AV. SÜLEYMAN YILDIRIM*
Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü… Türkiye’nin kadın hakları karnesi yine zulüm, adaletsizlik ve hukuksuzluklarla dolu.
Dünyaya gelmesine sadece birkaç gün kalmıştı. Yaşama “Merhaba” diyecekti. Nefes alacak, annesiyle, babasıyla tanışacak, minicik ellerini onların avuçlarına bırakacaktı. Daha adı bile konulmamıştı. Annesine attığı küçük tekmelerle, “Ben buradayım!” diyordu.
Anne ve baba, tarifsiz bir heyecan içindeydi. Ama hayat, onların umutlarını acıya, sevinçlerini kedere dönüştürecek zalimce bir sınav hazırlıyordu. Doğumun yaklaştığı günlerde hastaneye yatış yapılmış, doktorlar ve hemşireler doğum için hazırlıklara başlamıştı. Ancak birdenbire odaya rejimin polisleri doluştu. Ellerinde bir gözaltı kararı vardı.
Suçlama mı? “Terör örgütü üyeliği!” Ülkenin adeta çivisi çıkmıştı.
Rejimin desteklediği mafyalar ve faili meçhul infazlar… İçişleri bakanlarıyla fotoğraf çektiren uyuşturucu baronları, kara para aklayanlar… Kırmızı bültenle aranan ama sokaklarda serbestçe dolaşan suç örgütü liderleri… Sokak ortasında gasp edilen insanlar, trafikte linç edilmeye varan kavgalar, gündüz vakti yapılan hırsızlıklar…
Şehir merkezlerine kamyon kasalarında getirilen yüzlerce kaçak göçmen… Çocuklara yapılan tacizler… Kadın cinayetleri, her geçen gün artan şiddet…Uyuşturucunun suç olmaktan çıkmışçasına her yerde kullanılması…
Bunlarla mücadele etmesi gereken rejimin polisleri, tüm bunları görmezden gelip doğum yapan bir anneyi ve yeni doğan bir bebeği gözaltına almakla meşguldü. Çünkü, Özlem Zengin gibi milletvekillerine ve diğer iktidar yetkililerine göre, bu masum bebek doğuştan suçluydu. Ve onların gözünde, en azılı katillerden bile daha tehlikeliydi. Ege’de zulümden kaçarken boğularak vefat eden bebek bile “terörist” olarak görülüyor; cenazesi için cenaze aracı bile verilmiyordu.
Polislerin bakışları soğuk, sözleri keskin bir bıçak gibiydi. Doktorların itirazları, “Anne ve bebek risk altında!” uyarıları duymazdan gelindi. Anne, doğum sancıları arasında bir yandan bebeği için korku dolu gözlerle bakarken, diğer yandan bu haksızlığa boyun eğmemek için mücadele ediyordu. Polisler istemeye istemeye odanın kapısında beklemeye razı oldu. Bebek, anne karnında bu zulmün ilk tanığıydı.
Ve sonunda dünyaya gözlerini açtı. Ama bir hastane odasında değil, nefretle yoğrulmuş bir düzenin adaletsizliğinde… Bebek, annesiyle birlikte gözaltına alınmıştı bile… Doğumhaneden çıkarken onu kucaklayan soğuk bir dünya bekliyordu. Gözaltı koşullarında dünyaya gelen bu masum bebek, yaşamına işkencelerle başlamıştı. Daha annesinin kokusunu doya doya içine çekemeden ayrılmak zorunda bırakılmıştı. Anne sütüyle tanışamadan, annesinin gözaltında tutulduğu karakolun duvarları arasında bir başına bırakılmıştı.
Neydi bu yavrucağın suçu?
Anne karnındayken, daha doğmadan annesinin gözaltına alınmasının sancısını yaşaması mı? Hastaneden sonra ilk durağının, rejimin işkence merkezi olan bir karakol olması mı?
Sonrasında, adaletin, hukukun ve hakkaniyetin olmadığı bir mahkemeye sevk edilerek, yargıçların vicdanlarını susturduğu ve kalemlerini düşman hukukuna göre kullandığı bir düzenin kurbanı olması mı?
Ve yapılan yargılama sonunda, daha gözlerini açmadan en az 6 yıl hüküm giymek… İlkokul çağına kadar cezaevi duvarları arasında büyümek… Toprağı, havayı, parkları hiç görememek…
AKP rejimi, 17-25 Aralık’tan sonra başlattığı ötekileştirme, hukuksuzluk ve baskı politikalarına bugün de hız kesmeden devam ediyor. Bu zulmün en büyük mağdurları ise masum insanlar, özellikle de kadınlar ve çocuklar.
Bugün, 800’e yakın bebek ve çocuk hâlâ cezaevinde. Soğuk duvarlar arasında büyüyen, parkları hiç bilmeyen, yeşili hiç görmeyen, babalarını tanıma şansı bile olmadan büyüyen bir nesil… Yargı, siyasetin maşası olmuş; adaleti, hukuku, kuralları ve vicdanı tamamen rafa kaldırmış durumda. Yüzlerce kadın ve bebek, rejimin demir pençesi altında tutsak kalmaya devam ediyor.
Bugün Dünya Kadınlar Günü. Ve Türkiye’nin kadın hakları karnesi yine aynı utanç verici tabloyla dolu: Adaletsizlik ve zulüm…
Ama hiçbir hukuksuzluk sonsuza kadar sürmez. Bir gün hukuk hukuksuzluğu irtikâp edenlerden hesap soracak. Ve o gün geldiğinde, zulümle yükselenlerin saltanatı yerle bir olacak. Anne karnında tutuklanan bir bebeğin, bu çarpık düzenin utanç tablosunda nasıl bir yara açtığını da tarih elbet yazacak.
*Konuk Yazar

“Sessiz Kalmayın, Adalet İçin Konuşun!”
Bu tarihi fırsatı değerlendirmek, adaletin tecellisi için herkesin elini taşın altına koymasını gerektiriyor. KHK ile mağdur edilmiş binlerce insan, aileleriyle birlikte milyonları bulan bir topluluğa dönüşmüş durumda. Ancak, bu mağduriyetin çözümü için herkesin suskun kalması, korkuya teslim olması, umutsuz olması,yalnızca seyirci olmayı seçmesi adaletin önünde büyük bir engel teşkil ediyor.
Yanlış Bir Algı: “Af KHK’lıları Kapsamayacak”
Bugüne kadar birçok kişi, “Af KHK’lıları kapsamaz, bu yüzden çaba göstermeye gerek yok.” düşüncesine kapılmış durumda. Ancak bu algı, KHK mağdurlarının sessiz kalmasına neden olan büyük bir yanılgıdır. Oysa toplumsal meselelerde ısrarla gündem oluşturmak, çözüm yolunda en önemli adımdır. Eğer bir hak aranmaz, mağduriyetler yüksek sesle demokratik hukuk yolu ile dile getirilmezse, kamuoyunun dikkatini çekmek imkânsız hale gelir.
Bu günlerde herkesin gündeminde olan kamuoyuna yansıyan Öcalan ile ilgili tartışmalar, toplumsal yönlendirmenin algının ne kadar etkili olabileceğini gösterdi. Bazı meseleler yıllarca tartışılmasa bile, birileri bunu tekrar gündeme getirdiğinde siyasetin ve medyanın ilgisini çekebiliyor. KHK konusunda da benzer bir kararlılıkla hareket edilmeli. Bu mesele, yalnızca bir grup insanın çabasıyla değil, herkesin kendi konumuna ve durumuna uygun şekilde konuşmasıyla kamuoyuna taşınabilir.
Bugün eli kalem tutan yazarlar, akademisyenler, sanatçılar, iş insanları, siyasetçiler, kanaat önderleri, muhtarlar ve sıradan vatandaşlar… Herkesin bu konuda konuşması gerekiyor. Evlerde, sokaklarda, iş yerlerinde, sosyal medyada, basında KHK konusu sürekli gündemde tutulmalı. Eğer bu mağduriyet unutulursa, çözüm de uzak bir ihtimal haline gelir.
Bugünler, KHK meselesini kamuoyunda tartışmaya açmak için daha çok görünür olmak tarihi bir fırsat. Herkes en yakınındaki milletvekillerine, gazetecilere, kanaat önderlerine, STK’lara ulaşarak bu konuyu gündeme taşımalı. KHK mağdurları, sosyal çevrelerinde iktidar partisiyle doğrudan ya da dolaylı bağlantısı olan birçok insanla birlikte yaşıyor.Kan bağı akrabalık bağı var.Bu mağduriyetin haksız olduğunu ve son bulması konusunda herkes artık hemfikir. Toplum, dünya son 10 yıldır KHK mağdurlarının hayatlarını, ahlaklı duruşlarını, toplum içindeki varlıklarını gözlemledi ve vicdanlarda bu konunun bir yara olduğu artık açıkça konuşuluyor. Şimdi bunu sessizce fısıldamak yerine, yüksek sesle dile getirme zamanı.
Sessizlik Çözüm Değildir
KHK mağdurlarının her birinde sesimizi ilgililere duyurma ve bu mücadeleyi sürdürme gücü var. Hiç kimse “Beni ilgilendirmez” ,”Neme lazım” diyerek kenara çekilmemeli. Unutulmamalıdır ki, eğer bugün susulursa, yarın konuşmak için çok geç olabilir.Bu konuda her bir adım herbir konuşma konuşulması gündem olma yarınlarımız için daha fazla umut demektir Toplumun vicdanını harekete geçirmek, adaleti sağlamak için herkesin bu süreçte aktif rol alması gerekiyor. Bu, sadece mağdurlar için değil, hukukun üstünlüğü ve adaletin sağlanması için de önemli bir adımdır.