ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM
Türkiye, ne yazık ki hızla “Çinleşmenin” eşiğine geldi. Bu kelimeyi duyunca uzak bir yerden bahsettiğimi sananlar yanılıyor. Türkiye, otoriterliğin dijital versiyonunda Çin modeline hızla yaklaşıyor. Dahası “İnternet var, sansür işlemez!” diyen iyimserler, çok büyük hata yapıyorlar.
Erdoğan iktidarı, 2013 Gezi Parkı sürecinden itibaren medya kontrolünü stratejik bir öncelik haline getirdi. Önce, Sabah-ATV, Star, Akşam, Milliyet gibi medya organları, havuz medyası denilen bir sistemle yandaş sermayeye devredildi. Ardından, Zaman, Bugün, Taraf gibi muhalif gazeteler polis baskınlarıyla susturuldu. Televizyon kanalları kapatıldı, gazeteciler cezaevine konuldu, yüzlercesi sürgüne gitmek zorunda kaldı.
Bu operasyonların amacı açıktı: Basında tek seslilik.
Ancak internetin ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla bu strateji eksik kalıyordu. İnsanlar artık TV ekranlarından değil, Youtube, Twitter ve bağımsız haber sitelerinden bilgi alıyordu. Erdoğan için bu “kaçak bilgi yolları” da kapatılmalıydı.
Erdoğan’ın idealindeki medya
İnternet yasaklarıyla birlikte artık YouTube’da bile “zararsız” muhalefete tahammül kalmadı. Fatih Altaylı’nın kanalına yapılan sansür, bunun bariz örneklerinden birisi. Düşünün Erdoğan, Altaylı’ya bile tahammül edemiyor.
Erdoğan’ın hayalindeki medya, tam anlamıyla “tek sesli” ve “tek merkezli” bir yapıdan ibaret. Tıpkı Çin’in devlet kontrollü medya aygıtları gibi, tüm haberler devletin onayından geçiyor, sadece rejimin istediği gerçekler ve algılar servis ediliyor. Eleştiri ve muhalefet sesleri susturuluyor, sorgulama yerine propaganda öne çıkarılıyor.
Bu medya, halkı bilgilendirmekten çok, iktidarın çıkarlarını koruyan bir aparat olarak işliyor; özgür habercilik değil, rejimin dijital ve toplumsal kontrol aracı haline geliyor.
Çin’in büyük güvenlik duvarı: Dijital hapishane
Erdoğan’ın kendine örnek aldığı Çin’in “Büyük Güvenlik Duvarı” sadece teknik bir engel değil; halkın zihinlerine çekilmiş görünmez bir kafes. Orada kimle konuşup neyi izleyeceğinize neyi okuyacağınıza devlet karar veriyor.
TikTok’un Çin versiyonu Douyin’de hükümet istemediği içeriği saniyeler içinde siliyor. VPN kullanmak suç, ‘yanlış’ bir tweet atmak polise davetiye demek. Çin’de bugün 1,4 milyar insan aynı haber bültenini izliyor, aynı kelimelerle konuşuyor, aynı fikirleri tekrarlıyor.
Karşıt görüş? Yok. Eleştirel gazeteci? Yok. Devletin istemediği bir görüntü sosyal medyada en fazla birkaç dakika yaşayabiliyor.
Bu, teknolojiyle örülmüş modern bir hapishane. Duvarları beton değil, algoritma. Gardiyanları asker değil, yazılım mühendisleri. Ve bu hapishanede mahkûmlar farkında bile olmadan kendi hücrelerini seviyor, çünkü başka bir hayat bilmiyorlar.
Türkiye’de ise bu model çoktan uygulanmaya başladı. Sosyal medya yasaları, eleştirel hesapların kapatılması, erişim engelleri, videoların kaldırılması derken özgür internet hızla yok ediliyor. Üstelik Selçuk Bayraktar’ın “yerli ve milli” sosyal medya girişimi de Çin’in Douyin ve WeChat modellerini çağrıştırıyor. Devletin dijital gözetim ve kontrol alanı genişliyor.
Dijital egemenlik değil, dijital esaret!
Erdoğan rejiminin istediği model açık: Devletin filtrelemediği hiçbir içerik kullanıcıya ulaşmayacak. Twitter’ın engellenmesi, bu karanlık vizyon için sadece bir başlangıç. Bu “dijital egemenlik” değil, özgürlüklerin yok edildiği dijital esaret.
Peki ne yapmalı?
Bugün az da olsa hâlâ şansımız var. Hukuku, özgür basını, bağımsız medyayı savunmak zorundayız. Okuyucu destekli gazetecilik çoğalmalı. İngiltere’deki Guardian Gazetesi örneği yaygınlaşmalı.
VPN kullanmak ve şifreleme hakkı herkesin savunması gereken temel haklardan.
Dijital okuryazarlık yaygınlaştırılmalı, sansürün nasıl işlediği ve aşılacağı toplum tarafından bilinmeli. Bu mücadele sadece gazetecilerin değil, özgür nefes almak isteyen herkesin mücadelesidir.
Sessiz sessiz gelen çöküş
‘Çinleşme’ bir anda olmaz. Bir site kapanır, bir video silinir, bir kelime yasaklanır… Sonra bir bakarsınız ki tüm internet tek bir devlet bülteninden ibaret olur. Türkiye bu yolda hızla ilerliyor ve durdurulmazsa çok geç olacak.
Özgürlüklerimizi korumak, geleceğimiz için hayati. Sesimizi yükseltmeli, birlikte dur demeliyiz. Çünkü dijital esaret, sadece dijital bir sorun değildir; özgürlüklerimizin, demokrasimizin ta kendisidir.