İktidara çalışmak için AKP’li olmak gerekmiyor

TARIK TOROS | YORUM

Tayyip Erdoğan iktidarının muhalefeti dizayn etmesine ve olası rakiplerini sindirmesine dair yakın tarihte çok sayıda örnek var; fakat en dramatik olanı MHP’de yaşanmıştı. Milliyetçi Hareket Partisi’nde muhaliflerin 19 Haziran 2016’da düzenlediği olağanüstü kurultay, bugün CHP’de siyaset yapan (dönemin MHP MYK üyesi) Cemal Enginyurt’un açtığı dava sonucu iptal edilmişti.

O dönemde dört genel başkan adayı vardı: Meral Akşener, Sinan Oğan, Koray Aydın ve Ümit Özdağ. Muhalifler, 700’ün üzerinde delegenin desteğiyle parti tüzüğünü değiştirmiş ve olağanüstü kurultay kararı aldırmışlardı. Saray yargısı buna geçit vermedi; Erdoğan, iktidar ortağı Devlet Bahçeli’yi adeta ipten aldı.

Aslında o gün kurulan koalisyon, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve hemen sonrasında Bahçeli’nin çağrısıyla gidilen 16 Nisan 2017 tarihli “Türk tipi başkanlık” referandumu ile ete kemiğe büründü. Bugünden geriye bakıldığında, MHP’deki dizaynın ne uğruna yapıldığı çok daha net anlaşılıyor.

Parçalı muhalefetin kaybettiği 2018 ve 2023 seçimleriyle beşer yıl heba oldu. Ondan önceki 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimindeyse Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli ikilisinin ‘çatı adayı’ Ekmeleddin İhsanoğlu -yakından takip ettiğim- son derece cılız bir kampanyayla, kazanması olanaksız bir yarışa sürülmüştü. MHP sahada yoktu; CHP ise seçim otobüsü ve kampanya ekibi gibi son derece sınırlı bir destek sunmuştu. Meydanlar bomboştu.

Yani çekirge iki değil, üç kez sıçradı ve başaramadı aslında. Şimdi dördüncü sıçrayışa, yine bölük pörçük ve türlü yargı manevralarıyla kuşatılmış biçimde hazırlanılıyor. İktidar, bu defa en güçlü Cumhurbaşkanı adayını hapse attı; CHP’yi ise -eli kulağında beklenen- kurultay iptal kararıyla ya yeniden dizayna ya da bölünmeye zorluyor.

2014–2023 sürecindeki belli başlı, belirleyici tüm aktörler yıprandı; itibarlarını kaybettiler, siyaseten tüm güvenilirliklerini yitirdiler. Gelgelelim bu yazıyı, 2018’in kaybedeni, “Adam kazandı!” mesajıyla daha seçim gecesi havlu atan Muharrem İnce’nin CHP’ye katıldığı haftada yazıyor olmam da ayrı bir ironi.

İnce, CHP’nin büyük zafer kazandığı 2024 yerel seçimlerinin hemen öncesinde, 7 Şubat 2024’te CHP yönetimini “terör örgütleriyle yavşak bir ilişki içinde olmakla” suçlamıştı.

***

Türkiye’de seçimi kaybedenin siyasete veda ettiği bir iklim yok; belki de hiç olmadı. Erdal İnönü gibi saygın biçimde emekli olup bir daha dönmeyen isimler ancak parmakla gösterilebiliyor. Meral Akşener ve Muharrem İnce gibi, Kemal Kılıçdaroğlu da kaybettiği halde bırakmadı.

Partinin kayyıma kalmasındansa, önceki genel başkan olarak toparlayıcı bir rol üstlenebileceğini zannediyor. Oysa mahkeme, Kılıçdaroğlu’nun görevi kabul edeceği varsayımıyla bir karar verecek. Önceden reddetse plan çökecek. Sözüm ona görevi çaresizce kabul ederek bu kurguya meşruiyet sağlıyor.

İktidarın tek planı CHP değil.

Türkiye’de otoriterlikten diktatörlüğe geçiş yaşanıyor ve bu süreç doğrudan değil, dolaylı yollarla devreye sokuluyor. Örneğin, yeni anayasa hamlesiyle iktidara avantaj sağlayacak bir düzenleme hedefleniyor. Yalnızca Erdoğan’ın yeniden adaylığı değil, türlü manipülasyonlara rağmen artık sürdürülemeyen yüzde 50+1 sistemi de bu yolla değiştirilecek. Hesap bu.

Bu değişiklik, Meclis’te DEM Parti’nin desteği ve milletvekili transferleriyle sağlanmaya çalışılacak. Seçim yasalarında da değişiklik yapılacak; elektronik oy gibi araçlarla sonuçlara müdahale edilebilecek. Gerekirse savaş ya da terör tehdidi gibi unsurlar baskı aracı olarak devreye sokulabilir -ki hiç zor değil.

***

Türkiye’yi yöneten yapı artık klasik bir otoriter rejim değil; faşizmin de ötesine geçmiş, kötülükte şeytana parmak ısırtacak bir organize kötülük mekanizmasıdır. Tek başına “Devlet çökmüş” demek yetersiz kalır. “Paralel yapı” diye yıllarca propaganda yapanlar, önce kendi paralel devletlerini kurdu, sonra tüm erkleri oraya bağladı. “Darbe” dedikleri şey ise, güçlerini pekiştirdikleri ve tüm muhalefeti tasfiye ettikleri muazzam bir operasyondu; yani asıl darbeyi kendileri yaptı.

18 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve 19 Mart’ta gözaltına alınmasıyla birlikte, bu yapı artık karanlık niyetlerini gizleme gereği bile duymayan, Saray ve çevresinde kümelenmiş bir koalisyon haline geldi. Karşımızda yalnızca siyasi bir rakip değil; organize olmuş bir çete var. Muhalefetin hâlâ bir şeylerin “normalleşebileceği” umudunu taşıması ya saflık ya da işbirlikçiliktir. Bu tablo karşısında uyanmayanın niyeti sorgulanmalıdır.

***

İsimlerin bir önemi yok; çoğu şimdiden tarihe berbat biçimde geçti. Bu şartlar altında direnmek bir tercih değil, bir varoluş meselesidir. Demek istediğim tam da bu.

Gemi batıyor, herkes boğulacak. Ve artık bunun farkında olarak hareket etmek gerekiyor. Çünkü bu enkazın altında kalmak istemeyen herkes, artık susarak değil, ayağa kalkarak konuşmak zorunda.

Bir de şu: Ne yazık ki “muhalif siyaset çöplüğü”ndeki onca isim, bugünkü aktörlere kayıtsız şartsız güveni ve peşlerine takılmayı da alıp götürmüştür.

Belki de bu, iyi bir şeydir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin