Dayak atılan imam mı, dinin kendisi mi, laiklik ilkesi mi?

PROF. DR: SALİH HOŞOĞLU | YORUM

Olayı hepimiz biliyoruz ama kısaca hatırlamakta fayda var.

“Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde Cuma namazında Diyanet tarafından hazırlanan merkezi hutbedeki birkaç satırı atlayan (şehitlerle ilgili bölümü okumayan) imam M.K., hutbe sırasında camideki Kulp Kaymakamı Burak Akeller tarafından uyarıldı. Tekrar hutbeye çıkan imam, okumadığı kısmı da okudu. Ancak iddiaya göre namazdan sonra Kaymakam, imamı korumalarının da desteği ile imam odasında darp etti. İmam hastaneden darp raporu aldı, şikayetçi oldu.” 

Hikaye bütün taraflarca, Kaymakam’ın darp etme iddiasını kabul etmemesi dışında, böyle cerayan etti. Sonrasında Memur Sendikası imamı, birçok vali ve kaymakam başta olmak üzere bürokrasi ise kaymakamı destekleyen açıklamalar yaptı.

Konuya ilişkin açıklama yapan siyasilerin çoğu (MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi, BBP, vs) kaymakamı desteklerken, DEM Parti kaymakamın yaptığının suç olduğunu ve görevden alınması gerektiğini açıkladı.

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu bunu yanlış bulduğunu ve bunun dini devlet mayasının çözülmesine yol açağını söyledi. Dini hassasiyeti önde olan kesimler kaymakamın imama şiddet uygulamasını kınadılar.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da kaymakamı koruyan bir açıklama yaptı ve az çok devletin durduğu yeri göstermiş oldu. Hutbede okunmayan kısım son haftalarda Irak’ta verilen şehitlerle ilgili olduğu için konuyu kimse gereğince tartışamıyor. Zira bu müdahaleye azıcık itiraz edenlerin “vatan haini, terörist, şehitlerin değil teröristlerin destekçisi” gibi ithamlara maruz kalmaları işten bile değil.

Bu nasıl ‘laiklik’ anlayışı!

Şimdi olaya soğukkanlılıkla ama kaymakam dayak attı mı, yoksa hakaret mi etti, sadece uyardı mı kısımlarına girmeden, daha derinine inerek bakalım.

Bu yazıda ülkenin anayasana göre ‘laik’ olduğu konusuna da girmeden konuyu değerlendirmek niyetindeyim. Ancak devlet işine geldiğinde kendini ‘laik’ olarak tanıtıyor ve öyle davranıyor. Laik olduğu iddia edilen bir ülkenin bir ilçesinde mülki amir, bir ibadethanede okunan duaya doğrudan müdahale ediyor hatta hutbede/duada ne söyleneceğini dikte ediyor. Merkezden gönderilen hutbeden ne okundu, ne okunmadı kontrolü yapıyor ve kimsecikler de “Ne oluyor, bu ülkede din özgürlüğü yok mu?” diye soramıyor.

Olayın üzerinden epeyce zaman geçtikten sonra bazılarının aklına merkezi hutbe uygulamasının saçmalığı nihayet gelmiş olması da sevindiricidir.

Olayın en vahim tarafı din özgürlüğü ile ilgili olan kısmıdır. Kaymakamın imama dayak atması her halükârda suçtur, normal şartlarda bu soruşturulur ve gereği yapılır. Ancak bu hadiseden daha vahim olan dinin devlet kontrolünde olmasıdır.

Hani laiklik din ile devlet işlerini ayırıyor ve dinin devlete ve tabii ki devletin de dine müdahalesine mani oluyordu ya! Bize öyle anlattılar hep. Gel gör ki din devlete nasıl müdahale eder bilmem ama devlet dine fena halde dayak atabiliyor.

Şaka gibi ama gerçek. Bizim laikler hep dinin devlete müdahalesini öne sürerler, oysa gerçek tam tersi. Şahsen bir müslüman ve sünni olarak devletin dinime karışmasından hiç hoşnut değilim. Bence din özgürlüğü çiğnenen grupların başına sünni müslümanları yazmalıyız. Zira devlet diğer dinlere bir çok engel çıkarırken, bazı mezhepleri/ekolleri görmezden gelirken, sünniliği kendi tekeline alıp adeta tapuluyor. Bu diğerlerinden daha vahim bir durumdur.

Devletin din üzerindeki kontrolü artıyor

Türkiye’de laiklik hassasiyeti olan kesimler son zamanlarda ciddi şekilde alarma geçtiler ve laikliğin hakikaten elden gitmek üzere olduğunu anlatıp duruyorlar. Oysa bu olay gösterdi ki Türkiye’de devletin laik (dinler arasında tarafsız) olması diye bir durum söz konusu değildir.

Devlet her boyutuyla dini (özellikle Sünni İslam’ı) kontrol etmektedir ve bu kontrol gün geçtikçe sıkılaştırılmaktadır. Olayın tarihi boyutunu uzmanlar anlatırlar ancak İslam tarihinin hiçbir döneminde din bu ölçüde devletin yorumuyla topluma empoze edilmemişti. Eskiden teknoloji bu kadar gelişmediği için merkezi kontrol bu boyutta yapılamazdı ve yapılamıyordu. Bugün devletin İslam’ı yorumladığı gibi yorumlamayan birisinin başına neler gelebildiğini hep beraber görüyoruz.

Bu durumdan öncelikle dindarların rahatsız olması gerekirken ne hikmetse o canipten devletin dini kontrolüne bir tepki gelmiyor. Bu olayda bile sadece kaymakamın şiddete başvurmasını eleştiriyorlar. Oysa meselenin en hafif kısmı orasıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle devlet dini doğrudan kontrol etmektedir ve halk da buna candan destek vermektedir.

Din, devletin hegemonyası altında

Modern dünyada din özgürlüğünün ve hatta laikliğin hangi tanımına bakarsanız bakın bu ölçüde dinin devlet kontrolünde olduğu bir durumda din özgürlüğünden bahsedilemez. Bu tarz devlet kontrollü din uygulaması ancak eskiden Sovyetler Birliğinde ve şimdilerde de Çin’de olabilir. Cumhuriyet tarihi boyunca dine ve dindarlara birçok baskılar yapıldı, en son 28 Şubat sürecinde bir kısmını tekrar gördük, ancak bu ölçüde dinin devlet hegemonyasına alınması mümkün olmamıştı.

Çok yakın tarihlere kadar birçok caminin imamı devletten maaş almıyordu. Bu durum özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaygındı. Bu bir yönüyle problem gibi görünse bile doğrudan halkın finanse ettiği bir din adamı devletin resmi söylemine mahkum olmayacaktır. Dindarlar bugün devleti dindarların yönettiğini düşünerek bu durumu hoş görebilir ama yarın başka bir yönetici çok farklı zorlamalarla dini kullanmaya kalkabilir.

Devletin dinle olan ilişkisi her ülkenin tarihi seyri içinde oluşmuş farklı uygulamalarla sürdürülmektedir. Türkiye’de şu an yürürlükte olan devlet-din ilişkisi özellikle gençler nezdinde dini ve dini değerleri zedelemektedir. Din istismarı denilen şey bütün müştemilatıyla hayata geçirilmekte, idarecilerin yanlışlarını dini değerlerle örtme gayretleri dine siyasetin bir payandası görünümü vermektedir. Dini hassasiyeti olan herkes bundan muzdariptir.

Türkiye’de insanlar içinde oldukları durumu anlamakta belki zorlanabilirler, o nedenle dışarıdan bir örnek vereyim. Mesela İngiltere’de çok sayıda camii var, her cuma buralarda hutbeler okunuyor. İngiltere hükümeti bütün camilere her hafta okunacak hutbeyi gönderse ve orada bu hutbelerin okutulmasını mecbur tutsa acaba ne tepki veririz?

Bazı Avrupa ülkeleri aşırı akımların camilerde organize olmasının önüne geçmeye çalışıyor ve bunun için aldıkları bazı tedbirlere ciddi tepki gösteriyoruz. Peki ya İslam coğrafyası? Müslüman çoğunluklu ülkelerde dinin devlet tarafından kontrolü gayet normal olarak kabul ediliyor. Gerçekten bu normal mi? Devlete hakim olanlar çok dindar bile olsalar herkes onların din yorumunu kabul etmek zorunda mıdır?

Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi’nin yaklaşımını hatırlatmak isterim. Risale-i Nurlarda bu hususları farklı yerlerde anlatır. Mesela kendi tamir ettirdiği bir mescide yapılan müdahaleleri nasıl şiddetle kınadığını görmekteyiz.

Ayrıca kendisinin resmi bir sıfatı olmadan dini öğretemeyeceği, zaten devletin resmi bir dini idaresi olduğu ve resmi sıfatı olmadan bir din adamı olarak hürmet kabul edemeyeceği iddialarını çok özgürlükçü bir yaklaşımla reddeder.

Bu olaya laik kesimin de dindar kesimin de ciddi anlamda tepki göstermesi gerekirken herkes kendi pozisyonunu korumak adına suskun kalıyor.

Oysa din özgürlüğü hepimize lazım.

2 YORUMLAR

  1. Turkiyenin cozume kavusturulmasi gereken konulardan biri de bu konudur. Maalesef her seyde oldugu gibi Laikligin de bizcesini uydurup, isin icinden cikilmaz bir hale sokuyoruz. Ne deve, ne kus. Firansizlardan aldigimiz her kurum gibi bu da cozum uretmekten cok problem uretiyor. Hukuki kurum ve kavramlarin Anglosakson yorumu daha tutarli ve cozum odakli. Aydinlarin bu knuya kafa yormalari gerekir…

  2. Sıkıntılı bir durum. Din devletten tamamen özgür olunca din adı altında suistimaller oluyor. Adnan Oktar olayı, tarikatlardaki şatafat ve sermaye birikimi, dini kaygılar ile kız çocuklarının eğitimden uzak tutulması gibi konular bunun bazı örnekleri.
    Bu sadece Müslümanlar veya Türkiye ile ilgili bir durum da değil. Katolik dünyasında din adamlarının çocukları suistimal vakalarının seküler devlet olmasa ortaya çıkacağını kim iddia edebilir?
    Din tamamen devletin kontrolüne girince de politikacıların oyuncağı haline geliyor, iktidarı meşrulaştırıcı, insanları teba olmaya sevk eden bir fonksiyona bürünüyor. Tarihin uzun dönemlerinde de bu görevi yerine getirmiş din zaten. Güç sahiplerine destek olmuş, insanlara kaderine razı ol, azla yetin, ahirette mükafatı var demiş.
    Yazar, “Din özgürlüğü hepimize lazım” diyor. Doğru da, din özgürlüğü bir dine bağlanma özgürlüğü kadar dinlerden bağımsız hayat sürdürmeyi de kapsar. Buna razı mı din özgürlüğü diyen çoğu dindar?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin