YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
Her kültürün kendine özgü bir dünya görüşü vardır. Belli bir kültür ortamında büyüyen çocuklar farkına varmadan bu görüşü içselleştirirler. Kültür, etrafımızı saran ve ruhumuza işleyen bir talimatlar ağı gibidir; bize nasıl bir insan olmamız, nasıl görünmemiz, nasıl davranmamız ve neler arzulamamız gerektiğini telkin eder. Âdeta zihnimize kendi kodlarını nakşeder ve bizler de farkına varmadan hayatı bu kodlara göre yaşarız. Kendimize dair algılarımız, aidiyetlerimiz, önceliklerimiz ve hedeflerimiz bu kodlarla şekillenir. Dolayısıyla kültür ve toplum değiştikçe biz de yavaş yavaş değişiriz. Ama bu dönüşümden en çok etkilenenler çocuklardır; çünkü onların zihniyetleri ve şahsiyetleri hâlâ şekillenme aşamasındadır.
İşte bu yüzden günümüzde sıkça sözü edilen “jenerasyon farkı” ve buna bağlı olarak gelişen “kuşak çatışması” ortaya çıkar. Dünyamız modern dönemde hızlı ve radikal bir değişimden geçti. Değişim denilince öncelikle endüstrileşme, bilimsel ve teknolojik gelişmeler akla gelir. Ne var ki bu değişimlerin zamanla yeni bir kültür, dünya görüşü ve yaşam tarzı ortaya çıkardığı da göz ardı edilemez. Mesela 2010’lu yıllardan sonra hayatımıza yoğun biçimde giren akıllı telefonlar ve sosyal medyanın toplum üzerindeki etkilerine bakıldığında ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Zira yaşanan dijital devrimle birlikte insanlık yeni bir evreye girdi. İnternet ve telefon tutum ve tavırlarımızdan aile yapısına, oradan sosyal ilişkilere kadar hayata dair çok şeyi kökünden değiştirdi. Kısacası, günümüz insanı artık hayatı farklı algılıyor, farklı yaşıyor ve gelecekten farklı beklentiler taşıyor.
Bu değişim dalgasına en çabuk ayak uyduranlar, çocuklar ve gençlerdir. Yetişkinlerde ise istikrar duygusu ve alışkanlıklar daha ağır basar. Bu yüzden aynı çağda dünyayı farklı algılayan kuşaklar ortaya çıkar. Günümüzde bu kuşaklar X Nesli, Y Nesli gibi farklı isimlerle anılıyor. Son kuşağa verilen isim ise Z Kuşağı veya Alfa Kuşağı. Bazıları ise onları “İnternet Nesli” olarak tanımlıyor. Çoğumuz onları anlamakta, onlarla iletişim kurmakta ve sorunlarıyla baş etmekte güçlük çekiyoruz. Aileler, yeni nesli istedikleri gibi yetiştirememekten ve yönlendirememekten, öğretmenler ise arzu ettikleri eğitim ve öğretimi verememekten muzdarip.
Gençleri Anlamak Geleceği Anlamaktır
Her şeyden önce eğer evlâtlarımıza sahip çıkmak, nitelikli öğrenciler yetiştirmek ve gençlere sağlıklı bir rehberlik yapmak istiyorsak onları anlamak zorundayız. Hatta yeni jenerasyonu anlamak, yarınları anlamak; onları doğru yönlendirebilmek geleceği şekillendirmek demektir. Günümüzde gençleri tanımaya çalışanlar genellikle işverenler, reklamcılar, pazarlamacılar ve siyasetçilerdir. Onların önceliği ise kendi ekonomik ve politik çıkarlarıdır. Oysa asıl önemli olan, öğretmenlerin ve eğitimcilerin onları doğru tanıyabilmeleri, belki de en önemlisi anne-babaların değişen dünyanın farkında olup çocuklarını daha bilinçli yetiştirebilmeleridir.
Bu açıdan gençlerin kişilik özelliklerini, benlik algılarını, davranış kalıplarını, değerlerini, anlam dünyalarını, zamanı nasıl kullandıklarını, duygusal durumlarını, dine ve ahlâka yaklaşımlarını, politikayla ilişkilerini kısacası onları önceki kuşaklardan farklı kılan yönlerini iyi anlamak gerekiyor. Onları yalnızca kendimizle veya geçmiş kuşaklarla kıyaslayarak, eksik ve hatalarını sıralayarak bir yere varamayız. Kuşkusuz günümüzde bazı değerlerin zayıfladığı, ahlâkî bir çözülmenin yaşandığı söylenebilir. Ama bunun yanında onların pek çok güçlü yanları ve önemli avantajları da vardır.
Öyleyse asıl mesele, eleştiri ve yargılama yoluna gitmeden, onları olduğu gibi anlamaya çalışmaktır. Bu yaklaşım, onlarla doğru bir iletişim kurmanın ve verimli bir ilişki geliştirmenin kapısını aralayacaktır. Onların dünyasına ne kadar aşina olabilirsek hayatlarına da o kadar dokunabiliriz. Gençleri tanıdıkça, eğitim ve rehberlik adına dünün yöntemlerinde ısrar etmez, işe yaramaz kalıplarla vakit kaybetmez, antipatik tavırlarımızla onları kendimizden uzaklaştırmayız
Haz ve Hız Çağı
Günümüz teknolojisi sayesinde hayat adeta bir oyuna dönüştü. Artık pek çok aktivitenin merkezinde ve hedefinde eğlence var. Yeni nesiller eğlencesiz bir hayatı hayal dahi edemiyor. Bilgisayar oyunları, sosyal medya paylaşımları, kısa videolar derken dijital dünyanın cazibesi neredeyse can sıkıntısını tarihe gömdü. Günlük işlerden arda kalan zamanı değerlendirmek için sayısız alternatif var. Sanal âlemin renkli dünyası öylesine cezbedici ve keyifli ki bir süre sonra bağımlılığa dönüşüyor; beden sürekli dopamin talep ediyor. Bu yüzden Z Kuşağı’nın günlük ekran süresi 8-9 saate ulaşıyor. Böyle olunca kitap okuma gibi zihni besleyen faaliyetlere yeterli vakit kalmıyor. Daha doğrusu onlar bilgiye ulaşmak için böylesine uzun ve yorucu yolları kullanmak yerine kısa videolar veya kısa gönderiler gibi daha kestirme yolları tercih ediyorlar.
Ekrana kilitlenen gençler yavaş yavaş çevresinden kopuyor, yalnızlaşıyor, odasına çekilip izole bir hayata sürükleniyor. Bu yüzden sosyal katılımları düşük, empati yetenekleri ve sosyal ilişkileri zayıf. Bir türlü sahici anlamda sosyalleşemiyorlar. Anne-babasıyla ve aile fertleriyle sağlıklı bir iletişim kurmakta zorlanıyorlar. Akraba ziyaretlerine ya da misafirliklere gönülsüz gidiyor, gittiklerinde de muhabbet geliştiremiyorlar. Dijital dünyaya daldıkları ölçüde gerçek dünyadan uzaklaşıyorlar. Ne var ki teknolojiyi kullanma, yeniliklere adapte olma ve bilgiye hızlı ulaşma gibi noktalarda çok başarılılar.
Genel olarak modern dönemler bireyselliğin aşırı pompalandığı zamanlardır. Her yeni nesil, bir öncekine göre bireyselliği daha fazla içselleştirir. Günümüz çocukları ve gençlerinde bu durum zirveye ulaşmış gibidir. Bugünün gençleri bireyselliği doruklarda yaşadıkları için özgürlük ve bağımsızlıklarından ödün vermek istemiyorlar. Hayatlarının kontrolünü bizzat ellerinde tutmak, tercihlerini kendileri yapmak, hayatlarını kendi isteklerine göre şekillendirmek istiyorlar.
Bu nedenle otoriteyle araları hiç iyi değil. Otoriteye karşı içten içe bir isyan ve başkaldırı söz konusu. Aynı şekilde hiyerarşiden hoşlanmıyor, geleneksel kuralları sorguluyor ve katı otoriter yapılardan nefret ediyorlar. Dayatmalara, müdahalelere ve üstenci tavırlara karşı son derece dirençliler. Eğer sağlam bir dinî terbiye almamışlar ve güçlü imanî temellere sahip değillerse Yaratıcı ile de aralarına mesafe koyabiliyorlar. En azından yasaklara, sınırlamalara ve dinî kurallara karşı çıkabiliyorlar. Veya dinî konulardaki doğruları kendi akıllarıyla bulabileceklerini düşünüyor ve kendi kafalarına göre sübjektif yorumlara gidebiliyorlar. Esasen varoluşsal sorulara cevap aramak ve hayatın anlamını keşfetmek gibi soyut ve metafizik konulara yeterince ilgili oldukları da söylenemez.
Hayatı kendilerine odaklı yaşadıkları ve otoriteyle araları bozuk olduğu için itaat ve teslimiyet duyguları da zedelenmiş durumda. Akılları ikna edilmedikçe hiçbir oluşumun parçası olmak istemiyorlar. Olduklarında da pasif ve edilgen değil, aktif ve katılımcı bir rol oynamak istiyorlar. Karşılaştıkları her şeyi sorguluyor, kendilerinden talep edilen her şeyin gerekçe ve nedenini öğrenmek istiyorlar. Eşitlik ve adalet gibi konularda daha hassaslar. Haksızlıklara tahammül edemiyorlar. İnternet ve sosyal medyanın sunduğu imkânlar sayesinde fikirlerini kolayca paylaşabiliyor, katılmadıkları görüşlere itiraz edebiliyor ve eleştirilerini rahatlıkla dile getirebiliyorlar.
Çocukluklarından itibaren aile, öğretmen ve çevreleri tarafından sürekli “özel” oldukları, istedikleri her şeyi başarabilecekleri telkin edildiği için aşırı özgüvene sahipler. Her konuda her bilgiye kolayca ulaşabilmeleri de onların benlik algılarını şişiriyor. Bu yüzden yakın ilişkiler ve samimi dostluklar kurmakta zorlanıyorlar. Her şeyin en iyisine layık olduklarını düşünseler ve kendileri için çok şey yapılmasını bekleseler de başkaları için aynı ölçüde fedakâr ve diğerkâm oldukları söylenemez. Hak edene ağzının payını vermeye, kendilerini mutsuz edeni hayatlarından çıkarmaya ve farklı fikirde olanlarla aralarına mesafe koymaya daha çok meyilliler.
Hayatı hak iddia etme psikolojisiyle yaşadıkları için herkesten özel muamele bekliyorlar. Hayata karşı çok talepkârlar. Bunun sebebi ne yaptıkları da değil, kim oldukları. Kendileri gibi evrende yaşayan milyarlarca insan olsa da onlar özel olduklarına inanıyor. Yeterince iyi olmasalar bile, öğrenciler daha iyi notu, çalışanlar terfii, yarışmacılar birinciliği hak ettiğini düşünüyor. Sırf kendilerine ait olduğu için dile getirdikleri düşüncelerin doğru ve önemli olduğuna inanıyorlar. Yediği yemeği, katıldığı partiyi, satıl aldığı eşyayı, verdiği kiloyu başkalarına duyurma ihtiyacı hissediyorlar.
Öte yandan, kaba tavırlara, eleştirilere, reddedilmeye ve olumsuz tepkilere hiç tahammülleri yok. Egolarının tehdit edildiğini hissetmeleri onları bir anda öfkelendirebiliyor ve hatta saldırganlaştırabiliyor. Bu yüzden siber magandalık diye bir şey ortaya çıktı. Muhalefetle karşılaştıklarında anlaşılmadıklarını, kıymetlerinin bilinmediğini düşünüyor, oldukça alıngan davranıyorlar.
Hayattan beklentileri çok yüksek; âdeta cenneti dünyada yaşamak istiyorlar. Her şeyin en iyisine onlar sahip olmalı, en keyifli tatillere onlar çıkmalı, en lüks evlerde onlar oturmalı… kısaca en güzel hayatı onlar yaşamalı. Bu yüzden başarıyı takıntı haline getirebiliyorlar. Her alanda mükemmel olmaları gerektiğini düşünüyorlar. Belki de gerçekte olmadıkları biri olmaya çalışıyorlar. Bununla birlikte gelecekle yeterince ilgilendikleri, kendilerine hedefler belirledikleri, planlar yaptıkları da söylenemez; çünkü anlık yaşıyorlar. Ne de olsa onlar hız ve haz çağının çocukları. Eski neslin günlerce peşinden koştukları hazlar, duygular ve tatminler onların elinin altında.
Kıymet ve değerlerini çoğunlukla başkalarının ilgi ve onayında aradıkları için imaj ve görüntüye büyük önem veriyorlar. Bu nedenle sosyal medyada, gerçekte olduklarından daha mutlu, başarılı ve güzel göründükleri paylaşımlar yapıyorlar. Tanınmak ve meşhur olmak, birçok genç için ideal bir hedef hâline geldi. Yaptıklarıyla “bir fark yaratmak”, kendilerinden söz ettirmek istiyorlar. Bu güdü onları iş dünyasında yeni keşifler yapmaya, yeni buluş ve icatlar ortaya koymaya sevk edebiliyor.
Yeni neslin mensupları daha geç olgunlaşıyor. Çocukluk özellikleri ergenliğe taşıyor, ergenlik eğilimleri ise uzun süre devam ediyor. Bir türlü “büyüyememek” onların en belirgin özelliklerinden biri. Mesela 15 yaşındakiler 12, 18 yaşındakiler ise 15 yaşında gibi davranabiliyor. Kim bilir belki de çocukluk ve gençliğin baştan çıkarıcı heyecanlarını bırakmak istemiyorlar. Geç yaşlara kadar ebeveynlerine bağımlılıktan kurtulamıyorlar. Ergenlik dönemlerinde bile arkadaşlarından daha çok anne-babalarıyla vakit geçiriyorlar. Bu yüzden evlilik yaşı giderek yükseliyor, sorumluluk alma ve çalışma süreçleri gecikiyor. Önceki nesillere göre daha az çalışıp çok kazanmayı, daha az kazanıp çok harcamayı istiyorlar.
Tatminsizlik ve Psikolojik Kriz
Maalesef bu yeni benlik algısı ve hayat tarzı gençlere sanıldığı kadar iyi gelmiyor. Çünkü mental olarak daha zayıf, psikolojik olarak ise daha kırılganlar. Anne-babalarıyla yoğun çatışmalar yaşıyorlar. Geleceğe dair kaygı ve endişeleri yüksek seviyelerde seyrediyor. Hayatın zorluklarıyla baş etme noktasında yeterince sabırlı, cesur ve güçlü değiller. Ekran bağımlılığı yüzünden gençler arasında kronik uykusuzluk ve psikosomatik hastalıklar çok yaygın. Daha depresif, daha mutsuz ve kronik bir tatminsizlik hali içerisindeler. Pahalı tatiller, şatafatlı evler, markalı elbiseler, ilginç deneyimler, abartılı düğünler de onların içindeki boşluğu doldurmuyor.
Ne yazık ki geçmiş nesillere göre intihar oranları da çok yüksek. Hayatta kalma insanın en temel güdüsü olduğu halde, eğer binlerce genç varlığını ortadan kaldırma kararı alabiliyorsa ortada hayata ve insana dair çözülmesi gereken çok büyük problemler var demektir.
Gerçeklikten kopuk yüksek beklentiler başarısızlıkla sonuçlandığında yıkıcı sonuçlar doğurabiliyor. Mükemmel olmaya ve mükemmel görünmeye çalışmak, insanın üzerinde büyük bir iç baskı oluşturuyor; bu da stres ve kaygıları besliyor. Başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğünü fazla önemseyenler, zamanla hem özgün kişiliklerini hem de iç huzurlarını yitiriyor. Sürekli anlık hazların ve heyecanın peşinde koşmak, bir süre sonra kronik tatminsizliğe dönüşüyor ve hayat enerjisini tüketiyor. Bağımsızlık fetiş haline getirildikçe sosyal ilişkiler ve toplumsal uyum daha da zedeleniyor. En güzel bedene sahip olma, sürekli genç kalma ve daima çekici görünme arzuları insanın fıtratıyla uyuşmadığından huzursuzluk kaynağına dönüşüyor. Kendimize ne kadar çok güvenirsek güvenelim, bilgi ve kudretimiz sınırlı olduğu için hayat aşırı taleplerimizi gerçekleştirmeye izin vermiyor.
Din Dili ve Rehberliğin Yeniden İnşası
En başta belirttiğimiz gibi öncelikle olup biteni doğru anlamaya çalışmak büyük önem taşıyor. Bizden farklı olanın her zaman olumsuz ve tehdit edici olması gerekmez. Kaldı ki değişen yalnızca çocuklarımız değil; kültürün dönüşümü içinde biz de değişiyoruz, üstelik çoğu zaman neye dönüştüğümüzün farkına varmadan. Ancak şu farkla ki çocuklar bu değişime yetişkinlerden çok daha hızlı uyum sağlıyor. Bu sebeple gençleri yargılamadan ve suçlamadan önce dinlemeyi, anlamayı denemeliyiz. Onların pozitif yönlerini ön plana çıkararak, toplumun menfaati için bu imkânlardan yararlanmalıyız. Mesela yeni neslin çevreye duyarlılığı, gönüllü hizmetlere olan ilgisi, daha adil bir dünya arayışı ve teknolojiye olan vukûfiyeti doğru değerlendirildiğinde topluma büyük katkılar sunabilir.
Günümüz nesillerinin dinden ve maneviyattan uzaklaşmalarının önemli sebeplerinden biri, dini temsil etme konumunda bulunan kimselerin otoriter, kaba ve antipatik tutumlarıdır. Aynı şekilde gerçeklikten kopuk hamasi söylemler, reel hayatta karşılığı olmayan izahlar, bilime aykırı açıklamalar, makuliyeti savunulamayacak sözler yalnızca konuşanı değil, dini de yıpratıyor. Keza dinin siyasallaştırılması, dünyevî çıkarlar için araçsallaştırılması ve kısır tartışmaların malzemesi haline getirilmesi de gençleri ondan soğutuyor. Dahası söz ve amel bütünlüğünü sağlayamayan veya bugünün dünyasında ahlak dışı kabul edilen davranışlara sahip olan rehber ve liderler, gençlerin gözünde bütün itibarını kaybediyor.
Bu sebeple dinî söylemimizi yeniden gözden geçirmek ve çağın ihtiyaçlarına uygun bir din dili inşa etmek zorundayız. Gençlere asla otoriter bir din dili üzerinden seslenmemeliyiz. Hele onları aşağılamak, küçümsemek, yargılamak ya da sürekli eleştirmek yapılabilecek en büyük hatalardandır. Dine dair anlatılan her husus gerekçesiyle ortaya konmalı; itiraz kapılarını kapatacak, mukni ve makul bir üslup tercih edilmelidir. Katı, kuralcı ve yasakçı bir din dili yerine, gençleri dinin insanı kuşatan sevgi atmosferiyle tanıştırmak esas olmalıdır. Bu noktada tasavvufun maneviyat yüklü, yumuşak ve insancıl dilini yeniden canlandırmak büyük önem taşıyor.
Ayrıca gençlerin hassasiyet gösterdiği eşitlik, özgürlük, adalet, ahlâk, dürüstlük, çevre ve hayvan sevgisi gibi konularda biz de duyarlı olmalı; bu değerleri İslâmî perspektifle onlara sunabilmeliyiz. İmanın yalnızca ahirete bakan yönü üzerinde değil, bu dünyada insana vadettiği huzur ve anlam üzerinde de durmalıyız. Öncelikle, imanın kalbe yerleşmesi, Zât-ı Ulûhiyet’in isim ve sıfatlarıyla doğru tanınması ve ilâhî vahye karşı tam bir teslimiyet duygusunun oluşması için gayret sarf etmeliyiz.
Bütün bunların yanında dinin anlatımında kullanılan yol ve yöntemleri de gözden geçirmek zorundayız. Onların alışkanlıklarını dikkate almalı, ilgilerini çekecek içerikler geliştirmeliyiz. Anlatmakla, izletmekle, göstermekle yetinmemeli; onları da sürecin aktif bir parçası haline getirip sorumluluk ve rol vermeliyiz.. Zira insan, bir yönüyle ne yapıyorsa, neyle meşgul oluyorsa odur. Bu sebeple gençlere ilham verecek, onları manevi olarak besleyecek meşguliyetler sunabilmeliyiz. Dahası onların önüne hedefler koyabilmeli, hayatı anlamlı kılacak bir mefkure kazandırabilmeliyiz.
Çocuğun iyi bir terbiye almasında ve karakterinin şekillenmesinde ailenin hayatî rolü tartışmasızdır. Günümüzde ise bu rolün önemi daha da artmıştır. Çünkü çocuklar artık çok küçük yaşlardan itibaren dijital dünyanın etkisine girmektedir. Hayat boşluk kabul etmez; eğer biz onların gönlünü ve zihnini İslâmî değerlerle donatmazsak, popüler kültür kendi norm ve değerleriyle onları yoğurur, şekillendirir. Öyle ki büyüdüklerinde onları biz bile tanıyamayabiliriz. Bu nedenle küçük yaştan itibaren bir taraftan kendi değerlerimizi onların kalbine ve zihnine nakşetmeli, diğer yandan da modern hayatın olumsuz etkilerine karşı onlara bir tür manevi bağışıklık kazandırabilmeliyiz.
Hocam çok güzel yazı, tespitler de çok iyi, simdi bir de özellikle çocuk sahibi anne ve babalara hayatın içinden özellikle somut örneklerle bu yazıyı tamamlarsanız çok makbule geçer.
“Hayat boşluk kabul etmez; eğer biz onların gönlünü ve zihnini İslâmî değerlerle donatmazsak, popüler kültür kendi norm ve değerleriyle onları yoğurur, şekillendirir. Bu nedenle küçük yaştan itibaren bir taraftan kendi değerlerimizi onların kalbine ve zihnine nakşetmeli, diğer yandan da modern hayatın olumsuz etkilerine karşı onlara bir tür manevi bağışıklık kazandırabilmeliyiz.”
Zamanin Ruhunu anlamak budur. Alfernatifler sart helal dairede. Cocuklara, Genclere özel Inetrnet ortamlari olusturulabilir! Örnrgin YouTube, Tiktok …. ama dini, fenni, helal eglence ve oyunlar.. bir Internet ortami. Eline Tableti aldiklarinda neler görbildiklerini. Timer da konulabilir, günlük 3 Saati gecince 18 saat kilitlenme özelligi! Interaktiv Dini odalar, Ders odalari degisik dillerde. Yine yetiskinlerde oldugu gibi cocuklar icin ayni cevrede kalanlarla WhatsApp benzeri odalar ve aktivite imkanlari ….sosyallesme ama Kötü aliskanliklari edinemeyecekleri sekilde. Aktiviteler App ortaminda organize etme!!!! Birlikte Cuma, Iftarlar yapmalarina izin verme!!! Camiler civil civil olur veya belirlenmis Lokaller. Bu App i bütün Dünyaya yayma!!!!!
….