NECİP F. BAHADIR | YORUM
İşadamını bu kadar üzgün görmemişti. Üzgün ne kelime, dağılmıştı resmen. Ne yapacağını bilemiyordu. Gözleri nemleniyordu. Kendini tutamıyordu. “Ya Rabbi! Canımı al da bu dertten kurtar beni!” diye yalvarıyordu.
Hayır, mallarını kaçırdığı falan yoktu. Bir yanlış anlaşılma olmalıydı. Ama anlat anlatabilirsen… ‘Bir hafta süre’ demişti. Geriye bir kaç gün kaldı. Boşa koydu dolmadı, doluya koydu almadı. Tam bir çıkmazdaydı.
Psikolojik olarak çökmüştü. Onca mal mülk neye yarardı. Kolay mı bir anda nakite çevirmek! Sıradan bir vatandaş olmayı ne çok isterdi. Fakat kader mi, bahtı mı? Payına ağlamak, dövünmek düştü.
Perişan halini duyunca ben de üzüldüm.
Ne diyeyim, sadece anaları, babaları değil büyük patronları bile ağlatan bir düzen… KKM rezaletini bir uzman, “Hem denize düştük hem de yılan ısırdı!” şeklinde yorumluyordu.
Bir iktisatçı “Gerçek maliyeti hesaplamak imkansızdır. Yüksek enflasyon, servet transferi, gelir dağılımındaki bozulma, güven kaybı, ahlaki çürüme, beyin göçü… Bunların maddi hesabı yapılamaz!” diyordu.
Bedeli kim ödedi? Hatayı yapan mı? Bile bile lades diyen mi? Bir adım ötesini göremeyen, “Ben ekonomistim” diyen mi? Hatadan dönüldü diye sevinelim mi?
Sonuna düşünmeyen, bile isteye yanlış yapana acınır mı? Neyse konumuz bu değil. Yazının girişine koyduğum notu da bugün ete kemiğe büründürmeyeceğim. Vaktini bekleyecek…
Yıllar önce bir başkası, “Ceketimi alıp gitmeyi, o kadar çok isterdim ki… Ama yapamam…”
Hayret, senin gibi biri haa… Na kadar şaşırmıştım bu sözleri duyduğumda. Onca mal mülk neye yarar ki… Bu durumlara düştükten sonra…
“Bildiğin gibi, gördüğün gibi değil!”
Demek öyle… Çaresiz, olan biteni kabullenmek ve kaderine razı olmaktan başka seçeneği yoktu. Paçayı kaptırmıştı bir kere, yakası elinde değildi. Sanki ‘cehennem azabını’ dünyada yaşıyordu. Vicdanı paramparçaydı. Biz belki onları ‘tuzu kurular’ olarak görüyoruz. Fakat iç dünyaları hiç de öyle değil. Olay mahalline çok uzağım ama öyle ibretlik hikayeler duyuyorum ki…
Bir hafta önce AKP ile MHP arasında yaşananları “Ankara’da tuhaf işler oluyor!” diye yazmıştım. Tuhaflık giderilemedi. Bilmece çözülmedi. Bahçeli’nin şifreli mesajlarına, Erdoğan da katıldı. İki ortağın sadece kendilerinin anladığı ve çözümlediği ‘dilden’ konuştuğunu görüyorum.
Erdoğan daha netti, ama o da dilini ve politikasını ‘flulaştırdı’. Acaba neden? AKP ile MHP arasında bir ‘siyasi ortaklık’ yok. Peki ne var; ‘suç ortaklığı…’ İp incelir, incelir tam kopacakken lastik gibi tekrar eski haline dönüverir. Kaç kez Bahçeli ‘çekip gitmek’ istedi, fakat Erdoğan elindeki kozları kullandı ve bırakmadı.
Siyaseti yorumlamak hiç bu kadar zor olmamıştı. Siyasi analiz yapanların, uzmanların, gözlemcilerin işi o kadar zor ki… Aslında ‘siyaseti çözümlemek’ basit, hele deneyimli isimler için. Fakat Türkiye’de siyaset yok. Ülke siyasetsiz günler yaşıyor. AKP ve MHP arasında ilişkiyi siyaseten anlamlandırmak mümkün değil.
Biraz CHP’de siyaset üretiliyordu. Erdoğan devlet gücünü kullanarak ‘CHP’siz Türkiye’ projesini başlattı. CHP de kendi derdine düştü. Yargı operasyonlarına cevap vermekle meşgul. Özgür Özel gün geçmiyor ki bir hapishanenin önünden açıklama yapmasın…
Bir Ankara gazetecisi, “Bahçeli’yi anlayabilene muhtelif Nobel ödülleri verilmelidir!” diye yazdı. Haksız mı? Bahçeli’nin ‘Öcalan açılımını’ kim öngörebildi? “DEM kapatılsın, milletvekillerinin maaşına el konsun!” çıkışları atmosferden kaybolmadan, “Öcalan Meclis’e gelsin, konuşsun… Umut hakkından da yararlansın…” deyiverdi.
Neydi, Bahçeli’yi bu kadar keskin politika değişikliğine iten faktörler? Bilen var mı? Anlayan çıktı mı? Kendisi anlattı mı? Hayır… Ne tabanına ne kamuoyuna izah etti. “Ben yaptım, oldu…” dedi.
Taban huzursuzmuş, teşkilatlar şoktaymış… Ne önemi var? Lider hem bilge, hem kutsal değil mi? Vardır bir hikmeti…
Erdoğan, Bahçeli’den geri kalır mı? Mayıs seçimlerinde söyledikleriyle bugün yaptıkları arasında ‘gece gündüz’ kadar fark var. Siyasetçi konuşur, nabza göre şerbet verir, taç giyince baş akıllanır. Yok hayır, bu Erdoğan için geçerli değil. Taç başındaydı zaten. Muhalefette değildi. Sadece iktidar değil ‘muktedirdi’. Tek adamdı. Atatürk ve İnönü’den daha etkili ve yetkili bir ‘tek adam…’.
İtirazı edeni yok, karşı çıkanı yok. Ayrı olan kuvvetleri şahsında topladı. ‘Yasama, yürütme, yargı’ ete kemiğe büründü, Erdoğan diye göründü. Medyayı da ekleyin buna…
Mayıs seçimlerinde ne dedi Erdoğan? Muhalefeti neyle suçladı? CHP iktidara gelirse ne yapacaktı? Kandille işbirliği halindeydi! PKK’ya af getirecekti! Öcalan’ı salıverecekti! DEM’le kol kola yürüyecekti! Altılı masanın ayaklarından biri DEM’di! AKP ve MHP bütün politika ve propagandasını bu söylemlerin üzerine oturtmadı mı?
Kendileri terörle mücadelenin kahramanlarıydı. Altılı Masa’nın bileşenleri olan partilerin hepsi istisnasız ‘terörist ve vatan hainiydi’. Kandil’le diyalogları vardı. Hızını alamayan yandaş kalemler ‘CHPKK…’ diye harf oyunlarına başvurdu.
O cümleler ülkenin göğünde yankılanıp dururken Erdoğan, muhalefeti suçlamak için ne söylediyse, hangi argümanları kullandıysa, neyle itham ettiyse kendisi yapmasın mı? Bu kadar keskin virajı bırakın siyasi analiz yapanlar, falcılar, kahinler bile öngöremezdi. Romancılar, senaristler böyle bir siyasi kurgu ve senaryo kaleme alamazdı. Ve oldu…
Hayır, siyaset değil bu… Bunun adı başka bir şey. Bir siyasetçi önce yürüyeceği yolun taşlarını döşer, sonra adımlarını atar… Oy istediği halka açık açık söylemese bile işaretlerini verir. Arif olan anlar. Bir özeleştiri yapması gerekmez miydi? Taban ve kamuoyunu takan yok. Taban zaten ‘mümini’ olmuş. Ne verirsen almaya hazır. Mayıs’ın Erdoğan’ı mı haklı yoksa bugünün Erdoğan’ı mı? PKK ve DEM’le savaş mı doğruydu, barış mı? Her ikisi de doğru olmaz. Birisi yanlış… Sorgulayan kim?
Bahçeli’yi çözmek zor da, Erdoğan’ı kolay mı? Hiç değil. Düşünsenize ‘dost ve düşmanlar’ kaç kez yer değiştirdi. Bir zamanlar Horasani’nin Emevilerin yıkılışını izah ettiği şu sözünü duvarlarına asarlardı; “Onlar zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakında tuttukları düşmanları dost olmadı, ama uzak tuttukları dostları düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu”
Bugün AKP ve Erdoğan’ın düştüğü durum farklı mı? Dost kim, düşman kim belirsiz. Mehmet Uçum dost, Bülent Arınç düşman!
Neyse bu da ayrı bir konu.
Erdoğan ile Bahçeli Ahlat’ta ‘düşman çatlatmış’… Birlikte verdikleri görüntü ve fotoğraflar medyayı süslüyor. Ortaklar arasında su sızmıyormuş. Halkın ilgisizliği görülünce programlara katılacak öğrencilere ‘300 TL’nin verileceği’ duyurulmuş.
Bu kadar ucuz mu?
Ben o fotoğraflara dikkatlice baktım, yüzlerine yansıyan ifadeleri anlamaya çalıştım, yoldaşlık değil, ayrılık gördüm. ‘Son Akşam Yemeği’ gibi… AKP ve MHP veya Erdoğan ile Bahçeli arasındaki ilişkiler daha da tuhaflaştı. Aklı başında hiç kimse bu görüntüye – maddi ve siyasi – yatırım yapmaz!