DEM Parti Milletvekili Cengiz Çandar, Öcalan’ın CHP lideri Özgür Özel’le görüşmek istediğini söyledi. T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Çandar, “Öcalan şunu da söylüyor; “Benim derdim AK Parti ya da Cumhur İttifakı değil, Türkiye devleti. Ve Cumhuriyet Halk Partisi de devlet gibi.” Zaten o yüzden Özgür Özel’le görüşmek istiyor meseleyi. “Sezgin Tanrıkulu ve Özgür Özel’i bekliyorum” diyor. Odadaki devlet yetkilisi de “Özgür Bey’i sanmıyorum ama Sezgin Bey gelebilir” diyor.” ifadelerini kullandı.
Cengiz Çandar’a yöneltilen bazı sorular ve cevaplar özetle şöyle:
-Size göre de İran meselesinde Trump’ın bir hafta oyaladıktan sonra savaşa müdahil olması “Aslında ABD ve İsrail başından beri iyi polis kötü polis oynuyor. Oysa beraberce planladılar bu işi” diyenleri haklı mı çıkardı?
Bence bugün, Trump Amerika’sının ve Netanyahu İsrail’inin İran’a ilişkin pozisyonlarında örtüşme söz konusu. Bu, biraz yumurta-tavuk meseline benzer bir durum. Bence İsrail’in İran’a yönelik saldırısını, en veciz şekliyle Almanya Başbakanı Friedrich Merz ifade etti. “Bizim yapamadığımız kirli işleri hepimiz adına yapıyor” dedi. İsrail’in yetemediği noktada bizzat Amerika devreye girdi ve İran’daki nükleer hedeflere saldırdı.
-İran’ın bir bölgesel güç olarak ‘iptal edildiğini’ söylemek için biraz erken değil mi?
Hayır değil. Yaklaşık son yarım yüzyılın İran’ı artık yok. Şu anda “İran’da rejim değişikliği olacak mı, olmayacak mı?” tartışmasına geldik. Olmayabilir. Ama eski İran’ı tartışmıyoruz. Ve ben bunu 1979’daki İran İslam Devrimi’ni adeta Türkiye’ye tanıtan kişi olarak ün yapmış biri olarak söylüyorum. Haksız bir ün de değildi bu.
-İsrail’in Türkiye ile savaşa girmeye cüret edip edemeyeceği ciddi ciddi tartışılıyor. Siz de ısrarla diyorsunuz ki “Kendisi NATO’nun koruma kalkanı altında olan İsrail NATO üyesi Türkiye’ye saldıramaz.”
“Böyle bir denklem yok” diyorum. Benim kendi mazim, duygularım ve düşüncelerim itibariyle 86 milyonun içinde İsrail hakkında olumlu söz söyleyecek en son kişilerden biri olduğum tartışılmaz bile. Ama bu soruya gerçekçi bir cevap vermemiz lazım. İsrail evet soykırımcı, bugün Gazze’te yaptığı soykırım, zaten kuruluşu etnik temizlik ve Filistin halkının büyük bölümünün kendi toprakları dışına zorla sürülmesi temeline dayanıyor. Etnik temizlikle, savaşla kuruldu ve soykırımla, savaşla var olmaya çalışıyor.
Türkiye ile İsrail arasında kurabileceğimiz, İran ile İsrail arasındakine benzer, böyle bir denklem var mı? Türkiye, İran gibi “Ben seni haritadan sileceğim” diye bir tavır aldı mı İsrail’e karşı?
-Yok hiçbir zaman öyle bir tutum almadığı gibi Türkiye İsrail devletini ilk tanıyan ülkelerden biridir.
İlk tanıyan ülkelerden biridir evet. İkincisi ben Meclis’te de söyledim: 20 Eylül 2023’te New York’ta Türkevi’nde ağırladı Erdoğan Netanyahu’yu. Yani 7 Ekim saldırısından biraz önce. İsrail ve Türkiye bayrakları yan yana. Ortak basın toplantısı yapıldı. Hakan Fidan orada oturuyor, İbrahim Kalın orada oturuyor. Aradan bir hafta geçiyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Azerbaycan dönüşü uçakta gazetecilere diyor ki “Önümüzdeki birkaç hafta içinde diyor Netanyahu Türkiye’ye geliyor.”
7 Ekim’de Hamas olayı patladı, gerisini biliyoruz. Yani 7 Ekim’den sadece iki hafta önce Netanyahu’nun Türkiye’de kabul edileceğini adeta müjde gibi veren bir Türkiye Cumhurbaşkanı var. Bunları söyleyince de hiç hoşlanmıyor iktidar grubu.
Şimdi İran’la aynı şey mi Türkiye’nin İsrail’e karşı duruşu? Biz ne zaman Türkiye olarak böyle bir düşmanlık ortaya koyduk? Koymadık. Gazze’de bu son soykırım politikasını izlediği zaman ayağa kalktık. Fakat İsrail’e “Sen Filistin halkına bunları yapıyorsun. Ben ilk fırsatta senin tepene Türkiye’nin gücünü göstererek bineceğim ve seni yok edeceğim” diye bir tavır alındı mı? Hayır, böyle bir şey yok. Tam tersine Suriye’de sürtüşme ihtimali belirdiği zaman “Biz İsrail’le savaşmak istemiyoruz” denildi. Yani Türkiye’nin asla Lübnan, İran, Hamas, Hizbullah gibi bir tavrı olmadı İsrail’e karşı. Dolayısıyla İsrail böyle bir Türkiye’ye neden saldıracakmış? Biri bana izah etsin.
Hâlâ aynı şeyi söylüyorum; böyle bir şey yok. Çünkü İsrail devleti, Tevrat hükümlerine göre kurulmuş bir devlet falan değil. Bir de zaten o Tevrat’taki ‘Vaat Edilmiş Topraklar’ bölümü de çok muğlaktır. Genesis’te, Tekvin bölümünde, ‘Nil’den Fırat’a kadar’ diye muğlak bir ifade kullanılmıştır. Fırat Nehri sadece Türkiye topraklarından geçmiyor ki, Suriye’den de geçiyor. Buna bakıp, “Efendim gelip Türkiye’yi Adıyaman’a kadar işgal edecekler” demek, eğer popülist hesaplar güdülmüyorsa, ancak bilgisizlikle izah edilebilir belki.
Üstelik, İsrail devleti bunun için yani Tekvin’deki Vaat Edilmiş Topraklar’da devlet kurmak amacıyla kurulmadı ki. Bir kez daha tekrar ediyorum; İsrail dinî bir devlet olarak kurulmadı, Siyonist bir devlet olarak kuruldu, yani Yahudi ulus-devleti olarak. Eti budu da bellidir. Nüfusu 10 milyondur, onun da yüzde 25’i kendisine hasım Arap Filistinlilerdir. Yani İsrail kilometrekare olarak bizim Hatay vilayetinden biraz daha büyük 7,5 milyon Yahudi’den oluşan bir devlet. Nasıl oluyormuş da böyle bir devlet gelip Türkiye’yi işgal ediyormuş? Buna inananlar bana bunun nasıl olabileceğini bir anlatsın! Ayrıca sen de zaten İsrail’e “Gelip seni yok edeceğim” demiyorsun, bir şey yapmıyorsun. Ama diyelim ki bu duruma rağmen Netanyahu’nun kafası bozulacak da gelip vuracak Türkiye’yi, hadi vurdu bir de işgal edecek! O kadar kolay mı o iş. Bunları söyleyebilenler Türkiye’nin konumunu ve gücünü hafife aldıklarının farkında mı acaba?
-Neyse ki S-400’lerimiz var!
Var, var da hangarda duruyorlar, çıkartamıyoruz. Zaten bu savaşın Türkiye açısından ortaya çıkardığı en dramatik şey belki de bu oldu. Biz Türkiye’de ‘savaş’ denilince hep konvansiyonel savaşı anlıyoruz. Türkiye çok büyük asker mevcudiyetine dayanan ordusunu sürecek, oraya buraya müdahale edecek falan. Oysa bu İsrail-İran savaşı yapay zekâ çağının savaş teknolojilerini nasıl da kökten değiştirdiğini gösterdi herkese. Bu artık dijital savaş çağıdır ve daha öncekilerle bir benzerliği yoktur artık. İki ülkenin de birbirine noktasal füze atışı yaptığını izliyoruz. Öyle bir iç istihbarat toplanmış ki füzeyi artık o ülkenin kendi içinden başka bir noktaya atıyorlar. İş buraya gelmişken biz Türkiye olarak hayata konvansiyonel savaş mantığıyla bakarak devam edemeyiz.
Bu savaşta yine gördük ki bizim kaybettiğimiz F-35 uçakları şu anda dünyanın en gelişmiş savaş teknolojisine sahip. İki buçuk milyar para verdik, S-400’leri kullanamıyoruz ve kullanamadığımız füzeleri almış olmamız nedeniyle F-35’lerden olduk. F-35’lerin yerini tutamayacak olan F-16 modernizasyonu bile gerçekleşemedi. Eurofighter uçaklarına sahip olabilecek miyiz, belli değil. Kaan uçağının üretiminin hangi aşamasındayız, o çare olabilecek mi, bilemiyoruz. Yani bu iktidar Türkiye’yi dijital çağın savaş teknolojisinden mahrum ve savunmasız bir halde bırakmıştır.
Şimdi çıkmış Cumhurbaşkanı Erdoğan hava savunma sistemimizin yüzde 80 oranında yerli ve milli üretim olduğundan falan bahsediyor. İsrail’in Demir Kubbe’si bile para etmiyor şu an, İran’ın onu delebildiğini gördük. Hangi hava savunma sisteminden bahsediyor bizim iktidarımız acaba?
Ben yerli ve milli hava savunma sistemlerimizin İran’la İsrail arasındakine benzer bir savaşta Türkiye’yi koruyabileceğinden hiç emin değilim. Ve ben bunu ‘barış’ sözcüğünü ağzından eksik etmeyen bir partinin mensubu olarak da söylüyorum. Eğer biz bu ülkede kendi nüfusumuzu güvence altına alacaksak, bölgesel güç konumumuzu sloganların ötesinde gerçekten anlamlı kılıp etkili olabileceksek, çok güvenli bir silah teknolojisine ve hava savunma sistemlerine sahip olmamız lazım. Çünkü İsrail-İran savaşı bu bölgede başka türlü var olamayacağımızı gösterdi.
-Bugünkü gelişmelere baktığımızda Abdullah Öcalan’ın nihayet o Türkiye’de ‘çok önemli bir siyasi aktör’ olma hedefine epey yaklaştığını söyleyebilirsiniz herhalde değil mi?
Fakat burada önemli bir nokta var; bu adamın derdi serbest kalmak ya da işte “devlet beni sevsin” değil. Yani sonuç itibarıyla bunlar olabilir de Öcalan’ın çıkış noktası bunlar değil. Öcalan’ın Türkiye’nin kurucu aktörlerinden biri olmak ve Kürt hareketinin en az iki aktöründen biri olmak istiyor. Onun derdi kuruculuk. Dolayısıyla söylediklerine “Türkiye’de o sırada devleti kim yönetiyorsa onun hoşuna giden cümleler” diye bakamayız. Onun kafasında bir gelecek tasavvuru ve bir ülke tasavvuru var. O nedenle de İsrail’in 30 yıldır kendileriyle iş yapmak istemesine sıcak bakmıyor. Çünkü çıkış noktası ve varış noktası Türkiye.
Ve şu çok önemli; tarihteki Kürt isyanlarının ya da Kürt hareketlerinin bir devamı değil. PKK, Türk sol hareketinin içinden çıktı. PKK, Ankara Üniversitesi gençliğinin içinden çıktı. Ve PKK olarak ilk silah kullanma eğitimini Filistin hareketi içinde gördü. 1982 yılında İsrail’in Lübnan işgali sırasında çok sayıda PKK’lı İsrail’e karşı savaşırken hayatını kaybetti. Dolayısıyla geniş anlamda Türkiye solunun ideolojik arka planı, düşünce kalıpları, kaynakları neyse Öcalan’ınki de odur. O yüzden İsrail konusundaki değerlendirmeleri hiç şaşırtmıyor beni.
-Türkiye Cumhuriyeti devletinin kırmızı bültenle adeta ‘bir numaralı terörist’ olarak aradığı Mazlum Abdi’yi topraklarımıza ayak bastığında tutuklamak yerine İmralı’ya gidişine izin vermesi anlamına geliyor ki hayli radikal bir hamle olur. Devlet o noktaya gelebilir mi sizce?
Ama zaten Mazlum Abdi Türk devletiyle sınırlı da olsa iletişiminin olduğunu söylüyor.
-Türkiye bu iddiayı net bir dille yalanladı oysa ki.
Yalanladı ama doğru olduğunu ben biliyorum. Mazlum Abdi’nin bunu bir bilgi olarak aktardığı birinden biliyorum. Hatta ben Dışişleri yalanlamasını bir mecburiyet olarak aldım. Bu tür yalanlamalar aslında yalanlama değildir. Hele de yalanlama resmi kanallardan yapılırsa genelde doğruluğun teyididir. Bir de üzerine SDG’nin kendisinden yalanlama geldi. Onu da görünce ben “Şu ara bir iş yürüyor, bozmayalım. Teması kamufle edelim” gibi bir çaba olduğunu düşündüm SDG tarafında.
-O zaman belki de Mazlum Abdi’nin Türk tarafında görüştüğü kişiler üst düzey olabilir mi?
Eğer bendeki bilgi yanlış değilse, zaten üst düzey. Öcalan ile teması götüren kademeyle, Öcalan ile teması götüren şahsiyetle hatta.
-MİT Başkanı İbrahim Kalın’la mı?
Ona benzer bir bilgi geldi bana. Ama tabii yalansa ikisi de çıkıp ‘yalan’ diyebilir. Bu arada görüşme notlarında dikkatini çektiyse, Öcalan Suriye’deki bir ‘Arap lobisinden şikâyet ediyor. Bununla kast ettiği Suudi Arabistan. Yani aslında YPG’ye “Gidin de Muhammed el-Şara’ya teslim olun. Silahlarınızı verin” falan demiyor. “Yerel demokrasiyi güçlendirin” diyor.
– Ne oluyor o zaman? Neyi konuşuyoruz şu an?
Bu, Kürt isyanının sona ermesi. Kürt sorunu çözülmüyor. Kürt isyancılarının hukuki durumu belli değil. Mezopotamya Ekspresi’nde Turgut Özal’ın ne düşündüğünü de yazmıştım. Onun kafasındaki tezle bugün olması gereken şey aşağı yukarı aynı. Aşamalı, bazılarının derhal normal vatandaş statüsü kazanabilecekleri, belli sayıdaki insanın bilmem kaç sene sonra o konuma gelebilecekleri kademeli bir geçiş. Türkiye’nin mevcut ceza kanunu ve infaz kanununda çok ciddi değişiklikler yapılmadan o işin altından kalkamayız biz.
-19 Mart (İmamoğlu operasyonu) Öcalan’ın ne kadar umurunda?
Öcalan’ı ben açık açık bunun farkındalığı içinde görüyorum. Son görüşme notlarına bakınca bunu görüyorum.
-Aynı notları ben de okudum. Ama sizin ‘açık açık’ dediğiniz şeyi ancak cümlelerini süzünce görebiliyorum, çok derinde.
Şimdi Öcalan gerçekçi bir adam bir kere. Hem birtakım hayalleri var hem çok ütopik görüşleri var. Bir yanıyla da “Bu kadar ütopik bir adamın bu kadar gerçekçi bir yaklaşımı nasıl olabilir?” dedirtecek şeyler var. Mesela DEM Parti’ye “Siz engelleyemediniz kayyımları, CHP de engelleyemedi. Gücünüz yok” diyor.
-Ama devleti gücünü ellerinde tutanların demokratik kurumların gücünü nasıl tırpanladığına, muhalefete siyaset alanı bırakmadığına, sanığı kıyafetsiz hale getirdiğine dair tek cümle kurmuyor.
Hayır, hiç beğenmiyor o hikâyeyi. Onu görüyor, o yüzden “Güçlenin, gidin halka” diyor. Şunu da söylüyor; “Benim derdim AK Parti ya da Cumhur İttifakı değil, Türkiye devleti. Ve Cumhuriyet Halk Partisi de devlet gibi.” Zaten o yüzden Özgür Özel’le görüşmek istiyor meseleyi. “Sezgin Tanrıkulu ve Özgür Özel’i bekliyorum” diyor. Odadaki devlet yetkilisi de “Özgür Bey’i sanmıyorum ama Sezgin Bey gelebilir” diyor.
-Neden Özgür Özel değil de Sezgin Tanrıkulu gidebilir?
Devlet istemiyor herhalde. Ama Öcalan, Cumhuriyet Halk Partisi’ni çok önemsiyor. Ben tam burada bendeki önemli bir bilgiyi paylaşmak isterim. Kasım ayında Sırrı Süreyya (Önder) ve Pervin’in (Buldan) İmralı’ya yaptığı ilk ziyarette Öcalan o kadar çok CHP’den söz ediyor ki. “CHP olmadan çözüm olmaz. Mutlaka mecliste komisyon kurulmalı ve CHP aktif olmalı” diyor. Bunun üzerine Sırrı Süreyya İmralı’dan gelir gelmez Özgür Özel’i arıyor. “İmralı’dan şimdi geldik, sizden çok bahsetti” diyor. Özgür Özel de tam o noktada DEM Parti heyetini kabul etmekte kararsız, bunun üzerine kendisi kabul etmeye karar veriyor. Yani Öcalan en başından beri Cumhuriyet Halk Partisi’nin sürecin çok önemli bir aktörü olmasını talep ediyor.
