Hükümetle, Hizmet Hareketi nasıl barışır?

PROF. DR. SALİH HOŞOĞLU | YORUM

Akademisyen, siyaset bilimci Gökhan Bacık’ın “Devlet, cemaat, siyasi çözüm – Bir yol haritası önerisi” yazısı oldukça ses getirdi ve bu tartışmaya çok geniş bir kitle katıldı. Özellikle sosyal medyada konu yoğun şekilde tartışıldı/tartışılıyor. Kişisel olarak böyle bir tartışmayı kesinlikle faydalı bulduğumu belirteyim. Gökhan Bacık’ın yazısındaki birçok hususa katılmamakla beraber konunun usulü dairesinde konuşulabilmesini önemsiyorum.

Haklılığımızı göstermek adına eleştirilere cevap vermek veya fikirleri kritik etmek gerekir. Eleştirenlerin niyetlerini okuma/ sorgulama veya onların kişiliklerine saldırma yoluna asla girilmemelidir. Her eleştiride bir haklılık payı olabilir, hiç haklılık payı olmasa da nezaketle dinleyip değerlendirmek en uygunudur. Herkes medenice doğrularını savunmalıdır. Bu meyanda Gökhan Bacık’ın önerisini reddedebiliriz, yanlışlayabiliriz, naif bulabiliriz -ki ben çok naif buldum- ama niyet sorgulaması yapmamalıyız. Kişilikleri hedef almamalıyız.

Devletin bir ‘çözüm’ arayışı yok!

Şahsen devletin (siz onu hakim zihniyet/ittifak olarak anlayın) bir çözüm aradığını/istediğini sanmıyorum; hatta bunun böyle olduğunu hepimiz biliyoruz. Zira şu anki durum devlete hakim olanlar için ideal. Devletin bugün Hizmet Hareketi ile barışmayı yahut Cemaat’in kendini feshini niye istemeyeceği çok uzun bir yazının konusu olabilir. Kısaca özetlemeye çalışacağım.

Nasıl ki doksanlı yıllarda PKK’nın varlığı devletin düşman ihtiyacı için kullanışlı idi, bir aralar onun yerini “irtica” alınca PKK bir müddet geri çekildi. O zamanlar PKK için bir çözüm istenmiyordu; ta ki yeni düşman bulunana kadar bu durum böylece devam etti. Şimdi de aynı durum söz konusudur, hatta çok daha ötesindedir. Zira PKK devlet için bir risk idi, Hizmet’in hiçbir riski yok!

Gökhan Bacık, Hizmet ile PKK’yı kıyaslayarak bir öneride bulunuyor. Eskilerin tabiri ile bu kıyas “butlan ile maluldür”. PKK’nın kendini feshetmesi mevzusu tamamen ayrı dinamiklerle ilgilidir. PKK’nın silah bırakmasını ve (şayet olacaksa) meseleye siyasi çözüm bulunmasını Türkiye devletinin büyük bir başarısı ve PKK’nın kendi kendine verdiği bir kararı ve inisiyatifi olarak almak doğru bir çözümleme değildir.

Sapla samanı karıştırmak!

Bu konuyu şöyle görüyorum: PKK Suriye’de bir devlet kurdu (defacto bir devlet oldu) ve bu devlet ABD ve bazı AB ülkeleri tarafından desteklendi, tanındı, kurduruldu… Sanki bu devletçik için Suriye yeniden dizayn edildi. Örgütün böyle bir devleti varken başka bir ülkede (Irak’ta) dağ başında bir silahlı grup onlar için artık yük haline geldi. Mevcut kazanımlarını gölgeleyen/riske atan bir yapıya dönüştü ve onlara katkısı kalmadı. Şimdi yapı tasfiye edilecek, tabir yerindeyse ‘emekli edilecekler’ ve zaten silahlı faaliyet yapamadıkları diğer iki ülkede de (Irak ve Türkiye) legal hale gelecekler. Hatta bütün dünyada legal hale gelecekler. Bu nedenle PKK’nın silah bırakması ile Hizmeti kıyaslamak sapla samanı karıştırmaktır.

Bu arada Türkiye devleti Suriye’deki PKK ‘devletçiğini’ tanıyacak. Anlaşılan baştan beri yapılan atraksiyonların amacı bu tanımayı Türkiye kamuoyuna kabullendirmek ve iktidarın bundan zarar görmemesini sağlamakmış! Burada bu ‘tanımanın’ doğru yahut yanlışlığını tartışmıyorum, o tamamen ayrı bir konudur. Sadece meseleyi izah sadedinde bunları söylüyorum.

Rejim hukuka mı dönüyor?

Yine bununla ilgili olarak cevaplanması gereken o kadar çok soru var ki! Ülkede hakim zihniyet, ne oldu da barışçı bir moda evrildi? Dış ilişkilerde yeniden “komşularla sıfır problem”, içeride de insan hakları ve demokrasi temelli bir dönüşüm mü yapacaklar? Şayet öyle olursa Hizmet Hareketi ile mevcut iktidar arasında bir problem kalmaz, sıkıntılar kendiliğinden çözülmüş olur.

Görünüşte şimdilerde, “Kürtlere yüzyıldır çok görülen haklar verilecekmiş” ama eş zamanlı olarak ülkede başta seçme/seçilme ve ifade hürriyeti olmak üzere en temel haklar selb ediliyor. En temel muhalefet alanları yok ediliyor. Siz bunu nasıl anlar, nasıl yorumlarsınız bilemem ama ülkenin demokrasi yahut hukuk yönüne evrilmediği de açıktır.

Gökhan Bacık, başka bir gezegende mi yaşıyor?

Gökhan Bacık’ın teklifini niçin çok naif buldum? Şu an bu tekliflerin hiç uygulanabilirliği olduğunu düşünmediğim için. Yazıda ağırlıklı olarak, “Bir çözüm bulunmasının önündeki en önemli engel Cemaat yönetiminin sırf kişisel konumlarını korumak için gerginliği devam ettirme politikasıdır.” teması işleniyor.

Cemaat yönetimi zamanı ve olayları doğru okuyamamış olabilir vesaire ama burada devletin ne yaptığı ve ne yapmak istediği hiç mi önemli değil, sayın Bacık? Son 12 yılda başka bir gezegende miydi acaba diye düşünmeden edemiyorum! Adı geçen devletlüler hiç yoktan sözde bir “dershanelerin kapatılması tartışması” üzerinden Cemaat’e savaş ilan etmemiş miydi? Bunun üzerinden kendi rejimlerini inşa etmediler mi?

Ve daha neler, neler?

Gökhan Bacık’ın Cemaat yönetimini eleştirme konusunu çok önemsediği anlaşılıyor. Elbette eleştirebilir ama keşke bu eleştirilerini ayrı bir yazıda ele alsaydı da buradaki teklifleri Cemaat ve Cemaat yönetimi eleştirisinin gölgesinde kalmasaydı.

Rejim ne istiyor?

Şu an devlete hakim olan ittifakın ortakları Hizmet Hareketi’nin kendini feshetmesini ister mi? Bence istemez, zira böyle “zararsız ve kazançlı bir düşman” asla kaybedilmek istenmez! Dahası Türkiye’de şu an iktidarın açık/gizli ortakları içinde bu meselenin sulh ile çözülmesini kimler ister?

Ruşen Çakır diğer cemaat ve tarikatların istemeyeceğini iddia ediyor ama gerçek çok daha farklı. Bu zulmün bitmesini yine en çok samimi dindarlar, demokratlar ve muhafazakarlar isterler. Lütfen öyle görünmeye çalışan lümpen şovmenleri bunlarla karıştırmayalım. Devlete hakim olan ittifakın böyle bir niyeti ve isteği olduğuna dair en küçük bir emare yok. Devlete hakim olan oligarşi, sadece Gülen Cemaati’ni değil, diğer cemaatlerin sosyal tabanını da denklemin dışına çıkarmak ve devlet çarkının sadece ve yegane sahibi olmak istiyor.

Eğer hakikaten devlet, Cemaat’in yönetiminden rahatsız olsa ve sosyal tabana düşmanlık yapmıyor olsa bunun en azından küçük bir emaresini görürdük. Mesela Türkiye’de suç olmayan (kendi kanunlarına göre) hususları arayıp bulup (hatta kırk yıl önce bir sohbete gitme şeklinde bile olsa) insanları hapse tıkmazdı, değil mi? Yahut takipsizlik almış veya beraat etmiş kişileri otomatik eski görevlerine döndürürdü.

Heyhat!

Devlet, mevcut kanunları uygulasa sorun çözülecek zaten!

Gökhan Bacık, ‘çözüm önerisi’ olarak ikinci sırada aydınların devreye girmesini önermiş ama onların nasıl devreye girebileceği konusunda net bir yaklaşım ortaya koymamış. Mesela devletin ne yapabileceği çok belli. Mevcut kanunları uygulasalar zaten problemin yüzde doksan dokuzu çözülmüş olacak. Ama Cemaat aydınları ne teklif edebilir sorusuna bir cevap vermemiş.

Yüz kişi hükümete mektup yazıp ne teklif edecek de hükümet fikir değiştirecek? Bu tamamen boşlukta kalmış bir varsayım. Daha önce mektup yazanlara yüce devletimizin ne yaptığını az çok biliyoruz. Herhalde, “Cemaatin içinden bir grup akademisyen, iş adamı ve bürokrat Cemaat yönetimine bir açık mektup yazıp Hizmet’in pes edip gidip Türkiye’ye teslim olmasını istesinler!” şeklinde bir fikir yürütüyor.

Böyle bir çıkış olunca Cemaat kendini lağvedecek ve devlet de artık “suç olmayan suçları suç olmaktan çıkaracak” diye farz ediyor. Açıkçası bu bana çok fantastik bir düşünce gibi geliyor.

Sonuç olarak Gökhan Bacık’ın bu teklifinin her şeye rağmen hayırlara vesile olacağını düşünüyorum. Zira, “şiddeti bir mücadele yöntemi olarak seçenlere bile kucak açan devletin, barışı önceleyen Hizmet gönüllülerine düşmanlıktan vaz geçmesi gerektiğini hatırlatan bir teklif” olarak dikkate değer buluyorum.

Evet, kamuoyuna kavgayı kimin ve ne için istediğini anlatmak zorundayız. Topluma kızmak bir çözüm değil. Gökhan Bacık’a da fikirlerini söylediği için teşekkür edelim. Bu konuları tartışmaya açtığı için kızmayalım lütfen.

18 YORUMLAR

  1. “Eleştirenlerin niyetlerini okuma/ sorgulama veya onların kişiliklerine saldırma yoluna asla girilmemelidir.”

    Ne güzel ifade ettiniz hocam. Her konuda eleştiriye bu şekilde yaklaşmayı şiyar edinmek nasip olur inşallah.

    • yapıcı eleştiye açık olmak ve yönetim kurulunda her insanın aynı fikirde birleşmesini hayal etmek istemek bazı kere yanlışı faydasızı davet edebilir. yönetimler de daima müsbet akıllıca araştırıcı uzağı gören muhalif insanlara ihtiyaç duyulursa yolun sonu hedefe daha yakın hale gelebilir derim.

  2. Hocam bu önemli yazınız için çok teşekkürler, kaleminize sağlık . Mevcut durumu çok net bir şekilde ortaya koydunuz. Devlet tarafından tanımlanmış ama gerçekte var olmayan bir terör örgütünü sadece tanımlayanlar isterse yok edebilir. Bacıkın yaklaşımı devletin güttüğü ben herkesi saçlarım masum olan masumiyetini ispatlasın yaklaşımı ile paralellik gösteriyor. biz suçladık sen kendini akla biz tanımladık sen fesh et ya da pes et yaklaşımı….

  3. Salih hocam, bu güzel yazı için teşekkürler.
    Gökhan beyin “son 12 yılınızı uzayda mı geçirdiniz?” sorusuna vereceği cevabı merak ediyorum.
    Yazısında da Ruşen Çakır’la yaptığı programda da bu soruyu sorduracak çok şey söyledi ve izleyenleri çok şaşırttı.
    Gökhan bey biraz daha beklesin.
    Zaman geçtikçe ve hizmet hareketi mensubu oldukları için içeridekilerin sayısı birkaç bine düşünce, Kahraman Reis (!) sahneye çıkıp “affediyorum” diyebilir.
    Peşi sıra giden “kitle” de: “Reisimiz affetmeseydi, ne olurdu haliniz” diye milyonların çektiklerinin hesabını yine çekenlere sorabilir.

  4. Değerli Hocam, çok önemli bir konuyu güzel bir şekilde ele almışsınız.Her ne kadar iktidar güçlerin bu konuya düzeltmeleri gerektiğini düşünsem de bir çözüm önerisinin getirilmesi gerektiğini ve eleştirilere açık olmanın gerektiği konusunda sizinle hemfikirim .Umarım en kısa zamanda güzel bir kapı açılır ve bu mağduriyetler son bulur.

  5. Gökhan Bacık Bey’in bahse konu yazısı burada Mahmut Akpınar’dan sonra ikinci kez konu alınınca üşenmeyip şu yazıyı okuyayım dedim. Baştan söyleyeyim; Salih Hoşoğlu ağabeyimiz konuya güzel bir çerçeve çizmiş ve konuyu özetle bitiren şu cümle ile noktayı da koymuş kanımca: “Rejim hukuka döndüğü takdirde ortada problem kalmaz ve sıkıntılar kendiliğinden çözülmüş olur.”
    Şu halde sorun ne? Cemaat hükümet ile savaş halinde mi gerçekten, yoksa tek taraflı bir savaş mı sergileniyor? An itibariyle cemaatin Türkiye Cumhuriyeti devletine ya da mevcut hükümete/rejime karşı ne gibi bir faaliyeti var ‘savaş’ adı verilebilecek?
    Görünürde olan şudur:
    Hükümetin tepeden tırnağa, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk, yağma ve israf batağına saplanmış olduğu, aksi iddia edilemeyecek sarahatte, tüm delilleri ile ve suçüstü vaziyetinde, ortaya kondu ve hükümetin buna cevabı -elinde tuttuğu devlet aygıtının orantısız gücünü kullanmak suretiyle- sert oldu. Şu an en sıkıntılı bir halde çile dolduran hizmet gönüllüleri arasında “keşke polisler/savcılar o operasyonları hiç yapmasaydı, ne güzel el bebek, gül bebek geçinip/yaşayıp gidiyorduk” diye hayıflanan birilerinin olduğunu zannetmiyorum. Varsa bile sayıları çok çok azdır ve kafaları karışmıştır.
    Perde gerisinde olan ise şudur:
    Kendimi bu hareketin yakınında/kıyısında/kenarında bildim bileli, ki 80’lerin sonu, 90’ların başına tekabül eder, Türkiye’deki kök salmış resmi ideoloji devamlı olarak hizmet hareketini doğrudan hedef alan -o döneme denk düşen ‘yarı hukuk devleti’ aparatının izin verdiği ölçüde- arka plan çalışmaları yaptı durdu. Aklıma bir anda gelen örnekler mesela TCK 163 reformunun engellenmeye çalışılması ve 90’ların sonuna doğru TV kanallarına yönelik frekans kısıtlaması ile Samanyolu TV’nin ekarte edilmeye çalışılması. Derken 28 Şubat süreci, nam-ı diğer ‘postmodern darbe’ ile yukarıda söz ettiğim o ‘yarı hukuk devleti’ düzeni sınırlarına kadar esnetildi ama hizmet hareketinin kural olarak tüm faaliyetlerinin legal alanda olması nedeniyle (Doğu Perinçek tarafından itiraf edilen) esas amaca ulaşılamadı ve hizmetten çok diğer bazı cemaatlere dokundu sürecin zararı. Bu durumu aşmak için ise siyaset kanalıyla hizmet içine bir Truva atı harekatı başlatıldı ve Türkiye’deki ‘yarı hukuk devleti’ düzeninin tümüyle ortadan kaldırma görevi dini referans aldığı iddiasındaki bir siyasi partiye ihale edildi. Tek başına bu övünç, yani ülkede zaten eser miktarda var olan hukuk ve adaleti ayaklar altına alma görevini başarıyla yerine getirmiş olmaları, AKP ehline fazlasıyla yeter de artar geleceklerini karartma adına. Kendileri ile ne kadar gurur duysalar azdır.
    Gelinen noktada, cemaat aktif olarak hiçbir karşı faaliyette bulunmadığı halde, Türkiye’de sayıları yüzbinlerle ifade edilen bir kitleye, hiç bir evrensel hukuk sisteminde suç olmayan ve halen TCK’da bile suç olarak tanımlanamamış şeyler sebep gösterilerek zulmedilmektedir, kendileri yetmezmiş gibi 2016 yılında sübyan denecek yaşta olan ve olan bitene hiç bir anlam veremeyen çocuklarına da zulmedilmektedir, yurtdışındaki hedef kişilerin canını yakmak için Türkiye’de kalmış ilgili-ilgisiz yakınlarına mafyavari yöntemlerle zulmedilmektedir (Ör; Sermet Şükür, Tekin İpek, Melek İpek… isimsiz kahramanlardan helallik dileğiyle).
    Bu sebebi kendinden menkul zulüm faaliyetlerinin sona ermesi için cemaatten ne beklenmektedir? Bu sorunun karşılığı yok. Yok fesihmiş, yok lağvetmekmiş… mevcut örneğin sosyolojisinde hiç bir karşılığı olmayan bu kavramların, geçmişte bir şekilde hizmet hareketinin orasına burasına yamanmış, tutunmuş, faydalanmış ve şu an az-buçuk tanınıyorlarsa bunu da hizmet hareketine borçlu olan birtakım şahısların, zora gelindiği ilk fırsatta ‘ben zaten bunlardan değildim, bak nasıl da eleştiriyorum’ diye (Gökhan Bacık Bey’in Bugün gazetesindeki makalelerini yer yer beğenerek okurdum) kendilerini bir kenara ayırıp, sırça köşklerinden, bilirkişi edasıyla ve güya iyi niyetle (aksini düşündüğümden değil bu ifadem, doğrusunu Allah bilir), ayar vermeye çalışmaların, en masum ifade ile, hazmedebildiğimi söyleyemeyeceğim.
    Bundan ötesi de nihayet siyasi değil, daha çok sosyolojik bir tartışmadır ve uzuuuuun köşe yazılarının konusu olabilir. Yorum olarak yukarıdaki metin de olağan sınırları çok aştığı için burada keseyim.
    Biraz içimi dökmek istedim, istemeden kırgınlıklara sebep olduysam affola…

  6. 7 Ekim hakeza. Nedir 7 Ekim? Varsova Gettosu haline getirlmis Gazze nin, icerden Israil Ajanlarinda yardimiyla ve Yillardir yapilan zulümlerin de etkisiyle, kiskirtmayla insanlari Patlama noktasina getirmektir! Kimin isine yaradi 11 Eylül, 7 Ekim, 15 Temmuz?

  7. Gökhan bacik in iyi niyetli oldugunu dusunmek adeta imkansiz. Bunu onceki yazilarini dikkate alarak gormek mumkun. Hükümet hukuga saygi duysa zaten olay bu noktaya gelmezdi. Olmasi gereken akp hükümetinin hukuka geri donmesi. Olay bu kadar basit. Bu kadar hukuksuzluk yapilirken hic bir yes yapilamaz

  8. İster barış, af ne diyorsanız deyin. Olmayacak. Sürec bitmeyecek devam edecek. İsrailin bögedeki güvenliği oturuncaya kadar, ABD nin bölgedeki planları bitinceye kadar hiç bir şey beklemeyin.

  9. Hizmet “Alice in Wonderland” gibi absürstluklerin, ters işleyen mantıkların oldugu bi dunyaya düştü, ordaki Kraliçe burdaki Tiran ayni gaddarlikta, figuranlar korkak ve absürt…

  10. Uzlasma olacaktiysa da (ki, ben boyle bir seyide muhal goruyorum), bu kurum yoneticilerince en basta denenmeliydi. Teslimi silah (!) yapilabilirdi. Gazete ve medya kurumlari devredilebilirdi. Bi ara, Besim Tibuk dedi ki, eger osmanli devleri ingiltere gibi planli kuculmeyi goze alabilseydi, belki de hala hayatta olurdu. Hizmet hareketi acisindan, tahmin edilemeyen sey, bu isin masumlara ve hicbir dahli olmayan (siradan devlet memurlarina, ogretmenlere, ev hanimlarina ve hatta cocuklara) kadar goturulmesi oldu. Fakat devlet ile icli disli olanlar (medya yoneticileri vs) bunu en azindan en kotu senaryo olarak gorup, masum kitleler adina gerekli tedbirleri almaliydi. Simdilerde uzlasma demek, biz hataliydik, affedin anlamina gelir ki, boyle bir sey asla ve asla yapilmamalidir. Herseyde oldugu gibi ortak akla muracaat etmek gerekir.

  11. Gökhan BACIK kendi adına fikir beyanında bulunmuyor. BACIK sahibinin sesi kontenjanından algı operasyonuna aracılık ediyor. Ben Hizmet hareketi mensubu değilim. Ülkede olan biteni gören, hakperest biriyim. Hizmet Hareketinin adının PKK terör örgütüyle birlikte anılması kabul edilemez. Bu, sapla samanı karıştırmanın ötesinde bir şey. Kast-ı mahsus ile hizmeti cânî teşkilatı olarak yaftalıyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin