İDRİS GÜRSOY | YORUM
Tek parti dönemi 1950’de sona erdi. Demokrat Parti, “Yeter söz milletin!” diyerek iktidara gelmişti. Özgürlük rüzgarları esiyordu. Ama daha DP hükümetinin ilk yıllarında demokrasi kesintiye uğradı. Toplumun belli bir kesimini hedef alan cadı avı başlatıldı.
DP’yi demokrasiden geri adım attıran olay ise Malatya suikastiydi. 22 Kasım 1952’de gazeteci Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Üzmez’in silahlı saldırısı sonucu yaralandı. Ülke gündemi bir anda değişti. Saldırıdan yaralı kurtulan Yalman’ın ifadesiyle, ‘suikast ortaya hayırlı bir netice çıkarmış ve gericiliğe karşı önlem almak ve bir araya gelip mücadele etmek için elverişli bir ortam oluşmuştu.’
Peki suikastin arkasında kim vardı ve nasıl bir süreç yaşanmıştı?
Ülkenin gündemine ‘irticai’ tehlikesi oturdu. Basın, bazı dernekler ve üniversiteler ‘gericiliğe’ karşı harekete geçirildi. Bazı yeni dernekler kuruldu ve propaganda faaliyetlerine hız verildi. Milli Türk Talebe Birliği, bir genelge yayımlayarak, irticaya karşı birlik oluşturulmasını istedi. Başbakan Adnan Menderes, CHP’yi doğrudan hükümetle birlikte çalışmaya çağırdı. İsmet İnönü bu çağrıya olumlu yanıt verdi.
Emniyet, istihbarat ve adliye iş başındaydı. Bir cadı avı başlatıldı. 25 ilde operasyonlar yapıldı. Suikastle ilişkisi bulunmayan Nur talebeleri gözaltına alındı. Mersin, Rize ve Diyarbakır’da davalar açıldı.
Said Nursi, Emirdağ Lahikasında, “Malatya hadisesi münasebetiyle yine gizli düşmanlarımız hükümetin ve adliyenin nazarı dikkatini bizlere çevirmeye çalışıyorlar.” diyecekti. Nursi de Samsun mahkemesinde yargılandı. Doktorların, “Hasta seyahat edemez!” raporuna rağmen zulümle İstanbul’a sevk edildi.
25 Ocak 1953’te Malatya Sulh Ceza Hâkimliği, suikast soruşturması çerçevesinde İslam Demokrat Partisi Genel Başkanı Cevat Rifat Atilhan, Samsun’daki Büyük Cihat gazetesi sahibi Mustafa Bağışlayıcı, Büyük Doğu gazetesinin sahibi Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti ve Mustafa Cemil Dağ hakkında tutuklama kararı çıkardı.
Savcı, iddianamede Kısakürek dâhil 6 kişinin idamını istiyordu. Milliyetçiler Derneği mahkeme kararıyla kapatıldı. 100’e yakın şubesi savcılıklarca mühürlendi.
Dernek mensubu iki milletvekili Sait Bilgiç ve Tahsin Tolga, DP’den ihraç edildi. Millet Partisi hakkında, Sulh Mahkemesi’nde kapatma davası açıldı. Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri görevinden alındı.
12 Aralık 1952’de İstanbul’da tutuklanıp Malatya’ya sevk edilen N.Fazıl’a, “Taammüden katle teşvik ve azmettirmek, katle teşebbüs fiilini medih ve istihsal eylemek” suçlaması yapıldı. Dosyada suikastle ilişkisini gösteren tek delil bulunmuyordu. 3 Ağustos 1953 günü Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşma yapıldı.
“Hakkımdaki deliller nedir?” diye soran Necip Fazıl’a, Büyük Doğu’da Ahmet Emin Yalman’la ilgili yazdığı yazılar delil olarak gösterildi. Necip Fazıl şu sözlerle kendini savundu: “Benim, müteşebbis sanıkları doğrudan doğruya azmettirdiğime dair elde hiçbir delil bulunmadığına, her şey yazılarımdan alınan ilhamla yapılmış farz edildiğinde ve bütün mes’ele böyle bir faraziyenin ceza hukuku bakımından suç teşkil edip etmeyeceği üzerinde olduğuna göre, bu davayı kökünden hal ve fasl edici bir misali takdim etmeliyim: Dünya edebiyatında kıskançlığın şaheseri Othello’dur. Shakespeare’in meşhur Othello’su. Şimdi hastalık derecesinde kıskanç bir koca, sırf bu hissi yüzünden karısını öldürse ve cebinden Othello çıksa, şu kürsünün üzerine eğilmiş beni hayretle dinleyen kaytan bıyıklı savcı, Shakespeare’in iskeletine pranga vurulması için Londra savcılığına müzekkere mi yazacaktır?”
Mahkeme Hakimi duruşma arasında Necip Fazıl’ı odasına çağırmış ve üzerindeki baskıyı şu sözlerle ifade etmişti: “Tavan üzerimize yıkılacak gibi oluyor! Cübbemi paralayacağım geliyor! Fakat sizi tahliye edemiyorum. Anlayınız!”
Necip Fazıl’a göre; “1952-1953 kışı İslama baskı ve müminleri yıldırma devri olarak eşi Halk Partisi devrinde bile görülmeyen bir davranış mevsimiydi.”
Malatya davasında Osman Yüksel Serdengeçti de Necip Fazıl ile birlikte yargılandı. 14 ay cezaevinde yattı. Uğradığı zulümler karşısında Serdengeçti, “Biz bunları çok gördük, bu kelepçeler Menderes’in demokrasi fabrikasında imal edildi. Bunlar bindikleri dalları kesiyorlar, yarın ne olacağını Allah bilir. Başlarına bir iş gelirse yine biz üzülürüz.” diyecekti.

Suikastin faili Hüseyin Üzmez yakalanmış, silahı ve silah eğitimini bir üsteğmenden aldığını itiraf etmişti. Üzmez tutuklandı ama üsteğmenin üzerine gidilmedi, serbest bırakıldı! Silahın izi takip edilse Üzmez’in arkasındaki gerçek odağa ulaşılabilirdi.
20 yıl hapis cezasına çarptırılan Üzmez, 27 Mayıs darbesinden sonra afla salıverildi. 14 Ekim 2014’te ölen Üzmez, Akit yazarıydı. Gözaltında iken, Yalman ile görüştürülmüş ve şu itirafta bulunmuştu; “Vurmasaydım, beni öldüreceklerdi. Suikaste memur edildim.” (Vatan, 29 Kasım 1952)
15 Temmuz ve sonrası gelişmelerle ne çok benzerlikler var değil mi? Sadece aktörler değişmiş, senaryo güncellenmiş! Bakalım filmin sonu nasıl gelecek?