SEVİNÇ ÖZARSLAN
Yazar Zeynep Kamez Kaya’nın nehir söyleşi tarzında yaptığı röportajlardan oluşan “Söz Vermiştik” (Süreyya Kitap) kitabını bitirince, bende bir kez daha ‘herkesin, ama herkesin yaşadıkları tek tek yazılmalı, anlatılmalı’ duygusu oluştu.
Bazı insanlar, özellikle kadınlar “Bunca acı varken benim konuşmam doğru olmaz” diye ortaya çıkmak istemiyor. Bu tavrın artık bırakılması lazım.
Biliyorum, önde görünmenin, kendinden bahsetmenin şık olmadığı sürekli vurgulanan sohbet ortamlarında yetiştiniz. Ama burada konu başka.
Dini bir cemaat, anne karnındaki çocuğuna kadar herkesin gözü önünde yok edilmek isteniyor ve bu toplu soykırımdan en çok etkilenenler kadınlar ve çocuklar. O yüzden tüm yapılanlar tek tek ortaya çıkarılmalı. Hukuksuzlukları bire bir yaşayanlar daha çok konuşmalı.
Şu anda “mağduriyet kitapları” daha çok kadınlar üzerinden ilerliyor ama bence erkekler de bütün çıplaklığıyla gerçeğin yazılmasına katkıda bulunmaya başlasa iyi olur. Prof. Dr. Mehmet Ateş dışında yaşadıklarını yazan erkek sayısı çok az.
Tarihe önemli bir not düşen Söz Vermiştik kitabı bu açıdan önemli. Kitapta iki evladını Ege Denizi’nde yitiren KHK’lı anaokul öğretmeni Gonca Kara, 33 ay hapis yatan, ‘insanları etkiliyor’ diye hücrelere kapatılan, evladını ve eşini kaybeden Sevgi Karyağdı, Afrika’da katarak ameliyatları yaparken bir anda kendini Meriç’ten kaçarken bulan Dr. Umut ve 15 Temmuz’un karanlık günlerinde önce eşini, sonra da çocuklarını ve kendini kurtarmayı başaran Hale Gülen’in yaşadıklarına yer veriliyor.
Gonca Kara, Sevgi Karyağdı ve Dr. Umut’un yaşadıklarını daha önce dinleme-okuma fırsatım olmuştu. Buna rağmen başlarından geçen ‘kabusu’ daha ayrıntılı bir şekilde okumak açıkçası beni bir kez daha derinden sarstı. Bilmediğim ne çok şey varmış dedim. Hepsi bir film karesi gibiydi.
Hatta kitabı okurken Gonca hanıma mesaj gönderip “Sizi kaç kere dinledim ama kazanın olduğu anda Ebubekir beyin söylediği cümleyi hiç duymamıştım. ‘Sakın kendini bırakma, çocukları düşünme, öldülerse şehit oldular, biz yaşamak için uğraş vermezsek intihar olur. Allah’ın takdiri neyse onu yaşayacağız.’ Çok etkilendim bu cümleden” dedim.

Düşünün, cehennemi yaşadığınız bir anda dilinizden böyle kelimeler dökülmesi, bu teslimiyet, tevekkül kolay erişilebilecek bir ruh değil.
Gonca hanım, “Eşimle o an beraber olmasaydık orada nasıl olurdum, bilmiyorum. Bindiğimiz tekne devrilince Cenab-ı Allah’ın bir lütfu olarak eşim ve ben aynı yere düştük.” dedi ve kendisinin de yeni öğrendiği bir bilgiyi aktardı:
“Gemiye ilk çıktığımızda eşim bana, ‘Çocuklarımızın cennete gitmesini istemez miydin? Allah bize bunu dünya gözüyle gösterdi’ demiş. Ama ben bunu hiç hatırlamıyorum, yeni öğrendim. Geçtiğimiz mayıs ayında Finlandiya’ya gidince, teknede birlikte olduğumuz arkadaşımız Yusuf Bey anlattı. Olayı ilk kez orada konuştuk; nasıl oldu, neler yaşandı diye… Dönünce Ebubekir beye sordum, gerçekten böyle mi demiştin diye. ‘Evet’ dedi. Mustafa’yı bulduğumuzda özellikle ben çok kötüydüm. Ebubekir bey sürekli, ‘İsyan etme, sabret’ diyordu. Hem denizde hem sonrasında bana çok destek oldu. Allah ondan razı olsun. Kurtulmamız gerçekten Allah’ın bir lütfu. Bazen düşünüyorum da, hâlâ inanamıyorum nasıl hayatta kaldığımıza.”
Gonca Kara gerçekten çok güçlü bir kadın. Ona her açıdan hayran kalmıştım. 8 yaşındaki kızı Gülsüm ile 6 yaşındaki oğlu Mustafa’yı kaybettiğinde Yunan basınında haberlere konu oldu. Yunanlı gazeteci Mariana Kakaounaki Kara ailesinin neden Türkiye’den kaçmak zorunda kaldığını Invisibel (Görünmez) adlı belgeselde anlattı. Belgesel birçok uluslararası festivalde gösterildi.
Acılar paylaşarak azalır derler. O zaman henüz 2 yaşında Ali İhsan (7) kazadan anne babasıyla birlikte sağ kurtuldu. Mariana Kakaounaki, Ali İhsan’ı o kadar çok sevmiş ki, kendisini onun halası gibi görüyordu. Gonca Kara’nın o zor günlerde böyle bir belgeselin çekilmesine ‘tamam’ demesi herkesin yapabileceği bir şey değildi. Ama iyi ki de böyle bir karar vermiş. Duruşuyla, mücadelesiyle hepimize ilham oluyor.
“SİZLER BENİM CANIM KIZLARIMSINIZ”
Sevgi Karyağdı’yı zaten biliyorsunuz. Hayatı gerçekten filme konu olmuş bir kadın. 2015 yapımı Selam Bahara Yolculuk filmi, onun hayatından esinlenerek çekildi. Kitapta onunla ilgili heyecanla okuduğum yer; 15 Temmuz’dan sonra evlerinin basılması, 33 ay tutuklu kaldığı hapishane günleri, cezaevinde karşılaştığı gerek solcu gerek adli gençlerle ilgili anlattığı anıları ve mahkemelerde yaptığı savunmaları oldu.
Karyağdı ile şahsen hiç tanışmadım ama hapisten çıkıp Avrupa’ya geldikten sonra birkaç kere telefonla görüşme imkanımız olmuştu. O sıcaklığını, herkese yetecek kadar sevgi dolu kalbini, muhabbetini hissetmemek mümkün değil.
Özellikle uyuşturucu gibi suçlardan hapse düşen kızlara Kuran’ı, namazı öğretmesi, her şeyden daha önemlisi, herkesi ama herkesi “Sizler benim canım kızlarımsınız” diye kucaklaması, modern insan denilen günümüzün insanında pek olmayan özellikler. Kendisi gerçekten insanı sevmek için yaratılmış bir sevgi insanı.

“BİZE SAHİP ÇIKAMADINIZ”
Aynı koğuşta kaldığı uyuşturucu bağımlısı genç bir kızla ilgili anısını okuyunca ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız:
“Bir gece kalktım, koridorda aynı kızın titreyerek krize girdiğini görünce hemen koştum yanına. Sarıldım, ikimiz birden ağlamaya başladık. “Ne oldu, anne kuzusu?” dedim. “Teyze, hiç iyi değilim ben.” diye zorlanarak cevap verdi. “Geçecek bir tanem, geçecek ve sen kurtulacaksın.” deyip ağlayarak sıkı sıkı sarmaya devam ettim. Gözleri dolu dolu, “Sevgi Teyze, sana bir şey söyleyeceğim ama üzülmeyeceksin, tamam mı?” dedi. “Söyle kuzum.” dedim.
“CANIM KIZIM SENDEN ÖZÜR DİLERİM”
‘Sevgi Teyze, biz size çıkamadınız.’ dedi. Donup kaldım. Kalbime kurşun yemiş gibi paramparça hissettim. Ben hiçbir zaman ayaklarımı uzatıp kendim için yaşamadım. Hocamın dediği gibi koşmaya gayret ettim ama içeri girince gördüm ki yeteri kadar koşamamışım. Donmuş hâlimle ne diyeceğimi şaşırdım ve ‘Canım kızım, biliyorum çok bir şey ifade etmeyecek ama senden çok özür dilerim. Şunu da bil isterim bir tanem, hayatımda kendin için istediğim bir günüm olmadı! dedim. Boynuma sımsıkı sarılıp ağladı.
“DIŞARIDA TECAVÜZDEN OLMA BİR KIZ ÇOCUĞU VARDI”
Dışarıda, tecavüzden olma bir kız çocuğunun onu beklediğini öğrendiğimde ve yirmi beş yaşındaki bu anne kuzusunun kollarımın arasında korkmuş bir kuş kalbi gibi titrediğini hissettiğimde çaresizliği iliklerime kadar yaşadım.
Öyle yaşamamalıyız ki özür dilemek zorunda kalmayalım, gücümüzün yettiği herkese el uzatalım diye kederlendim. Olimpiyatlarda bir şarkı olarak seslendirdiğimiz Hocamızın “Kalmasın el uzatmadığımız bir mahzun gönül” sözü, şarkılarda, kitap sayfalarının arasında ya da levhalarda kalmamalıydı.”
İşte sırf bu yüzden ona hücre cezası veriyorlar. İnsanları etkilediği için. Ve bir gün hücreden revire götürülürken koridorda karşılaştığı arkadaşlarına bakmaması için gardiyan gözlerini kapatıyor. Gardiyan memure hanım, ellerini Karyağdı’nın gözlerine doğru tutup vücuduyla da ona set olmaya çalışıyor.
İnsan bunları okuyunca hayret ediyor. Nereden nereye.
Kitapta bir de Sevgi Karyağdı’nın eşi Kenan Karyağdı ile ilgili anlattıkları ilginçti. İhraç edilmek, işsiz kalmak, işkence görmek ne demek birçok insan bu süreçte ya bizzat yaşayarak öğrendi ya da tanık oldu. Kenan bey, o ihraçları, işsizliğin ne demek olduğunu ve işkenceyi 1980 darbesinden sonra yaşamış bir astsubay olduğu için aile olarak ikinci kez zorlu yollardan geçiyorlardı. Ve tabi ki kanser olan oğlunu ve eşini peş peşe kaybetmesi. Onun hayatı bence birçok filme daha kaynaklık edebilir.
6-7 EYLÜL 1955 OLAYLARINDAN FARKSIZ BİR HİKAYE
İtiraf etmeliyim ki, kitapta beni en çok etkileyen Hale Gülen’in anlattıkları oldu. Çünkü onun yaşadıklarını ilk kez okudum ve açıkçası dehşete düştüm.
Bir ev hanımı olan Hale Gülen’in 15 Temmuz’dan sonra başlayan OHAL döneminde yaşadıklarını bugünden koparın, 6-7 Eylül 1955 olaylarının anlatıldığı bir kitabın ya da bir filmin içine monte edin, hiç kimse arada bir fark göremez.
İstanbul Çamlıca’ki evinin bahçesinin yakılması, balkonuna soda şişesiyle molotof kokteyl atılması ve balkonda yangın çıkması, kapısının önünde sürekli toplanılıp sloganlar atılması, kapının kırılıp evdeki tüm eşyaların; halısından perdesine kadar yağmalanması… Evet bildiğiniz yağmalama. Evde ne var ne yoksa haydut gibi çalıyorlar. Ardı arkası kesilmeyen, sayısı bile hatırlanmayan usulsüz aramalardan, bir ev hanımına yaptıkları fiziki takiplerden, çocuklarına yaşatılan travmalardan bahsetmiyorum bile.
Ve bunları sırf eşinin soyadı Gülen olduğu için yaşıyor. Gerçekten bir suç işlediği için değil. Özellikle bazı cümlelerini okurken tüylerim diken diken oldu.

Diyor ki Hale hanım: “Komşum aradı, heyecanlı bir ses tonuyla “Hale evde misin?” dedi. “Hayır” deyince “Terörle mücadele ekipleri tomalarla geldiler, evinizi ablukaya aldılar, mahallenin elektriğini kestiler. Fotoğraf ve video paylaşılmasın diye anons yaptılar.” dedi. “Daha önce aradıkları evi tekrar niye ararlar ki!?” diyordum kendi kendime…”
Komşuma haber verdiği için teşekkür edip, geleceğimi söyledim. Hemen hazırlanmaya başladım; annem de benimle gelmek istedi. Biz tam çıkacakken erkek kardeşim engel oldu. İçim içime sığmıyor, gidip bakmak, ne yaptıklarını görmek istiyordum ama ciddi bir durum vardı ortada. Tomalarla geldilerse eve zarar verebilirlerdi. Uzun bir süre haber bekledim. Evimizin ne hâlde olduğunu görmek istiyordum.
Dört gün sonra kontrollü bir şekilde kızımla birlikte gittik. Evin etrafına “Olay yeridir, girilmez!” bantlarının çekildiğini görünce şok oldum. Sanki bizim evimiz değilmiş de başka bir yer gibi hissettim. Bantların altından geçip apartmana girdik. Merdivenin duvarlarını kırdıklarını görünce nasıl bir evle karşılaşacağımı az çok tahmin ettim. Kapıyı kırmışlar. Evimde ne kadar benim için kıymetli olan huzurumuzun şahitliğini yapan eşyalar varsa almışlar; halılarımı, perdelerimi, antika birkaç parça eşyamı, takılarımı, babamın hatırası kolyemi, Kemal Bey’in yüzüklerini ve tesbihlerini, çocukların kumbarasını, oyuncaklarını, kaşık takımlarını, hatta banyodaki havlulara varıncaya kadar her şeyimizi almışlar. Avizeleri, çekmeceleri kırıp ortalığa atmış, fotoğraflarımızı saçmış ve üzerlerine basmışlar.
Yıkık bir harabenin ortasından bize ait fotoğrafları kurtarmaya çalışırken doya doya ağlıyor, evimize son gelişimin ve burayla duygusal bağımızın bittiğinin yasını tutuyordum. “Ganimet bunların malları…” demişler ve gerçekten de eşyalarımızı ganimet gibi yağmalamışlardı. İnsan, insana bunu yapabilir mi? Vicdan, merhamet nasıl böylesine körleşebilirdi?”
Ve olayın en acısı da ne biliyor musunuz? Tüm bu yağmalamaları eskiden, yani 2016’dan önce “Hale-Kemal Gülen’in komşusuyuz” diye hava atanların yapması.
6-7 Eylül olaylarını anlatan ve 2021’de Netflix’te yayınlanan Kulüp dizisinin yönetmenleri Seren Yüce ve Zeynep Günay ya da başka herhangi bir yönetmen belki Hale hanımın da filmini yapmak ister. Ama umarım 50-60 yıl kadar gecikmezler.
MS HASTASI BİR DOKTOR AFRİKA’DA AMELİYATTAN AMELİYATA KOŞTURURKEN NASIL TERÖRİST OLDU
Dr. Umut’la ilgili bir şey yazmayacağım. Çünkü kitabı almanızı ve MS hastası bir doktorun Afrika ülkelerinde kendi hastalığını düşünmeden hizmet etmesi ve sonra kaçar adım ülkesini terk etme hikayesini okuyun istiyorum.

Son olarak Zeynep Kaya’ya özel bir teşekkür etmek lazım. Bir dönemin aydınlatılması ve anlatılmasına önemli bir katkı sunan böyle bir kitabı yazdığın için çok teşekkürler Zeynep. Kalemine kuvvet, devamını bekliyoruz.