Gazeteci-yazar Ekrem Dumanlı, TR724’te hazırlayıp sunduğu “Okuma Zamanı” programında bu hafta hem edebiyat hem de güncel dizi dünyasına dair dikkat çekici analizlerde bulundu. Programın ilk bölümünde Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” adlı distopyasını kapsamlı bir şekilde değerlendiren Dumanlı, ikinci bölümde ise kadın odaklı bir mini diziyi psikolojik, felsefi ve toplumsal yönleriyle ele aldı.
Programın açılışında Aldous Huxley’in 1931’de yayımlanan ve distopya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan Cesur Yeni Dünya (Brave New World) üzerine konuşan Dumanlı, bu eserin yalnızca bir roman değil, aynı zamanda insanlığın geleceğine dair bir simülasyon sunduğunu ifade etti.
Huxley’in “Ford sonrası” olarak tanımladığı alternatif bir zaman çizelgesinde geçen roman, insanların genetik olarak sınıflara ayrıldığı, doğal yollarla çocuk sahibi olunmayan, bireyin mutluluğunun merkezi otorite tarafından belirlendiği bir dünyayı betimliyor. Dumanlı, “Yazar, yalnızca 600 yıl sonrasını hayal etmiyor; aynı zamanda insanlığın bugünkü eğilimlerinin ve taleplerinin nereye varabileceğini gösteriyor.” dedi.
Seri Üretim
Huxley’in romanında otomobil üreticisi Henry Ford’un adeta bir ‘tanrı’ gibi konumlandırıldığını vurgulayan Dumanlı, “My Lord” yerine “My Ford” ifadesinin kullanıldığı bu dünyada teknolojinin kutsal hale getirildiğini” söyledi. Seri üretimin, bireyi değersizleştiren ve insanı bir makineye dönüştüren etkisinin eleştirildiğini belirtti.
Toplumsal Kast ve Mutluluk Zorlaması
Romandaki en çarpıcı unsurlardan birinin hipnopedya yöntemiyle bireylerin bilinçaltına yerleştirilen toplumsal roller olduğunu aktaran Dumanlı, sistemin insanların sınıf atlamasını imkânsız hale getirdiğini ve bireylerin rollerine razı edilerek sözde huzura ulaştırıldığını söyledi:
“İnsanlara daha tüpteyken hangi sınıfta olacakları öğretiliyor. Alfaysan alfasın, epsilon isen hep öyle kalacaksın. Hiçbir talep, hiçbir isyan yok. Çünkü sistem sana sürekli ‘mutlusun’ diyor.”
Bu sistemde aşk, aile, din, kitap gibi tüm bireysel ve ahlaki değerlerin “tehlikeli” sayıldığını ve bireylerin bu değerlere dair herhangi bir düşünce geliştirmemesi için şoklara maruz bırakıldığını söyleyen Dumanlı, bu yöntemin Pavlov’un köpek deneyine benzediğini belirtti.
Huxley’in Eleştiri Okları Hem Kapitalizme Hem Sosyalizme
Ekrem Dumanlı, Huxley’in yalnızca kapitalizme değil, aynı zamanda sosyalizme de güçlü eleştiriler yönelttiğine dikkat çekti. Romandaki karakterlerin isimlerine gönderme yaparak Bernard Marx ve Lenina gibi figürlerin ideolojik altyapılara dayandığını ifade etti. Marx karakterinin, bireyin kişiliğini yok eden bir sistemin temsilcisi olduğunu ve bu bağlamda Karl Marx’a dolaylı bir gönderme bulunduğunu savundu.
“Kapitalizm insanı tüketim canavarına dönüştürüyor ama sosyalizm de bireyin iç dünyasını yok sayan bir düzene işaret ediyor,” diyen Dumanlı, Huxley’in her iki ideolojiye karşı da bireyin özgürlüğünü savunduğunu vurguladı.
İnsan Olmanın Bedeli: Acı ve Mutsuzluk Özgürlüğü
Romanda “vahşi” olarak adlandırılan ve doğal yollarla doğmuş tek karakter olan John’un, Shakespeare okuyan ve sistem dışı düşünebilen biri olarak kurgulandığını belirten Dumanlı, John’un meşhur cümlesine dikkat çekti: “Ben mutsuz olma özgürlüğünü istiyorum.”
Bu cümleyle Dumanlı, romanda insanı insan yapan duyguların –aşk, acı, merhamet, ızdırap– yok sayılmasının Huxley tarafından sert biçimde eleştirildiğine işaret etti.
“Parlayan Kadınlar” Dizisi: Travma, Zaman ve Kadın Mücadelesi
Programın ikinci bölümünde Dumanlı, kadın merkezli (Shining Girls) bir mini diziyi inceledi. Başarıya ulaşmak üzere olan kadınların cinayetlerle susturulduğu bir hikâyeyi anlatan dizide, zamanın doğrusal değil döngüsel işlediği bir kurgu bulunduğunu söyledi. Baş karakterin yaşadığı travmalarla gerçeklik algısının bozulduğunu ve bu durumun dizi boyunca felsefi ve psikolojik katmanlarla işlendiğini ifade etti.
Feminist ve Varoluşçu Göndermeler
Dizinin feminist bir alt metne sahip olduğunu belirten Dumanlı, “Zaman içinde mağdur olmaktan çıkan ve kendini yeniden tanımlamaya çalışan bir kadın karakter izliyoruz. Bu, aynı zamanda kadınların sistem içindeki görünmezliğine ve bastırılmışlığına karşı bir duruş olarak okunabilir,” dedi.
Dumanlı’ya göre dizi; suç, ceza, zaman, kimlik, travma ve özgürlük gibi kavramları sorgularken, izleyiciye de derinlikli düşünme alanı açıyor. Dizinin sinematografisinin, sembolik anlatım biçimlerinin ve karakter gelişimlerinin etkileyici olduğunu vurguladı.
Sonuç: “İnsanlık Makineleşmemeli”
Ekrem Dumanlı, programı şu cümlelerle bitirdi:
“Huxley’in dediği gibi, eğer insanı insan yapan temel değerler elinden alınırsa, geriye sadece programlanmış bir varlık kalır. Acı çekmeden, aşkı tatmadan, yanlış yapmadan mutlu olunamaz. İnsan kendi kararlarını vermeli, kendi sınavlarını kendi girmelidir. Bizi insan yapan da budur.”
