Hizmet Hareketi’nde yeni duruş biçimleri

Weber’in otorite türleri, Hirschman’ın “Çıkış-Ses-Sadakat” modeli ve McAdam’ın yüksek riskli aktivizm teorisini kullanılarak, son dönemde cemaat yapısındaki kırılmalar ve üyelerin farklılaşan tepkileri sistematik olarak inceleyebiliriz. Böylelikle gündelik tartışmaların ötesinde meselenin sosyolojik derinliğini ortaya koymak mümkün olacaktır.

“Ah, kimselerin vakti yok. Durup ince şeyleri anlamaya!”

Gülten Akın

M. NEDİM HAZAR | YORUM

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Gülen Cemaati’nde yaşanan sarsıntının ardından oluşan çatlaklar, bu çatlaklardan sızan sorunlar ve bunların getirdiği tartışmalar 8 yıldır devam ediyor. Ancak bu tartışmaların büyük kısmı, maalesef gündelik bir “kayıkçı kavgası” havasında, yüzeysel ve çoğu zaman kişisel hesaplaşma düzeyinde seyrediyor. Oysa meselenin sosyolojik derinliği, felsefi boyutları ve daha da önemlisi hikmet açısından okunması hiç yapılmıyor.

Oysa ihtiyaç duyulan şey, bu tartışmaları daha sakin bir zeminde, bilimsel çerçevede ele almak olsa gerek. Zira böyle yapıldığında, zaten yapılan tartışmalarda sorulan soruların cevapları kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Fakat özellikle sosyal medya çağının getirdiği “anlık tartışma tutkusu” denebilecek bir hal var ki, bu durum meselelerin derinlemesine ele alınmasını engelliyor. Yetmiş yaşını aşmış insanların bile ellerinde telefon, aynı konuları tekrar tekrar, bıkmadan usanmadan yazdıklarını, bunun için videolar çektiklerini, sohbet odalarında kavga ettiklerini görüyoruz. Tabii ki bu tartışmalardan şöhret ve maddi kazanç elde etmeye çalışanlar da var, ki bu da insani açıdan son derece anlaşılır.

İşte bu noktada, meseleyi daha esaslı ve analitik bir zemine çekmek gerekiyor. Çünkü yaşanan bu büyük kırılmanın ardından Hizmet Hareketi’nde ortaya çıkan yeni durumlar, aslında sosyolojinin temel kuramlarıyla açıklanabilecek sistemli bir yapı gösteriyor.

Gülen Cemaati’nde 15 Temmuz sonrası yaşanan dönüşümü anlayabilmek için üç temel sosyolojik kurama başvurmamız gerekiyor. Bu kuramların her biri, yaşanan değişimin farklı bir boyutunu aydınlatacak ve bütüncül şekilde ele alındıklarında, cemaat yapısındaki çok boyutlu kırılmanın tam resmini ortaya koyacaktır.

Weber ile başlayabiliriz.

Max Weber, malum modern sosyolojinin kurucularından biri olan Alman düşünür. “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı eseriyle dünya çapında tanınan Weber, otorite türleri, bürokrasi kuramı, sosyal eylem türleri gibi konulardaki çalışmalarıyla sosyal bilimlerin temel kavramlarını şekillendirmiş. Geliştirdiği kavramlar, günümüzde hâlâ sosyal olguları anlama konusunda vazgeçilmez araçlar olarak kullanılmakta.

Weber’in otorite konusundaki en önemli katkısı, meşru otoritenin üç temel türünü tanımlaması: Geleneksel otorite, yasal-akılcı otorite ve olağanüstü kişilik otoritesi. Bu sınıflandırma, farklı toplumsal yapılarda iktidarın nasıl kurulduğunu ve sürdürüldüğünü anlamamıza yardımcı oluyor.

Sonuncudan başlayacak olursak; olağanüstü kişilik otoritesi, Weber’in en çarpıcı kavramlarından biri. Bu otorite türü, bir liderin sahip olduğu varsayılan sıra dışı, neredeyse kutsal sayılabilecek niteliklerine dayanıyor. Olağanüstü kişilik lideri, sıradan insanlardan farklı kabul ediliyor ve takipçileri onu özel yeteneklere, bilgiye veya manevi güce sahip olarak görüyorlar. Bu lider, geleneksel kurallara bağlı olmadığı gibi, mevcut düzenin de dışında duruyor. Bu liderin otoritesi, takipçilerinin ona olan inancından kaynaklanıyor.

Ancak Weber’in kuramındaki en kritik nokta şu: Olağanüstü kişilik otoritesi, doğası gereği belli bir zaman ve kendisine edindiği vazife ile mukayyet. Çünkü bu otorite, liderin herkes tarafından tam kavranamayabilecek bir referansa bağlı ve tabiri caizse nev-i şahsına münhasır. Lider yaşlandığında, hastalandığında, başarısızlıklar yaşadığında veya öldüğünde, bu otorite mutlaka bir dönüşüm sürecinden geçer. Weber buna “rutinleşme” (routinization) diyor.

Rutinleşme süreci, aynı zamanda olağanüstü kişilik otoritesinin ya geleneksel otoriteye ya da yasal-akılcı otoriteye dönüşümünü ifade ediyor aslında. Bu süreçte, liderin kişisel niteliklerine dayalı otorite, kurumsal bir yapıya dönüşmek zorunda kalacaktır. Yoksa hareket dağılabilir ya da zamanla sönümlenerek -nadiren de olsa- ortadan kalkabilir. İşte bu nokta, Gülen Cemaati’nin günümüzdeki durumunu anlamak için son derece kritik.

Merhum Gülen’in cemaat üzerindeki etkisi, tam da bu türden bir otorite örneği. Onun ilmi derinliği, ruhani hal ve tavrı, öngörü kabiliyeti gibi özellikler, takipçileri nezdinde olağanüstü bir konuma sahip olmasını sağlamış.

Fakat biraz önce vurguladığımız gibi olağanüstü kişilik otoritesi, doğası gereği geçici ve mutlaka “rutinleşme” sürecinden geçmek zorunda. Yine vurguladığımız gibi, bu rutinleşme, liderin fiziksel varlığının zayıflaması, yaşlanması ya da öldüğü durumlarda ortaya çıkıyor. Gülen’in Amerika’da ikamet etmesi, yaşlılığı ve sağlık sorunları, tam da böyle bir rutinleşme sürecini başlatmıştı zaten.

15 Temmuz sonrası yaşanan kriz, bu rutinleşme sürecini hızlandırdı ve dahi derinleştirdi. Yaşanan büyük travma sonrası bir yandan “Aslında bize hiçbir şey olmadı ki!” vektörü ile diğer yandan “Yandık, bittik, kül olduk, bu iş bitti!” vektörünün oluşturduğu gerilim fayından travma sonrası Z raporu alınmasını sürekli erteleme durumu krizi derinleştiren ve belki de kangrene dönüştüren bir etken oldu.

Liderin her ne kadar özellikle konvansiyonel olmayan medyayı da kullanabilmesi mümkün olsa da, cemaatin fiziksel uzaklığı ve iletişim kanallarının daralması, cemaat üyeleri arasında farklı tepkiler ortaya çıkardı. Kimi üyeler, liderin otoritesini daha da kutsallaştırarak “savunma” modu geliştirirken, kimisi ise liderin yokluğunda kendi yorumlarını geliştirmeye başladı, böylece fiili bir otorite dağılımı yaşandı. Üstelik bu çift gerilim etmeninin dışında bir başka grup da liderin yokluğunu bir “terk edilmişlik” olarak yorumlayarak, hayal kırıklığı yaşıyordu.

Bu süreç, cemaatin klasik yapısı her ne kadar aksine inansa da Weber’in öngördüğü gibi, cemaat yapısında büyük değişimlere yol açtı. Aslında bu son derece olağan bir süreçti ve olağanüstü kişilik otoritesinin rutinleşmesi, hem kurumsal yapılarda hem de bireysel bağlılık düzeylerinde köklü dönüşümlere sebebiyet verecekti.

İşte tam bu noktada ikinci modelimize geçebiliriz: Hirschman’ın “Çıkış-Ses-Sadakat” modeline. 

Alman doğumlu Amerikalı ekonomist ve sosyal bilimci olan Albert Otto, Hitler rejiminden kaçarak Amerika’ya yerleşen, burada ekonomi, siyaset bilimi ve sosyoloji alanlarında çok disiplinli çalışmalar yapan bir bilim adamıydı. Kalkınma ekonomisi konusundaki öncü çalışmalarının yanı sıra, sosyal bilimlerde en çok bilinen eseri “Exit, Voice, and Loyalty” (Çıkış, Ses ve Sadakat) adlı kitabı bize durum çözümlemesinde kolaylaştırıcı bir yardımda bulunabilir.

Hirschman’ın 1970 yılında yayımlanan eseri, örgüt kuramı ve sosyal hareket çalışmaları açısından gerçekten de devrim niteliğinde. Model, hem ticari şirketlerden siyasi partilere, hem dini cemaatlerden devletlere kadar tüm örgütsel yapıların analiz edilmesinde kullanılabilecek evrensel bir çerçeve sunuyor.

Modelin temel mantığı oldukça sade ama çok güçlü: bir örgütün/şirketin/partinin/sosyal yapının performansında bozulma yaşandığında, üyeler üç farklı tür tepki gösterebilirler. Bu tepkiler arasındaki seçim, hem bireysel faktörlere hem de örgütün yapısına bağlı. Hirschman’ın modelinin en değerli yanı, bu üç seçenek arasındaki dinamik ilişkileri açıklaması. Örneğin, “çıkış” seçeneğinin kolay olduğu durumlarda “ses” azalır, ya da güçlü “sadakat” bağları “ses” kullanımını artırır.

Bu modele göre üç ihtimal var: çıkış (exit), ses (voice) ve sadakat (loyalty).

Çıkış; adı üzerinde üyenin bağlı olduğu yapıdan tamamen ayrılması. Genelde şaşırtıcı olan ama en çok görülen, aynı zamanda en radikal çözüm şeklidir bu ama aynı zamanda örgüte en az geri bildirim sağlayan seçenektir. Gülen Cemaati bağlamında, 15 Temmuz sonrası tamamen cemaatten kopan kişiler bu kategoriye girebilir sanırım.

Ses; üyenin yapı içinde kalırken, sorunlara dikkat çekerek değişim talep etmesi. Hemen fark edileceği üzere bu, daha yapıcı bir yaklaşım çünkü hem örgütün iyileşmesine katkı sağlıyor hem de üyenin yapı içindeki konumunu koruyor. Cemaat içinde eleştiri getiren ama cemaatten ayrılmayan kesim bu grubu oluşturuyor.

Sadakat ise, sorunlara rağmen örgüte bağlı kalmayı, sabırla değişim beklemeyi ifade etmekte. Bu yaklaşım, yapının geçici bir kriz yaşadığına inanma ve uzun vadeli değerlerinin korunacağına güvenme üzerine kuruludur.

Görüleceği üzere Hirschman’ın modeli, Gülen Cemaati’ndeki farklı tepkileri anlamak için son derece kolaylaştırıcı ve aydınlatıcı. Ayrıca model, bu üç temel tepki arasındaki dinamik ilişkileri de açıklıyor. Örneğin, “ses” seçeneğinin engellendiği durumlarda “çıkış” artıyor. Ya da güçlü “sadakat” bağları olan durumlarda, “ses” daha uzun süre tercih edilebiliyor.

Geldik son sosyal model çözümlememize : Yüksek riskli aktivizm çözümlemesi.

Şimdilerde 80’ine merdiven dayamış olan ve Stanford Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olarak görev yapan Doug McAdam, sosyal hareket çalışmaları alanındaki en önemli isimlerden biri ve hassaten Amerikan sivil haklar hareketine ilişkin araştırmalarıyla tanınıyor. “Political Process and the Development of Black Insurgency” (Siyasi Süreç ve Siyah İsyanın Gelişimi) adlı eseri, sosyal hareket literatürünün temel kaynaklarından sayılıyor.

McAdam’ın sosyal hareket teorisine en önemli katkısı, “yüksek riskli aktivizm” kavramını geliştirmesi oldu. Bu kavram, özellikle katılımcıların ciddi kişisel risklerle karşı karşıya kaldığı durumlarda – tutuklanma, işini kaybetme, sosyal dışlanma, hatta fiziksel şiddet görme riski taşıyan durumlarda – insanların neden hareket etmeye devam ettiklerini açıklamaya çalışır.

McAdam’ın çalışmaları, sosyal hareket katılımının sadece ideolojik motivasyonla açıklanamayacağını gösterdi. İnsanların yüksek riskli durumlarla karşılaştıklarında verdikleri tepkiler, karmaşık bir faktörler bileşiminin sonucu. Bu yaklaşım, özellikle baskı altındaki hareketlerin analizinde son derece değerli.

Üstada göre güçlü motivasyonel bağlar, bir kişinin sosyal hareket veya örgütle duygusal, ideolojik ve manevi açıdan kurduğu derin bağlantıları ifade ediyor. Bu bağlar, kişinin kimlik algısının önemli bir parçası haline geliyor ve gaye-yi hayal ile doğrudan ilişkili hale geliyor. McAdam’a göre, bu bağlar ne kadar güçlü ise, kişi o kadar yüksek risk almaya razı oluyor.

Bu modele göre, aidiyetin motivasyonel bağlarının gücü, üç temel kaynaktan besleniyor: Kimlik bütünlüğü, anlam arayışı ve ahlaki yükümlülük hissi. Kimlik bütünlüğü, kişinin kendini hareketin bir parçası olarak görmesi ve bu kimlikten vazgeçmenin büyük bir iç çelişki oluşturacağı hissiyatı. Anlam arayışı, hareketin kişinin hayatına verdiği anlam ve amaç duygusu. Ahlaki yükümlülük ise, hareketin temsil ettiği değerlerin “doğru” olduğuna dair derin inanç ve bu değerleri koruma sorumluluğu hissidir.

McAdam’a göre, insanların yüksek riskli durumlarda hareket etmeye devam etmelerinde üç temel faktör etkili: Güçlü motivasyonel bağlar, sosyal ağlar içindeki konum ve biyografi uygunluğu.

Gülen Cemaati’nin 15 Temmuz sonrası yaşadığı süreç, tam anlamıyla McAdam’ın tabiriyle “yüksek riskli” bir ortamdır. Misal Cemaat üyeliği, iş kaybından hapisle sonuçlanabilecek yargı süreçlerine kadar çeşitli riskler taşımakta. 

Gülen Cemaati’nde güçlü motivasyonel bağlar, genellikle üç boyutta kendini göstermekte:

Hizmet idealine bağlılık: Görünür katmanda bulunan eğitim, diyalog, yardımlaşma gibi temel hizmet değerlerine olan derin inançla beraber yapılan tüm işlerin aynı zamanda “İ’la-yı Kelimetullah” olduğunun farkındalığı. Bu kişiler için hizmet, sadece bir faaliyet değil, varoluş nedenidir. “İnsanlığa hizmet Hakk’a hizmettir!” anlayışı, onların tüm yaşam felsefelerini şekillendirir. Bu nedenle, dış baskılar karşısında geri adım atmak, sadece bir örgütten ayrılmak değil, yaşam amacından vazgeçmek anlamına geliyor.

Manevi tatmin ve ruhani haz: Uzun yıllardır cemaat faaliyetlerinden aldıkları manevi haz ve ruhsal tatmin. Bu kişiler, cemaat içindeki ibadet, sohbet, yardımlaşma ortamının kendilerine sağladığı huzur ve mutluluğu başka hiçbir yerde bulamadıklarına inanır. Hem de güçlü bir şekilde. Bu duygusal bağ, maddi çıkarların çok üstünde bir motivasyon sağlar.

Gelecek nesil mesuliyeti: Sadece biyolojik olarak kendi çocuklarına değil, hatta kendi inançlarındaki çocuklara da değil, geleceğin tüm çocuklarına, gençlere, gelecek nesillere karşı hissedilen sorumluluk duygusu. Bu kişiler, bugün geri adım atarlarsa gelecek nesillerin bu değerlerden mahrum kalacağını düşünürler. Bu sorumluluk hissi, pek çok kişisel riski göze almayı kolaylaştırıyor.

Ve fakat bu güçlü bağlar da zamanla aşınabiliyor elbette. Özellikle “duygusal sadıklar” kategorisinde gördüğümüz gibi, yaşanan olumsuzluklar motivasyonel bağları zayıflatabiliyor. Bu zayıflama süreci genellikle şu aşamalardan geçiyor:

Hayal Kırıklığı Aşaması: Beklenen sonuçların alınamaması, liderlerin beklentileri karşılayamaması durumunda yaşanan ilk kırılma.

Sorgulamaya Başlama: “Acaba yanlış mı yapıyoruz?”, “Bu yol bizi nereye götürüyor?” gibi sorular sormaya başlama.

İkili Yaşam: Hem bağlılık hissetme hem de uzaklaşma isteği arasında kalma durumu.

Motivasyonel Çöküş: Artık eski motivasyonu hissetmeme, faaliyetleri “görev” olarak görme durumu.

Bu meyanda sosyal ağlar kuramına göre, insanların davranışları büyük ölçüde içinde bulundukları sosyal ilişki ağları tarafından şekilleniyor. Bu ağlardaki konum – merkezi mi çevresel mi, yoğun mu seyrek mi bağlantılara sahip – kişinin hareket kararlarını doğrudan etkilemekte.

McAdam’ın modelinde sosyal ağlar üç temel işlev görüyor, cemaat özelinde buna bir tane daha ilave etmek durumundayız: Bilgi akışı, sosyal baskı, moral desteği ve maddi destek. Bilgi akışı, hareket hakkındaki güncel gelişmeleri, stratejileri, riskleri öğrenme imkanı sağlıyor. Sosyal baskı, ağ içindeki diğer üyelerin beklentileri doğrultusunda davranma zorunluluğu inşa ediyor. Duygusal destek ise, zor anlarda moral ve motivasyon kaynağı oluyor. Madde destek malum; muavenet.

Öte yandan çözümleyebildiğim kadarıyla cemaatin sosyal ağları son derece karmaşık ve çok katmanlı bir yapı sergiliyor:

Merkezi konumda olanlar: Cemaat içinde koordinatör, bölgeci, kurum müdürü gibi görevleri olan kişiler. Bu kişiler, çok sayıda insanla bağlantılı oldukları için hem çok fazla bilgiye ulaşıyorlar hem de üzerlerinde yoğun sosyal baskı hissediyorlar. Ayrılmaları durumunda, sadece kendi hayatları değil, bağlantılı oldukları yüzlerce insanın hayatı da etkileneceği için çok yüksek bir sorumluluk altındadırlar.

Sıkı bağlara sahip olanlar: Aile bağları, yakın arkadaşlıklar, iş ilişkileri tamamen cemaat içinde olan kişiler. Bu kişiler için cemaatten ayrılmak, sosyal intihar anlamına gelir çünkü tüm sosyal çevrelerini kaybedeceklerdir. Bu durum, ekonomik risklerden çok daha ağır bir yük oluşturur.

Çok katmanlı bağ sahipleri: Hem aile hem iş hem de sosyal çevresi cemaat içinde olan kişiler. Bu kişiler için cemaat, sadece bir oluşum değil, tüm hayattır. Bu durumda ayrılmak, neredeyse mümkün değildir.

Zayıf bağlara sahip olanlar: Cemaatle sadece belirli konularda bağlantısı olan, diğer sosyal çevreler de bulunan kişiler. Bu kişiler için ayrılmak daha kolaydır çünkü alternatif sosyal ağları mevcuttur.

Biliyorum biraz karmaşık ama emin olun basitleştirmek için çabalıyorum.

Devam ediyorum, bugün için az bir şey kaldı.

Sosyal ağ içindeki konum, risk alma davranışını iki yönde etkiliyor:

Kısıtlayıcı etki: Güçlü sosyal bağlara sahip olan kişiler, bu bağları kaybetme korkusuyla daha temkinli davranabilirler. Özellikle “stratejik gizleyenler” kategorisindeki kişiler, sosyal ağlarını korumak için ikili yaşam sürmek zorunda kalırlar.

Destekleyici etki: Güçlü sosyal ağlar, aynı zamanda zorlu dönemlerde destek sistemi oluştururlar. “Dirençli çekirdek” kategorisindeki kişilerin büyük kısmı, mendi dahili sosyal ağlarının sağladığı destek sayesinde kolaylıkla dayanabilirler.

Eminim ilk yazdığımda “bu da neyin nesi?” diye kafanızdan geçen biyografi uygunluğu kavramı, McAdam’ın modelinin belki de en özgün yanı. Bu kavram, bir kişinin hayat şartlarının, yüksek riskli aktivizme ne ölçüde uygun olduğunu ifade ediyor. Yani esasen kişinin yaşı, medeni durumu, mesleki durumu, sağlık durumu, mali durumu gibi biyografik özelliklerinin, risk almayı ne kadar kolaylaştırdığı veya zorlaştırdığı bu modelde çok önemli. Kısaca bunların neler olabileceğine bir göz atalım mı?

Yaş Faktörü: Genç kişiler genellikle daha az sorumluluğa sahip oldukları için daha yüksek risk alabilirler. Ancak yaşlı kişiler ise uzun yıllar boyunca oluşturdukları tarz-ı hayatlarını değiştirmek istemezler. Bu nedenle “dirençli çekirdek” kategorisinde yaşlı kesim yoğunlaşırken, “pragmatik ayrılma” kategorisinde genç kesim daha çok görülür.

Aile Sorumluluğu: Evli ve çocuk sahibi kişiler, bekâr kişilere göre çok daha temkinli davranırlar. Çünkü alacakları riskin bedeli sadece kendilerini değil, ailelerini de etkileyacaktir. Özellikle küçük çocuğu olan babalar, sahip oldukları hayat şartlarını kaybetme riskini göze alamazlar. Bu durum, “stratejik gizleyenler” kategorisinin oluşmasında önemli rol oynar.

Mesleki Durum: Kamu çalışanları, özel sektör çalışanlarına göre daha fazla risk altındadır. Özellikle öğretmen, polis, asker gibi mesleklerde çalışanlar için cemaat üyeliği, direkt olarak meslek hayatlarını tehdit eden bir unsura dönüşmüştür artık. Bu kişiler genellikle “koşullu bekleyenler” kategorisinde yer alırlar.

Ekonomik Bağımsızlık: Mali açıdan bağımsız olan kişiler – emekli, serbest meslek sahibi, işveren konumundaki kişiler – daha yüksek risk alabilirler. Tersine, kredisi olan, düzenli maaş bağımlısı kişiler daha temkinli davranırlar.

Sağlık Durumu: Ciddi sağlık problemleri olan kişiler, hem tedavi masrafları hem de stres faktörü nedeniyle risk almaktan kaçınırlar. Bu kişiler genellikle “pragmatik mesafe” kategorisinde yer alırlar.

Son olarak Gülen Cemaati bağlamında biyografi uygunluğuna göz atıp bugünkü faslı kapatalım.

15 Temmuz sonrası süreçte, farklı biyografik özelliklere sahip kişilerin farklı kategorilerde yoğunlaştığı gözlemledik:

“Dirençli Çekirdek” Kategorisi: Bu kategoride genellikle 50 yaş üstü, çocukları büyümüş veya çocuğu olmayan, emekli veya serbest meslek sahibi, uzun yıllardır cemaat içinde olan kişiler yoğunlaşır. Bu kişilerin hayat şartları risk almaya daha uygundur.

“Pragmatik Mesafe” Kategorisi: Bu kategoride genellikle 30-50 yaş arası, küçük çocuğu olan, kredisi bulunan, kamu sektöründe çalışan kişiler yer alır. Bu kişilerin yaşam koşulları, açık cemaat üyeliğini sürdürmeye uygun değildir.

“Tam Ayrılma” Kategorisi: Bu kategoride şaşıracaksınız ama hem çok genç (alternatif hayat kurabilecek) hem de çok yaşlı (artık mücadeleyi bırakmış) kişiler yer alıyor. Ayrıca ciddi ekonomik veya sağlık sorunları yaşayan kişiler de bu kategoride yoğunlaşıyor.

McAdam’ın modelinin en değerli yanı, bu üç faktörün izole değil, etkileşim halinde çalışması. Bir kişinin yüksek riskli aktivizme katılma kararı, bu üç faktörün birleşik etkisinin sonucudur:

Üç Faktör de Pozitif: Güçlü motivasyonal bağlara sahip, merkezi sosyal ağ konumunda bulunan, yaşam koşulları risk almaya uygun kişiler, “kategorik sadıklar” grubunu oluşturur.

İki Faktör Pozitif, Bir Faktör Negatif: Bu durumda “eleştirel sadıklar” veya “duygusal sadıklar” gibi ara kategoriler ortaya çıkar.

Bir Faktör Pozitif, İki Faktör Negatif: Bu durumda “pragmatik mesafe” kategorisi ortaya çıkar.

Üç Faktör de Negatif: Bu durumda “tam ayrılma” kategorisi ortaya çıkar.

Başta da belirttiğim gibi henüz cemaat özel isimlendirme ve nitelendirmelerden bahsetmeden, genel kuramsal çerçeve çizmeye çalıştım. Ele aldığımız bu üç model, neden aynı sosyal hareket içinde farklı kişilerin farklı tepkiler verdiğini anlamamıza muazzam katkı sağlayacaktır.

Devam edeceğiz…

5 YORUMLAR

  1. Osman ŞİMŞEK’ in Açıklamalarına Ben de Şöyle Baktım:

    – Okyanuslara Açılan/ Daha da açılacak olan ; -Allahu alem- Hizmet gemisi yeniden rektifiye ediliyor. Eksiklikleri gideriliyor. Yeni, uzun, muhtemel zorlu seferlere hazırlanıyor.

    – Olayların vuzuha kavuşması sağlanıyor. Osman Şimşek, olayların bir parçasına da olsa bildiği veya şahit olduğu konuları

    söylüyor.

    Varsa buna ekleyeceği, düzelteceği olan, yazar veya söyler. Böylece muallakta olan şeyler zihinlerde net bir yere oturur. Ancak iç sağlamlık, bütünlük sağlandığı müddetçe ileriye doğru yol alınır.

    – Fikirlerden, eleştirilerden kaçınılarak fikri gelişim gerçekleşmiyor. Dünya düzleminde “işte meydan” denilemiyor.

    Bu iç eleştiriler, tavsiyeler vesilesiyle Her türlü zorlu konular ele alınarak mükemmel fikri üretimler oluyor, fikren de Okyanus dalgalarına daha dayanaklı hale geliniyor.

    – Neticede Hizmet de Türkiyeli insanlardan oluşuyor. Toplumun bir kesime bakış açısı; yaptığının diyetini ödediyse, artık mesele yok.

    Hizmet içinden 100 lü rakamlarla ifade edilen kişilerin yanlışları yüzünden 1 Milyona yakın insana zulmedildi, zalimane cezalandırıldı, mağdur edildi.

    Sonuç Türkiyeli toplumu mağdurun yanındadır.

    – Dünya yüzünde , kendini güvenli liman kanıtlamış Hizmet Hareketi gibi 2. Bir sivil, gönüllü hareket olmadığından, – veya ben görmüyorum- ;

    Hizmet gemisinde yol alan insanlar, Türkiye toplumunun tehlikeli bir çürüme yaşadığı veya yurt dışındakilerin de kendi ailelerini ancak Hizmet gemisi içerisinde muhafaza edebileceklerini gördükleri, bildikleri için;

    Bu geminin eksiklerini, varsa hatalarını tamir ederek, düzelterek içinde yol almayı tercih edeceklerdir.

    Netice: Osman Şimşek gibi insanların konuşması yukardaki faydalara bir vesiledir. Bu gibi insanlara benim diyeceğim:

    “Bir damlacık kanım akmaz öldürürsen sen öldür. …”

  2. durun durun bir saflık yapıp giriş paragrafına hemen bir şey diyeyim…ah kimselerin vakti yok makti yok değil anladığı halde anlamıyorum diyenin sürüsüne bereket.Utanma kalkınca insandan anlamıyorum diyen vezir olur bu dünyada

  3. Bir kose yazisi degil de sanki bir kitabin bir chapter’i gibi bir yazi olmus. Fikre guzel bir pencere acilmis.

    Weber’in “olağanüstü kişilik otoritesinin rutinleşmesi” kavrami acaba hizmeti bekleyen son mudur? sorusu onemli bir soru … Weber hocaefendi gibi karizmatik liderlerin vefati sonrasi, liderin geride biraktigi sistemin bir takim kural / gelenek ve kurumsallasmalarla rutinlesecegini on goruyor. Rutinlesen sistemin bir sure sonra burokratik bir sistem haline gelecegini ifade ediyor.

    Simdi Weber’in bu siniflandirmasini, Ustad sonrasi icin analiz edelim … Ustadin vefatindan sonra ne olmus ? Ustad da karizmatik bir lider ve vefatindan sonra Nur hareketi rutinlesmis mi ? Kurumsallasarak burokratiklesmis mi? Bu sorunun cevabi hem evet hem de hayir.

    Evet, cunku ustad sonrasi Nur hareketi bolunerek kucuk burokrasiler haline donusmus. Tek burokrasi degil, cok sayida burokrasi ortaya cikmis. Herbiri bir abinin etrafinda toparlanmis, birbirine karsi kismen mesafeli, disa kapali cok sayida nur cemati haline donusmus.

    Hayir, cunku Ustadin vefati sonrasi olusan 5-10 yillik fetret donemi sonrasi, hocaefendinin “ilhamini risalei nur dan alan”, ama uygulamada hem donemin sartlarina hem de neset ettigi ortama gore gelisen, “hizmet hareketi/ cemaat” on plana cikmaya baslamis. Esbab perspektifinden olaya bakacak olursak, Nur hareketi icinden yeni bir karizmatik lider ortaya cikmis.

    Hocaefendi dogrudan Ustad’in cevresindeki birinci halkadan biri degil, Ustadin aciktan isaret ettigi biri de degil, secimle bir yerin basina gelmis biri de degil, “ben bir sey kuracagim” diye ortaya cikan biri de degil … igne ile kuyu kazilarak, tek tek talebe ile ilgilenilerek, kendisiyle ayni dairede bulusan insanlarla omuz omuza vererek hizmetin / cemaatin oturdugu prensip ve is yapma usulleri zaman icinde olusturulmus. Tabiri caizse, karsilarina dag cikmis tunel acmislar, derin vadiler cikmis, viyadukler yapmislar. Durmadan yollarina devam etmisler ve kendi orneklerini olusturmuslar.

    Weberin perspektifine geri donecek olursak, Hocaefendi sonrasi hizmetin / cemaatin burokratik bir yapiya donme riski var midir ? Vardir elbette. Hizmet kendi icinde bu riski dengeleyebilecek bir dinamizm uretmesi mumkun olabilir mi ? Lokalde evet, ama merkezde zor. Lokal’de dinamizm uretmek (karizmatik bir lidere ihtiyac duymadan) mumkun olabilir zira cok daha az parametre ve yonetilecek denge var lokalde. Ama merkezde bu cok mumkun degil. Merkezi yapilar, muhafazakar olurlar. Garantici olurlar. Dengeci olurlar. Riske girmezler. “Emaneti koruyalim” psikolojisi ile hareket ederler. Merkezde one cikan abiler / isimler bu profile uyan isimler. Hicbir konuda hicbir sey ile alakali risk almayacaklardir.

    BUrada en kritik soru ise su … Aynen Ustad sonrasi hocaefendinin gelmesi gibi, belirli bir fetret donemi sonrasi 3. bir kisi gelir mi ? Buna yonelik Ustad’in ifadelerini hepimiz biliyoruz. Gaybi bilemeyiz ama ustadin bahsettigi 3 devir meselesi ve her devri temsil eden bir kisi meselesi bilinen bir mesele.

    Meseleye tamamen rasyonel bir perspektiften bakacak olursak, bu tarz bir beklentinin rasyonel bir beklenti olmadigini soylemek mumkun. Zira bu tarz beklentiler (“surec ne zaman bitecek tarzi beklentiler”) insanlari atalete iter ve bu acidan faydali da degiller.

    Hirschman 3lu modeli ve McAdam in teorisi ile alakali soyledikleriniz ve bu perspektiflerden hareketle hizmet ozelinde yaptiginiz tespitler de carpici. Uzerinde hepimizin dusunmesi gereken hususlar. Gelecek yazilarinizi okuyup, bilahare bir seyler demek daha dogru olacak gibi.

    Tesekkurler.

  4. günümüz dünyasında bu çalışmanın yapılması lazımdı hizmet evrensel bir oluşum dünyaya şekil vermeyi,kendi boyasını çalmayı hedef edinmiş bir oluşum hedef bütün insanlık

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin