ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM
İki yıldır devam eden kanlı Gazze savaşının ardından imzalanan ateşkes anlaşması, sadece bir diplomatik başarı değil, ABD Başkanı Donald Trump’ın dış politika anlayışının yeniden doğuşu olarak da okunmalı. Amerikalı ve İsrailli yorumcuların “Trump momenti” diye tanımladığı bu süreç, Washington’un diplomasiye yeniden nasıl yön verdiğini gösteriyor. Gelin Trump tarzı diplomasinin detaylarına bakalım…
Trump doktrini: “Önce zorlama, sonra uzlaşma”
Donald Trump, diplomasiyi ahlaki ilkelerle değil, güçle tanımlıyor. Joe Biden’ın “insan hakları merkezli” yaklaşımıyla kontrast oluşturan bu çizgi, Trump’ın klasik bir “pazarlıkçı” refleksiyle sahaya inmesine yol açtı. Trump basitçe şöyle diyor; “Eğer karşı taraf seni sevmiyorsa, senden korkmalı. Senden korkuyorsa, sonunda seninle anlaşır.”
Bu anlayış, Biden döneminde zayıflayan Amerikan caydırıcılığını yeniden canlandırdı. Gazze’deki ateşkes, “önce baskı, sonra müzakere” formülünün sahadaki karşılığı oldu. Trump, hem Netanyahu’yu hem Hamas’ı kendi şartlarında masaya oturttu.
İsrail’e açık destek
Trump, diplomasiyi askeri gücün alternatifi değil, onun uzantısı olarak gördü. Bu yaklaşım, “önce zafer, sonra anlaşma” anlayışıyla birleşti. Biden yönetiminde İsrail’e getirilen “ahlaki sınırlamalar”, Tel Aviv’de güven kaybı yaratmıştı. Trump ise İsrail’e açık destek verirken, aynı zamanda onu da zorladı…
Bir İsrailli generalin ifadesiyle, “Trump, iki tarafa da istemedikleri bir planı dayattı.” Sonuçta, savaşın tarafları yalnızca baskıyla değil, çıkarlarının gereğiyle de ateşkese razı oldular.
Katar krizi ve zorunlu uzlaşma
Bir ay önce İsrail’in Katar’daki Hamas temsilcilerini hedef almasıyla barış süreci dağılma noktasına geldi. Biden döneminde bu tür krizler haftalarca sürerken, Trump masaya yumruğunu vurdu. Netanyahu’yu Oval Ofis’e çağırıp, Katar Emiri’nden özür dilemesini sağladı. Bu, klasik diplomaside “ayıp” sayılabilecek bir yöntemdi ama işe yaradı. Trump, kaba kuvvetle değil, sonuç odaklı baskıyla süreci yeniden rayına oturttu.
Trump diplomasisinin bir diğer farkı, kişisel ilişkilerin kurumsal süreçlerin önüne geçmesi. Jared Kushner ve özel elçi Steve Witkoff’un perde arkası rolleri burada belirleyici oldu.
Kushner’in Körfez sermayesiyle kurduğu yakın ilişkiler, Trump’a Arap dünyasında doğrudan etki kanalları açtı. Trump, bürokrasiyi baypas eden bu yöntemle, “devlet aklını değil, iş dünyası mantığını” devreye soktu. Klasik diplomasiyle alay eden ama sonuç üreten bu tarz, Amerika’nın yeniden “oyun kurucu” rolünü pekiştirdi.
Washington’un geri dönüşü
Gazze anlaşması, Çin’in, Rusya’nın ve Avrupa Birliği’nin yıllardır arzuladığı ama başaramadığı şeyi gösterdi: ABD hâlâ dünyadaki tek vazgeçilmez güç.
Trump’ın başarısı, kişisel tarzının ötesinde, Amerikan sisteminin hâlâ işlediğini hatırlattı. Ne Çin’in ekonomik nüfuzu ne Moskova’nın askeri riski ne de Brüksel’in “değer diplomasisi”, Washington’un yerine geçebildi.

Trump’ın Gazze hamlesi, ahlaki gerekçelerden yoksun olabilir; ama bu kez işe yaradı. Biden’ın “empati diplomasisi” sonuç üretmemişti. Trump’ın “dayatma diplomasisi” ise barış getirdi.
Bu barış kalıcı mı? Belirsiz. Ama tarih şunu not edecek: Trump, hem Netanyahu’yu hem Hamas’ı hem de dünyanın geri kalanını aynı masada buluşturmayı başaran tek lider oldu.
Sonuç olarak Trump’ın Gazze başarısı, diplomasinin yeniden tanımını yaptı: Artık masada olan, yumuşak güç değil — sert gücün stratejik kullanımı.
Barış planı ideal mi? Değil. Her an çökebilir mi? Mümkün. Ancak bazen, ahlaki motivasyondan yoksun bir barış, hiç barış olmamasından daha iyidir.
Gazze’de barış, Amerika’da savaş
Bu arada doğrudan Gazze ile ilgili değil ama enteresan bir durumla karşı karşıyayız ve ‘Trump Doktiri’nden bahsederken bu boyutunu ıskalamamak lazım. Çünkü ortada esaslı bir ironi var. Trump, dışarıda barış ilan ederken içeride “savaş” emri veriyor. Portland, Chicago gibi Demokratların yönettiği şehirleri “kuşatma altındaki savaş bölgeleri” olarak tanımladı. Yüzlerce Ulusal Muhafız askerini bu şehirlere gönderdi. “Amerika içinden çürümekte,” dedi. “İçerideki düşmanlar dışarıdakilerden daha tehlikeli.”
Trump, Netanyahu’yu zorlayarak Gazze’de ateşkese razı eden “barış kahramanı” olarak övülürken, ülkesinde demokrat valileri, muhalifleri ve protestocuları “hain” ilan ediyor. Amerikan şehirlerini “tehdit altındaki cepheler” olarak görüyor. Bir hafta önce Quantico’daki askeri akademide yaptığı konuşmada, generallerine, “Ülke içindeki tehlikeli bölgeleri eğitim alanı olarak kullanın.” dedi.
Trump için “barış”, sınırların dışında bir imaj meselesi; içerideyse “düşmanı ezmek”le eş anlamlı bir kavram.
Trump’ın bir elinde zeytin dalı, diğerinde cop var…