Hatta baskılar arttıkça, bu grup daha da sıkı birleşir ve “biz-onlar” ayrımını güçlenir.

İkinci alt grubumuz; “Eleştirel Sadıklar” yani “Sorgulayanlar Ama Ayrılmayanlar” kümesi. Bu grup, dirençli çekirdeğin belki de en ilginç kesimini oluşturuyor. Yaşanan olayları sorguluyor, bazı konularda eleştiri getiriyor ama yine de cemaatten ayrılmıyorlar. Bu kişiler için cemaat, “mükemmel” bir yapı değil ama hala “en iyi” seçenek. Onlar, “elbette hatalar yapıldı ama temel değerler korunmalı” mantığıyla hareket ediyorlar.

Eleştirel sadıklar genellikle eğitim seviyesi yüksek, meslek sahibi, entelektüel kapasitesi olan kişiler. Bunlar, Hirschman’ın modelinde “ses” seçeneğini kullanan grup. Cemaat içi tartışmalarda aktif rol alıyorlar, eleştirilerini dile getiriyorlar ama “çıkış” seçeneğini kullanmıyorlar. Bu yaklaşımlarının arkasında hem manevi/duygusal bağlılık hem de rasyonel hesap olabiliyor.

Bu grubun cemaat için önemi büyük çünkü bunlar hem iç eleştiri mekanizmasını işleten hem de dış dünyayla ilişki kurabilen kesim yine bu grup. Aynı zamanda en çok “ses” kullanan grup oldukları için, onların memnuniyetsizlik düzeyi cemaat yönetimi için önemli bir gösterge niteliği taşıyor.

Ve üçüncü ilk ilk dinamik alt grubumuz: “Pragmatik Sadıklar…”

Cemaate giriş motivasyonlarına baktığımızda hemen herkes için istisnasız manevi tatmin, cevap bulma ya da huzurlu, mutlu hissetme şeklinde olmayacaktır. Tabiri caizse cemaat ile “mantık evliliği” yapan ciddi bir kitleden söz etmek mümkün. İşte bu grubumuz bu mantıklı kesimden oluşuyor. Aslında mantık ile pragmatizmin kesişiminden desek daha doğru olacaktır.

Bu alt grup, tamamen rasyonel hesaplarla cemaatten ayrılmama kararı alan kişilerden oluşuyor. Bunlar için cemaat üyeliği, bir “yatırım” niteliğindeydi. Bunu aşağılamak ya da olumsuzlamak bağlamında söylemiyorum şüphesiz, anlayabilmek adına yapıyorum bunu. Uzun yıllardır cemaat ağları içinde iş kurup geliştirmişler, sosyal sermayelerini bu ağlar üzerinden inşa etmişler ve şimdi bu kazanımlarını yaşanan süreç yüzünden kaybetmek istemiyor.

Pragmatik sadıkların motivasyonu, tamamen “maliyet-fayda” analizine dayanıyor. Cemaatten ayrılmanın getireceği kayıpları, kalmanın risklerinden şüphesiz daha büyük görüyorlar. Bu hesapta, iş ilişkileri, sosyal çevre, çocukların eğitimi, evlilik bağları gibi somut faktörler etkili oluyor.

Bu grubun cemaat bağlılığı “şartlı” nitelik taşıyor. Eğer dış baskılar çok artarsa veya cemaat ağlarının sağladığı faydalar önemli ölçüde azalırsa, bu grup kolayca başka kategorilere geçiş yapabiliyor. Nitekim 2016 sonrası süreçte, bu gruptan pragmatik mesafeye geçiş yapan çok sayıda kişi görüldü.

Evet, birçok kişiye tanıdık gelecek bir gruptan bahsedelim şimdi: “Duygusal Sadıklar.” Bir tür kızgın, hatta öfkeli ama bağlı olarak niteleyebileceğimi bu kesim, belki de en karmaşık alt grup. Bu kişiler, yaşanan olaylar nedeniyle cemaat yönetimine, bazı isimlere, hatta bazı durumlarda Gülen’e bile kızgınlar ama yine de cemaatten ayrılmıyorlar. Onların kızgınlığı, “Neden bu hale geldik? Kim bizi bu duruma düşürdü?” gibi sorulardan kaynaklanıyor ve sorumlulardan hesap sorulmamasına içerliyorlar.

Duygusal sadıkların cemaat bağlılığı, âdeta “kızgın aşık” psikolojisi gösteriyor. Cemaatten ayrılmak da bir seçenek ama belki isteseler bile ayrılamıyorlar, eleştiri getiriyor ama tamamen kopamıyorlar. Bu durum, onlar için büyük bir psikolojik gerilime sebebiyet veriyor. Ve bunun neticesinde ara ara öfke patlamalarına neden olabiliyor.

Haddizatında bu grubun cemaat içindeki varlığı, dinamizmi sağladığı için olumlu bile sayılabilir ama kimi zaman da ciddi problem oluşturdukları kesin. Zira eleştirileri yer yer yapıcı olmaktan çok duygusal ve yıkıcı olabiliyor. Ama aynı zamanda, cemaat içi demokrasinin ve çoğulculuğun da birer göstergesi sayılabilmeleri olumlu tabi.

B) Pragmatik Mesafe: Seçici Yaklaşım Sergileyenler (Yaklaşık yüzde 25)

Bu ana grup, 15 Temmuz sonrası dış baskılar nedeniyle cemaatten fiziksel olarak uzaklaşan ama hizmet idealiyle aralarındaki manevi bağı tamamen koparmayan kesimden oluşuyor. Bu kişiler, Weber’in rutinleşme sürecinde “selektif rutinleşme” yaşayanlar olarak tanımlanabilir. Yani liderin otoritesini tamamen reddetmiyor ama kurumsal yapıya zamanla mesafe koymaya başlıyor.

Bu ana grubun ilk alt grubu “Selektif Bağlılar.” Hemen açıklayayım, genel olarak “Hizmete evet ama Cemaat belki” anlayışındalar.

Bu alt grubun temel mantığı son derece net: Hizmet ideali doğru ama cemaat yapısı sorunlu. Bu kişiler, eğitim, diyalog, yardımlaşma gibi temel hizmet değerlerini benimsiyor ama cemaat örgütlenmesinden artık mesafeli duruyor. Süreç uzadıkça da “Hizmeti bireysel olarak yaparım, cemaat içinde olmama gerek yok!” mantığıyla hareket ediyorlar.

Selektif bağlılar, genellikle cemaat kültürüyle yetişmiş ama entelektüel açıdan özerk kişiler. Bunlar, Gülen’in yazılarını okumaya devam edebilir, hizmet projelerini destekleyebilir ama cemaat toplantılarına genelde katılmayıp mali yükümlülük almıyorlar artık. Bu yaklaşım, onlara hem zihinsel açıdan iyi hissettiriyor hem de pratik güvenlik sağlıyor.

Bu grubun cemaat açısından önemi büyük, çünkü bunlar tamamen kopmuş sayılmazlar. Uygun şartlar oluştuğunda, yeniden aktif cemaat üyeliğine dönebilme ihtimalleri ise yüksek. Aynı zamanda dış dünyaya karşı “Hizmet ideali ölmedi” mesajı vermeleri açısından da değerliler.

İkinci ana grubumuzun ikinci alt grubu, pek dillendirilmeyen enteresan bir alt grup: “Stratejik Gizleyenler.” Yaşanan kırılma neticesinde bir tür ikili hayat sürmeye başlamak durumunda kalmışlar. Bu kesim belki de en zahmetli durumda olan alt grup. Zira bu kişiler, içten içe cemaatle bağlılık duygusu taşıyor ama bunu açıkça göstermiyor. Hatta kamusal alanda, örneğin işyerinde, sosyal çevrede cemaat karşıtı görünmeye çalışırken, gizli bir şekilde cemaat faaliyetlerini desteklemeye devam ediyorlar.

Stratejik gizleyenlerin yaşadığı en büyük sorun, “ikili yaşam” yürütmek zorunda kalmaları. Bu durum, onlarda büyük psikolojik yorgunluğa sebebiyet veriyor çünkü. Zira sürekli olarak “Ortaya çıkar mı?” endişesi taşıyor, hangi ortamda ne söyleyeceğini hesaplıyorlar. Doğal olarak bu gerilim bir süre sonra kaldırılması zor bir sıklete dönüşüyor ve bu stres, zaman zaman depresyon ve anksiyete bozukluklarına yol açabiliyor.

Ama aynı zamanda bu grup, cemaat için çok değerliler çünkü “gizli destek ağı” oluşturuyorlar. Kritik durumlarda bilgi akışı sağlıyor, mali destek veriyor, ama aleni/resmi olarak cemaatle ilişkisi olmadığı için güvenlik riski taşımıyorlar.

Gelelim ikinci ana grubun üçüncü alt grubuna: “Şartlı Bekleyişte olanlar!” Bu kesimde genel olarak “Bakalım bu işin sonu ne olacak?” beklentisi hakim. Ve şu an için cemaate mesafeli duruyor ama gelişmelere göre pozisyon alacağını -kimi zaman bunu açıkça belirtenler bile olabilir- düşünen kişilerden oluşuyor. Onların temel mantığı “bekle-gör” stratejisi. Eğer cemaat bu krizi atlatırsa, iktidar değişirse, baskılar azalırsa yeniden yakınlaşabilirler.

Şartlı bekleyenler, genellikle pragmatik düşünen, risk almaktan çekinen ama tamamen köprüleri yıkmak da istemeyen kişilerden oluşuyor. Onlar için cemaat aidiyeti, şartlara bağlı bir tercih. Bu yaklaşım, onlara maksimum esneklik sağlıyor ama aynı zamanda ne cemaat içinde ne de dışında tam kabul görmelerine engel oluyor.

Bu grubun varlığı, cemaat için hem umut verici hem de endişe verici olmalı. Umut verici çünkü potansiyel arkadaş rezervi oluşturuyor, endişe verici çünkü bu kişilerin bağlılığının ne kadar güvenilir olduğu belirsiz.

C) Tam Ayrılma: Köprüleri Yakanlar (Yaklaşık %15)

Bu grup, 15 Temmuz sonrası cemaatten tamamen kopan, hatta çoğu zaman cemaat karşıtı pozisyon alan kesim. Bu kişiler, Hirschman’ın modelinde “çıkış” seçeneğini kullanan ama aynı zamanda “negatif ses” de çıkaran grup. Yani sadece ayrılmakla kalmıyor, aynı zamanda cemaati eleştiriye de aşıp, zaman zaman aleyhine aktif faaliyette bulunuyorlar. Bazı zamanlar ise, cemaati yok etmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekten çekinmiyorlar. Bunları da 4 alt gruba ayırabiliriz.

Birincisi “İdeolojik Karşıtlar” yani “Erdoğan haklıydı!” diyenler. Bu alt grup, 15 Temmuz sonrası yaşanan gelişmeleri değerlendirdikten sonra, AKP ve Erdoğan’ın haklı olduğu sonucuna varan kişilerden oluşuyor. Bu kişiler, “devlete karşı gelmenin yanlış olduğunu”, “cemaat sınırını aştığını”, ve hatta iktidar anlatısına bütün bütün kabullenip “paralel yapılanmanın doğru olmadığını” düşünüyor.

İdeolojik karşıtların cemaatten kopuşu, genellikle dramatik şekilde gerçekleşiyor. Bu kişiler, sadece ayrılmakla kalmıyor, aynı zamanda eski cemaat arkadaşlarını ikna etmeye çalışıyor, her fırsatta cemaat aleyhine açıklamalar da yapıyor. Onların bu tavrı ise, eski arkadaşları tarafından “ihanet” olarak görülüyor ve büyük tepki çekiyor.

Bu grubun temel motivasyonu biraz karmaşık. Bazıları gerçekten ideolojik değişim geçiriyor, bazıları travma sonucu tepkisel davranıyor, bazıları da stratejik nedenlerle bu pozisyonu tercih ediyor. Sonuç olarak, bu grup cemaat için hem en büyük hayal kırıklığı kaynağı hem de en ciddi tehdit oluşturuyor.

Aslında “ideolojik karşıtları” anlayabiliyorum ama birazdan anlatacağım alt grup açıkçası midemi bulandıracak kadar itici geliyor bana. Bu gruba “Pragmatik Karşıtlar” ismini verdim. Kastım ise şu: Çıkar hesabıyla taraf değiştirenler.

Gözünüzün önüne ilk olarak Hüseyin Gülerce tipolojisi gelecektir eminim. Dediğim gibi bu alt grup, tamamen pragmatik hesaplarla cemaat karşıtı pozisyon alan kişilerden oluşuyor. Bu kişiler, “galip tarafta olmak” için iktidar yanında yer almayı tercih ediyor. Onların cemaatten kopuşu, ideolojik değil, tamamen çıkarcı nitelikli.

Pragmatik karşıtların en belirgin özelliği, “rüzgarın hangi yönden estiğini” çok iyi takip etmeleri. Bunlar, cemaat güçlüyken cemaat yanında, iktidar güçlü olduğunu görünce iktidar yanında yer alıyor. Bu yaklaşım, onları hem eski cemaat arkadaşları hem de yeni çevrelerince güvenilmez görülmesine neden olduğunu bilseler de bunu umursamamaya çalışıyorlar. Hatta bu imajı kırmak için, cemaate en büyük fenalığı bunlar yapmak istiyor ve en ağır eleştiri ve saldırı bu gruptan geliyor.

Bu grubun cemaat açısından vereceği zarar sınırlı çünkü onların cemaat hakkındaki bilgileri genellikle yüzeyseldir. Ama yine de “içerden bilgi” veriyor görüntüsü verdikleri için, propaganda değeri açısından kullanılabiliyorlar.

“Travmatik Kopanlar” ise bir başka alt grup. Bunlar cemaatten (hizmetten değil) hayal kırıklığıyla uzaklaşanlardan oluşuyor.

Bu grup, yaşanan olaylar neticesinde derin bir hayal kırıklığı yaşayan ve bu travmayla cemaatten kopuyorlar. Bu kişiler, genellikle cemaatle güçlü duygusal bağları olan, uzun yıllar fedakarlık yapan, cemaat için büyük riskler alan kişiler.

Travmatik kopanların yaşadığı süreç, âdeta “yas tutma” sürecine benziyor. Önce inkâr, sonra öfke, sonra pazarlık, sonra depresyon ve en son kabul aşamalarını yaşıyorlar. Bu süreç, onlar için son derece yorucu ve sancılı oluyor. Çünkü sadece bir manevi yapıdan ayrılmıyor, aynı zamanda hayatlarının anlamını da sorguluyorlar.

Bu grubun cemaatten kopuşu genellikle “sessiz” oluyor. Pragmatik karşıtların aksine bu kesimin çoğu büyük bir gürültü çıkarmadan, usulca uzaklaşıyor cemaatten. Ve fakat bazıları da öfke patlaması yaşayarak, cemaat aleyhine sert açıklamalar yapabiliyor. Her iki durumda da, bu kopuş onlar için büyük bir psikolojik bedel gerektiriyor.

Ve geldik son gruba: “Fırsatçı Dönekler!”

Bunlar düpedüz menfaat peşinde koşanlar. Bunların cemaate. Tamamen fırsatçı motivasyonlarla hareket eden ve cemaat karşıtlığından maddi veya manevi çıkar sağlamaya çalışan kişilerden oluşuyor. Daha önce bir şekilde cemaatten nemalanan bu kişiler, cemaat karşıtlığından ekmek yemeye bakıyor. Cemaat aleyhine yazdıkları kitaplardan, verdikleri röportajlardan, yaptıkları programlardan para kazanmaya çalışıyorlar. Cemaat mensupları da bunları merakla takip ettiği için tuhaf bir döngü yaşanıyor. Bunlar cemaat aleyhine coştukça cemaat takip ediyor, takip çoğaldıkça ‘Tık” sayısı artıyor, bunu gördükçe daha çok saydırıyorlar!

Fırsatçı döneklerin en belirgin özelliği, cemaat hakkında “magazinel ve sansasyonel” iddialar öne sürmeleri. Çünkü ne kadar çarpıcı iddia ortaya atarlarsa, o kadar ilgi çekiyor ve o kadar para kazanıyorlar. Bu nedenle, onların iddiaları genellikle abartılı, çoğu zaman gerçek dışı oluyor. Ama ne gam!

Bu grubun cemaate verdiği hasar kimi zaman diğer gruplardan daha büyük olabilir çünkü özellikle günümüzde sosyal medyada çok görünüyor ve kamuoyunu etkileyebiliyorlar. Ama aynı zamanda, onların motivasyonları açık olduğu için, ciddi insanlar tarafından pek ciddiye alınmıyorlar.

Bir sonraki yazıda “Zihni Berraklar-Kafası Karışıklar” Dikotomisinin tehlikeli basitleştirmesine göz atacağız.

 

4 YORUMLAR

  1. Osman Şimşek Önce Bir Teşekkür Etmeli

    Hizmeti yok etme vazifesi ile de vazifelendirilen ve 2004 yılında Mgk kararı ile resmen işe başlayan, bir maşa olan Akp’yi o kobralıkları içinde -Allahın izni ve inayeti ile- dizginlenmesine vesile olmuş kişilerden biri olarak biliyorum Ekrem Dumanlı Abiyi.

    O derece o şer insanlarla mücadele, dans ediliyordu ki, Hizmeti yok etme kararı almış bir Akp döneminde benim tahminim 8, 10 kat daha fazla büyümüştü Hizmet.

    O nasıl cehd, gayret, taktiklerdir ki, bir maşa olan Erdoğanı yurt dışındaki efendilerine;
    “problem yok, herşey kontrolüm altında, sayıları abartılacak kadar değil, icabına bakacağım…” minvalinde şeyler diyerek rapor vermesine vesile olmuşlar, bu arada da civcivler büyüyüp serpilmişlerdi.

    4, 5 yıl önce Tv’de Bir proğramda Doğu Perinçek nasıl hayıflanıyordu! 28 Şubat için diyordu: “Adamlar (subaylar) tam bir Atatürkçü idiler, bizim gibi denize giriyorlardı, eğleniyorlardı.
    Amacımız o insanları ihraç ettirmekti. Fakat biz onlar yerine başkalarını ihraç edip, iş tamamdır dedik” 3 aşağı 5 yukarı şeklinde söyledi.

    Ben o zaman yapılan tedbirleri -sadece zalimden korunmak amaçlı- ne derece yerinde ve gelecek perspektifli olduğunu gördüm, hayranlığımı gizleyemedim. Şayet bu tedbirler uygulanmasaydı, Hizmeti daha küçükken ezmeye çalışacaklardı.

    Ve tanımadığım nice isimsiz fedakarlara da teşekkür borçlu bu Ülke, bu millet ve bu Hizmet …

    Fakat Osman Şimşek, sanırım bu cehennemvari ortamlarda bulunmadığı için tam hissedemiyor sanırım.

    Her insan herşeyi tam hissetmeyebilir, vakıf olmayabilir ama hemen bir neticeye varmadan sorabilir.

    Risaleden hatırımda kalan, sanki:

    “…SEBEBİNİ BİLMEDİĞİ BİR KONUDA KARDEŞİNİ TAKBİH ETMEDSİN…”

  2. Bu yazı dizisinin başında meseleye bilimsel bir çerçeveden yaklaşmak gerektiğinden bahsetmiştiniz. Ve bu son iki yazıda da birçok tespitte bulunmuş, hatta bazı yüzdeler vermiş, tipolojiler oluşturmuşsunuz. Olaylara sosyal bilimsel açıdan yaklaşmaya çalışıyor gibisiniz ama tüm bu tespitleriniz sizin kendi kişisel gözlemlerinizden mi oluşuyor veya elinizde niteliksel veya niceliksel bir çalışma verileri mi var? Eğer kişisel gözlemlerinize dayanıyorsa bu yazdığınız şeyler bilimsel değildir, sadece gözlemlerinizi çeşitli bilimsel kuramlar ile açıklama çabasıdır. Eğer konuların bilimsel bir çerçevede konuşulmasını istiyorsanız elinizde bilimsel bir veri olmalı, kişisel gözlemler değil. Aksi takdirde ben nereden bilebilirim sizin gözlemlerinizin doğru ve tarafsız olduğunu? Örneğin, tam ayrılma yüzde 15 demişsiniz. Bunu neye göre söylüyorsunuz? Üç tane ana gruba ayırmışsınız. Bunu neye göre söylüyorsunuz? Sosyal medyadan veri çekerek bir söylem analizi mi yaptınız, Hizmetten insanlarla mülakat yaparak bilgi mi topladınız, anket mi gönderdiniz?

    Yazı dizisinin başında ‘Oysa ihtiyaç duyulan şey, bu tartışmaları daha sakin bir zeminde, bilimsel çerçevede ele almak olsa gerek’ demişsiniz ama yazınız bir bilimsellik de içermiyor, sakinliğini de yer yer kaybediyor. Yazınız bilimsel bir veri üzerine bina edilmemiş, kişisel gözleme dayalı ve bu yüzden de isabet oranını çok tahmin edemeyeceğimiz birçok tespitten oluşuyor; bu açıdan daha çok düşünsel ve felsefi bir yazı. Ayrıca ‘Fırsatçı dönekler!’ gibi bir kategori oluşturmuş olmanız ve bunları mide bulandırıcı olarak nitelendirmeniz de o başta bahsettiğiniz ve başkalarına önerdiğiniz sakinliği bayağı bir bozmuş.

  3. Tebrik ederim sizi. çok güzel bir yazi. Bir soru ve belkide öneri olarak sunu söylemek istiyorum

    Bunlarin hepsini bilen ve en iyi idrak edebilenlenlerden biri olarak kategorik sadiklar grubundan elestirel sadiklara gecmeniz ve bunu tavsiye etmeniz gerekmez mi?

    (daha önceki sosyal medya paylasimlariniz ve tutumlarinizdan yola cikarak edindigim izlenimler ve yazidaki elestirel sadiklar grubunun cemaate en faydali grup olduğu görüsünüzden yola cikarak bu soruyu sorma ihtiyaci duydum. Izlenimlerim doğru değilse lütfen tashih ediniz)

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin