YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Yeryüzünü; elektrik direklerinin henüz olmadığı bir zamanda izlemeyi ve fotoğraflamayı çok isterdim. Bugün elektrik direk ve telleri yeryüzündeki görüntü kirliliğinin en büyük sebeplerinden biri. Bu sözümü yargılamadan önce baktığınız yerlere bir de onlar olmadan bakabilmeyi denemenizi öneririm. Denize bakarken, ufku seyrederken, cumbalı evlerin arasında yürürken, yemyeşil tabiatta gezerken gelişi güzel saçılmış elektrik tellerinin ruhunuzda nasıl çizikler meydana getirdiğini fark etmeye davet ediyorum. Bunu fark ettiğimizde dünyaya çok daha başka bir gözle bakacağımızdan kuşkunuz olmasın.
Özellikle Türkiye’de elektrik tel ve direkleri o kadar özensiz yerleştirilmiştir ki, hiçbir yapıyı, eseri ya da tabiat güzelliğini dikkate alma gereği duyulmamıştır. Böylesine dikkatsiz ve pervasızca yerleştirilen direkler Türkiye’nin kutsal ineği gibi istediği yere istediği şekilde ayağını uzatmış, istediği yerin ruhunu yaralamıştır.
Bir kere daha tekrar edeceğim tabiatı ve kentleri tellerin olmadığı bir zamanda fotoğraflayabilmeyi ne çok isterdim. Efendim elektrik olmasaydı şöyle olurdu, madem öyle kullanma bakayım vs gibi sözler edileceğini tahmin ediyorum. Benim itirazım elektriğin kendisi değil, bunu köylere kentlere ulaştırırken, evlere taşırken estetiğe ve görüntü kirliliğine hiç ama hiç dikkat edilmemiş olmasına.
Çok hoşunuza giden görüntülere dikkat edin orada elektrik tellerinin olmadığını ya da tasarımın bozulmadığını fark edeceksiniz. Sizin hoşunuza giden şey tabiattaki olağanüstü tasarımdır. Zaten çirkinlik, cahil ve açgözlü insanoğlunun tabiata dokunmasıyla başlar. Bu zevksizlik ve estetik düşmanlığı bizim coğrafyada fazlasıyla yoğunlaşır.
Eğer estetik, tasarım, sanat bir kaygı olarak azıcık var olabilseydi her şey çok ama çok daha güzel olacaktı.
Tasarım, estetik, zevk; bırakın bir taşra kentini, İstanbul’da bile yabancıdır bize. Mesela Dünyanın en güzel coğrafyalarından biri olan Haliç’e tepeden baktığınızda buranın nasıl bir kent geleneğine sahip olduğu ya da nasıl bir mimari dokuya sahip olduğunu anlayamazsınız. Çünkü karmakarışıktır. Binlerce yıllık bir kentin en önemli bölgelerinden birisine baktığınızda burada sanki 30 yıl önce köyden göçmüş ve daha önce kent geçmişi ve bilgisi bulunmayan, şehirli olamamış birilerinin yaşadığını düşünürsünüz.
Estetik her yönüyle bu toprakları terk edip gitmiş sanki. Kafanızı kaldırıp, canım ulucamilerin muhteşem ahşap kubbelerinde elektrik fetişizmiyle işlenen cinayetlere bir bakın. Ya da yüzlerce yıllık taş oymaların üstünden pervasızca geçen kablolara..
Milyarlarca dolarlık mekanlarda tasarımla ilgili kaygının olmaması, bunun hiç dert edilmemesi ne büyük bir acıdır. Oysa ülkeyi yönetenler yeryüzüne bir tasarımcı gibi bakabilseydi kentlerimiz ve tabiatımız bu denli hunhar bir katliama maruz kalmayacaktı.
Her bulduğu dağı taş ocağı diye delmeyecek, elektrik direklerini gelişi güzel dikmeyeceklerdi. Ormanları, ağaçları, denizleri bu kadar ölümüne yok etmeyeceklerdi. Tabiatın tasarımına ayak uyduracaklardı, eğer estetik bir kaygı olarak yüreğinin bir yerinde yer edinseydi. Maalesef ülkedeki hiçbir belediye başkanı, hiçbir devlet yöneticisi bununla ilgili bir kaygı taşımadı.
Kentlerdeki kargaşayı, dağınıklığı elektrik tellerinin çirkinliğini, estetiğin ölümünü yoğun olarak düşündüğüm bir esnada Fevzi Yazıcı’nın tahliye olmadığı haberini almak canımı ekstra yaktı.
Bu ülkede tasarımı dert eden bir adam vardı onu da ahmakça bir sebep bulup hapse attılar ve ısrarla orada tutmaya devam ediyorlar. Zaman Gazetesi’nin Görsel Yönetmeniydi Fevzi Yazıcı, bir sanatçıydı. Yıllarca gazetenin daha estetik bir ürün olması için gece gündüz çalıştı. Oranın bir okul olması için insanüstü çaba sarf etti. Tasarım günleri düzenledi her yıl yüzlerce öğrenciyi eğitimden geçirdi. Dünyaca ünlü dizaynırlar, tasarımcılar, fotoğrafçıları çağırıp Gazetede dersler verdirdi. Bir sonraki adımda bir Tasarım okulu kurmayı hayal ediyordu.
Bunu yaparken tek bir kaygısı vardı o da bu ülkede tasarım düşüncesi, estetik kaygısı gelişsin belki yaşadığımız dünyaya daha iyi davranırız, daha zevkli mekanlarda yaşarız, kaygısıydı. Hayatımıza paslı elektrik direklerini hoyratça dikenler estetiği de dört duvara hapsettiler.