İlk taşı Rukiye atsın!

DENİZ ZENGİN | YORUM

Uzun bir zaman dilimi oldu ki, yazmaya uzak kaldım. Kalemim, sanki yazarken anlam bulmuşçasına, kırıldı. Düşüncelerim dağınıktı; kırık dökük, parçalanmış bir yapbozun hatırlatması gibiydim. Zihnimdeki dağınıklık, her geçen gün biraz daha arttı. Bir noktada anladım ki, bir daha asla anlaşılmayacağım. O yüzden, sözcükleri bir kenara bıraktım. Kendi içimde, kendi küçük evrenimde huzur arayarak geçirdim zamanımı.

Artık Diyojen gibi sokaklara çıkıp bir adam aramak, her gece düşündüğüm anlaşılmak ihtiyacı aranan bir şey olmaktan çıkmıştı. Zihnimi meşgul etmiyor, her hadiseyi kabulleniyordum. Ahmet, Abdullah’a ne soruyor, Fuat, İsmail’e ne diyor? Faruk bu konuda ne düşünüyor? Hiçbir şey umurumda değildi. Kendime bir kahve hazırlıyor, arada göz gezdiriyordum. Meğerse içimde, hep bir köşede bekleyen, ölmesini sabırla beklediğim duygular pusudaymış.

Üniversiteden tanıdığım Rukiye’nin tutuklandığını duyduğumda, yalnızlığımın ne denli derin olduğunu fark ettim. Ve fark ettim ki, sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da yalnızlaşmışım. İnsanın en derin zindanı, bazen kendisiyle kaldığı o içsel hapsidir. O an hissettim ki, gerçekten, bir zamanlar sonsuz özgürlük diye düşündüğüm şey; bir kabus haline gelmişti. Zihnimdeki yalnızlık, Esed zindanlarının sinsi bir gardiyanın elleri kelepçeli mahkumu 10 kat aşağı götürmesi  gibi diplerdeki boşluğa çekiliyordu.

Karanlıklarda masum birini arıyordum. Zihnimdeki podyumdan alıp, o kadını dünyanın en günahkâr kadınına taş attıracaktım. İşte o an, içimde bir ses yankılandı: “İlk taşı Rukiye atsın!” Hangi taş mı? İncil’de geçen o ünlü anekdot aklıma geldi: Bir kadın zina yaparken yakalanmış ve İsa’nın huzuruna getirilmişti. Taşlanarak öldürülmesi istenmişti. Ancak İsa, derin bir sakinlikle, “Aranızda günahsız olanınız, ona ilk taşı atsın” demişti. Ve hiç kimse, kadını yargılamaya cesaret edememişti. Ne bir el ne de bir göz kaldırılabildi. İsa, kadını affederek serbest bırakmıştı.

Zihnimde ise Rukiye, kadına taş atmaya hazırlanan, gözleri öfkeyle parlayan azgın erkeklerin önünde bağırıyordu: “Bu kadına günahkar diyerek linç edeceksiniz. Eğer zinakârsa bu günahı tek başına mı işledi? Ey kalabalıklar, durun! Burası çıkmaz sokak!”

Ama öyle olmadı… Akılsızlar, cahiller, karanlık gönüllüler, utanmazlar, azgınlar hep bir ağızdan suçlu diye avazları çıkana kadar bağırarak Rukiye”ye o taşı fırlattılar. Taşlar, daha kimse ne olduğunu anlamadan, Rukiye’ye doğru yönelmişti.

Bu dünya, her geçen gün biraz daha fazlasını kabul etmemizi bekliyordu. “Alıştık,” dediğimiz her günde, yeni bir ahlaksızlıkla daha karşılaşıyorduk. Çocukları ve kocası, olanları bir türlü sindiremiyordu.

Gerçek sorun, alışmak değil; o nefreti, o karanlığı görmeyi istememekti. Yalnızlığımın zindanında derinleşirken bir kadını daha Rukiyeyi de tutukladılar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin