MAHMUT AKPINAR | YORUM
Maalesef günümüz İslam toplumlarında bireysel haklara, kişisel kabiliyetlerin geliştirilmesine yeterince vurgu yapılmıyor, bireysel kimlik kolektif kimliklerin gölgesinde kalıyor. Cemaat, tarikat yapılarında genelde bireysel özelliklerin öne çıkması olumsuz çağrışımlar yapar, bireysel inisiyatifler kolayca şeytanlaştırılır. “Cemaat ruhu”, “itaat”, “fitne çıkarmama”, “huzur ve uyumu bozmama” gibi gerekçelerle bireyler baskılanabiliyor.
“Cemaatte rahmet vardır!” Hadisi Şerifi bireyin alanını yok etme, şahsi hakları kolektif çıkarlara feda etme anlamında yorumlanabiliyor.
Oysa her bir insan birey olarak doğuyor, bireysel sorumlulukla yaşıyor ve birey olarak ölüyor. Hazreti Adem’den bu tarafa her bir insan eşsiz ve biricik. Allah hepimize şahsa münhasır özellikler bahşediyor. Ahirette her kişi hesabını bizzat verecek. Evrensel hukuka ve İslam hukukuna göre kişiler bireysel yargılanır ve yanlışlarının bedelini kendisi öder. “Kimse bir başkasının günahı/hatası yüzünden sorumlu tutulamaz” (Zümer:7)
Risale-i Nur meşrebinin -en azından teoride- diğer cemaatlerden farklı olduğunu söyleyebiliriz. Gerek Bedüzzaman gerekse Fethullah Gülen Hocaefendi kendilerini bir tarikat şeyhi/lideri gibi tanımlamaktan kaçınmış, “kutsal bir yükü birlikte taşımaya çalışan kardeşler, arkadaşlar” olarak görmüşlerdir. “Aramızda şeyh mürid, peder evlad ilişkisi yok! Dava arkadaşlarıyız.” demişlerdir.
İslam inancından kaynaklanan sebeplerle Bediüzzaman ve Gülen bireyi Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan “ayna” olarak görürler. Dini, inancı, etnik kökeni fark etmeksizin, insan ontolojik olarak Allah’ın kudretini ve sanatını sergileyen eşrefi mahlukattır, eşsiz bir varlıktır. Dolayısıyla her birey çok özeldir. Allah’a saygı ve hürmetin gereği bireyin hakları korunmalı, özellikleri, hasletleri geliştirilmelidir.
Onu diğer varlıklardan ayıran, hürriyet, tefekkür, akletme, vicdan, beyan.. gibi hak ve özelliklerin “insanı kamil” olma yolunda korunup geliştirilmesi bir zorunluluktur. Bunların gaspı ve engellenmesi hukukullaha tecavüzdür (25. Söz). “Bir ferdin hakkı, umumun selameti için feda edilemez” (Münazarat, s. 45.)

Said Nursi Divanı Harbi Örfi adlı eserinde ‘ağalık, tahakküm ve enaniyetin düşüncenin doğurganlığını engellediğini’ vurgulayarak, bunun ‘bireysel girişimcilik ve düşünce hürriyeti ile aşılacağını’ ve gelecekte kurulacak medeniyetimize bunların esas teşkil edeceğini ifade eder.
Herkül.org sitesinde 2009 yılında yayınlanan yazıda Gülen, “Kollektif şuur farklı istidat ve kabiliyetlerin inkişaf etmesi için uygun bir ortam hazırlamanın ad ve ünvanıdır. Evet, o, gerçek mânâ ve muhtevasıyla ortaya konulduğunda, insanlar o zeminde beyin fırtınaları yaşar, kendilerini rahatça ifade eder ve fikirlerini açık bir şekilde ortaya koyarlar. Çünkü o atmosferde, insanlar, en azından kendileri kadar başkalarının da bir kısım hakikatleri ortaya koyabileceğine inanır, hakikate karşı saygılı davranır ve hakikat kimin elinden çıkarsa çıksın onu alır, öper, baş tâcı ederler.. Müstebidâne ve oligarşik bir hâkimiyet kurma; şahsî ve hususî fikirlerin ortaya çıkmasına engel olmak için farklı düşünenlere baskı uygulama anlayışının kolektif şuurla hiçbir alâkasının bulunmadığını” ifade etmektedir.
Nevval Sevindi’ye 1997 yılında verdiği ropörtajda Hocaefendi, “Ferdin fert olarak, aynı zamanda başka fertlerle motivasyonundan, fert olarak inkişafından çok korkmamak lazım, endişe etmemek lazım. Çünkü, İslam da, Kur’an da ferde adeta bir nev olarak bakar; her fert, başka türlere göre bir nev, yani bir türdür. ..Ferdi hak ve hürriyetlerini başkalarına zarar vermeyecek, hattâ, başkalarını kendine tercih şuuru içinde kullanan, bu çerçevede eğitim alan bir ferde fevkalade inkişaf etme imkanı verilmelidir.” demektedir.
Tasavvuf üzerine bir başyazıt olan Kalbin Zümrüt Tepeleri adlı eserinde ise “Hürriyet; insan vicdanının önemli bir rüknü sayılan iradenin en esaslı rengi, en ehemmiyetli fakültesi ve en hayatî bir buudu olarak Allah’ın insanoğluna en müstesna ihsanlarından biridir. Bu büyük ve müstesna ihsan, İslâm literatürlerinde, ferdin kendi haklarına sahip olması şeklinde tarif edilmiştir. Bunun aksi ise, ferdin haklarına başkasının sahip olmasıdır ki, bu da düpedüz kölelik demektir. İnsana bu hakları, hususî bir çerçevede bahşeden Allah’tır. Bu itibarla da insanın, bu hakları değiştirmeye, tebdil etmeye, satmaya hakkı yoktur. Hürriyetle alâkalı bu günahlardan birini işleyen insan, insanlığının bir bölümünü yitirmiş sayılacağı gibi, Allah indinde de ciddî bir sorumluluk altına girmiş sayılır.” diyerek ferdin haklarının ve iradesinin önemini vurgulamıştır.
Nevval Sevindi Gülen ile yaptığı mülakatta, cemaat olmakla “bireyin çiçek açması konusu çelişmiyor mu?” diye sorar: Hocaefendi’den, “İnsanların alışkanlıklarını değiştirmek o kadar kolay değil. İnsanlar daha çok düşünmeden bir şeylere sığınmayı istiyorlar. Çünkü bireysel çiçek açma çok zor bir iş, çok güç bir iş. Çok fazla gayret istiyor. Öbür sığınma ise çok daha kolay. Ve genelde bizde tercih edilen de o. Belki parti liderlerinin hegemonyasında da bu yatıyor. Biz çok zor olanı istiyoruz. Fakat, bir yandan da çelişki gibi görünüyor. Bireysel olanı teşvik etmek cemaatte ayrılık çıkarmaz mı diye düşünüyor insan. ..Bunlar, esasen bireysel çiçeklenmeye verdiğimiz önemin hem dışarıya iyi aksettirilemediğini hem de tam olarak oturmasının galiba zor olduğunu gösteriyor… ..militarist bir milletin torunlarıyız. Atalarımızdan öyle intikal etmiş.” cevabını alır.
Hoşgörü ve Birlikte Yaşama Kültürü adlı konferansa gönderdiği mesajda Fethullah Gülen Hocaefendi, “Başta, tamamen Yaratıcı tarafından verilen ve ancak O’nun tarafından alınan hayat hakkı olmak üzere, din ve inanç hürriyeti, düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti; mal, mülk ve mesken edinme hürriyeti ve mesken dokunulmazlığı, evlenme ve çocuk sahibi olma hürriyeti, haberleşme ve seyahat hürriyeti, eğitim-öğretim hakkı ve hürriyeti gibi hak ve hürriyetlerin yanı sıra, modern hukuk sistemlerinin esas umdeler olarak kabul ettiği canı, dini, malı, nesli ve aklı koruma, bütün bunların üzerinde, ırk, renk, dil, inanç ayrılığına gitmeden, insan olma bakımından bütün insanların eşitliği prensibi, yakın istikbalde herkes tarafından kabul görecektir.” demişti.
Ölçü ve Yoldaki ışıklar kitabında “Düşünceye Saygı” başlıklı yazıda, “Bir mecliste her söze kıymet ver! Hatta fikrine uymayan düşünceleri bile hemen reddetme. Bir başka münasebetten dolayı ifade edilmiş olabileceğini düşün ve sonuna kadar sabret ve dinle!” ifadelerini kullanmaktadır.
Yeryüzü Mirasçılarının Beşinci Vasfı ‘hür düşünmek ve düşünce hürriyetine saygılı’ olmaktır. Yeni ümit dergisinde 1994 yılında yayımlanan Hür Düşünme ve Düşünceye Saygılı Olmak başlıklı yazıda Gülen’in şu cümleleri dikkat çekicidir: “Hür olabilme, hürriyeti duyabilme insan iradesinin önemli bir derinliği ve benlik sırlarına açılmanın da sihirli kapısıdır. okumanın, düşünmenin, hissetmenin ve yaşamanın tahdit edildiği ortamda zayıf karakterler, sünepe ruhlar bulunur.”
Sanırım 2012 yılıydı. Kamuoyu çok farkında olmasa da Erdoğan, Hizmet Hareketi’ne açıktan iltifatlar ederken masanın altından vuruyordu. Talimatıyla yapılan olumsuzlukları bazen aleni, bazen imayla Cemaat’e mal ederek Hizmet’i toplumda adım adım nefret objesi haline getiriyor, kamuoyunu gelecekteki planlarına hazırlıyordu. Önemli kurumlara ve konumlara Hizmet’le ilişkili kimselerin gelmemesi için “akredite” listeler hazırlıyordu. Dolmabahçe’de Yaşar Büyükanıt’la yapılan, “Benimle mezara gidecek!” dediği “sır” görüşmeden sonra tavrı netleşmeye başladı. Erdoğan adım adım, planlı bir şekilde:
- Medyayı kontrol etme ve Havuz medya oluşturma
- Müttefik ve düşman cepheler oluşturarak ülkeyi kutuplaştırma, İslamcı kadrolaşmaya yönelme
- AKP ve devlet üzerinde tek adam haline gelme
- Hizmet Hareketine zarar verme ve elimine etme konularında kararlılıkla adımlar atmaya başlamıştı.
O yıllarda Turgut Özal Üniversitesinde Siyaset Bilimi ve UA ilişkiler bölümünde hocayım, aynı zamanda yazılar yazıyor, ekranlarda siyasi yorumlar yapıyorum. Twitter (X) yeni yaygınlaşıyor, alternatif medya gelişiyordu. Ben de sosyal medyadan görüşlerimi paylaşıyor, iktidarı, Melih Gökçek’i de eleştiriyordum. Hizmet’te yetkili bir abimiz “ilişkilerimize zarar veriyor!” diyerek AKP ve Gökçek aleyhine paylaşımlarım hakkında kibarca uyardı.
Buna elbette bozuldum. Zira düşünce özgürlüğünün korunduğu bir üniversitede siyaset bilimi hocasıydım. Hayatım boyunca yazılarımda, yorumlarımda kimseye hakaret ve küfür etmedim, iftirada bulunmadım. Bu sebeple yazılarım yıllarca davaya konu olmadı. Hakkımda açılan davaların tamamı meş’um 15 Temmuz süreci ve sonrasına ait, hukuki temelden yoksun boş iddialardan ibarettir.
Bu olayı müteakip Kamp’a gitme imkanım oldu ve tabloyu Hocaefendi’ye açtım. Hocaefendi gıyabında o arkadaşa kızarak, “Ne alakası var! Sen yazmana devam et. Biz okullar, eğitim kurumları açarak toplum için amme hizmeti yapıyoruz. Yasal olarak zaten yapmaları gereken işlerden dolayı iktidara minnet duymamız gerekmiyor. Babalarının yetkilerini kullanıp babalarının imkanlarını mı açıyorlar?” dedi.
Vefatının birinci yıldönümünde Hocaefendi dünyanın her yerinde dualarla, programlarla anılıyor. Bu programlarda genelde Cemaat faaliyetleri, kollektif çabalar, toplumsal işler vurgulanıyor. Yaşadığımız zaman dilimi ve coğrafyalar itibariyle Hocaefendi’nin bireye, hak ve hürriyetlere dair söz ve yazılarının da öne çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.
Konuyla ilgili başka bir yazı: CEMAAT BİREY DENGESİ VE BİREYİN ÇİÇEK AÇMASI