Bu fotoğraf bize ne anlatıyor?

MAHMUT AKPINAR | YORUM

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Avrupa güvenlik mimarisinde belirleyici aktör haline gelen NATO, ABD’nin küresel liderliği sayesinde istikrar sağlayıcı bir unsur olarak varlığını sürdürdü. Avrupa ülkeleri, Washington’un askeri şemsiyesi altında ordularını küçülttü, zorunlu askerlik uygulamalarını terk etti ve savunma bütçelerini sert biçimde azalttı. Bu süreç, Avrupa devletlerine ekonomik refah açısından avantaj sağlarken, güvenlik bağlamında bağımlılığı ve zaafı beraberinde getirdi.

Donald Trump’ın tekrar iktidara gelişiyle Avrupa’nın ABD’ye askeri açıdan bağımlılığı çok daha net görünür oldu, sorgulanmaya başladı. Trump, gerek seçim kampanyasında gerekse göreve başladıktan sonra ABD’nin Avrupa’ya sunduğu güvenlik garantilerini koşulsuz biçimde sürdürmeyeceğini açıkça dile getirdi.

“ABD artık Avrupalı müttefiklerinin güvenliği için bedel ödemek zorunda değil.” söylemi, NATO tarihinde benzeri görülmemiş bir kırılmaya ve kaygıya sebep oldu. Trump’ın NATO’yu yalnızca bir askeri ittifak değil, aynı zamanda Washington’un çıkarları için bir pazarlık ve baskı aracı olarak kullanması, Avrupa başkentlerini derinden kaygılandırdı.

Paniğin sebebi Avrupa’nın savunma açığı! 

Avrupa ülkeleri, SSCB sonrası dönemde “barışın kalıcı olduğu” varsayımıyla savunma kapasitelerini küçültmüşlerdi. Almanya ordusunun teknik yetersizlikleri, İngiltere’nin savunma bütçesinde ardı ardına yapılan kesintiler, İtalya ve İspanya gibi ülkelerin düşük askeri yatırımları bu durumun tipik örnekleridir.

Ancak Avrupa’nın askeri ve stratejik zaaflarını görmesi, Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ilhak etmesi, ardından 2022’de Ukrayna’ya karşı başlattığı geniş çaplı işgal harekâtıyla oldu.

Bugün Avrupa, hızla artan savunma bütçeleriyle yeniden ve yoğun bir silahlanma sürecine girdi. Almanya 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin hemen ardından yeni dönem anlamına gelen “Zeitenwende” doktrinini gündeme aldı. Bu doktrin çerçevesinde 100 milyar Euroluk özel savunma fonu ayırdı.

II. Dünya Savaşı’ndan bu tarafa süregelen güvenlik, savunma ve dış politika anlayışında köklü değişime gitti. Fransa’nın nükleer caydırıcılığını yeniden ön plana çıkarması ve Polonya’nın doğrudan Rusya tehdidine karşı tarihinin en büyük modernizasyon hamlesine girişmesi, önde gelen Avrupa ülkelerinin “Avrupa Güvenliği” için ittifak çabaları bu sürecin somut göstergeleridir. Ancak askeri teknoloji geliştirmek, profesyonel orduyu büyütmek ve stratejik caydırıcılık inşa etmek uzun yıllar gerektirmektedir.

Avrupa kısa vadede, Rusya karşısında ABD desteği olmadan güçlü bir savunma hattı oluşturabilecek kapasiteye sahip değildir. Bu nedenle Alaska’da Trump-Putin arasında yapılan ani ve gündemi dünyaya açıklanmamış görüşme bütün Avrupa’yı tedirgin etti. Avrupalı liderler bir oldu bitti ile veya Trump’ın çılgınlığı ile Avrupa güvenliğinin hasar alabileceği kaygısını yaşadılar.

Trump’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile geliştirdiği kişisel ilişkiler, transatlantik ittifak açısından yeni bir belirsizlik kaynağıdır. Trump’ın Moskova’yı sınırlamaktan çok, pazarlık edilecek bir güç merkezi olarak görmesi, Ukrayna meselesinde Batı’nın yekpare ve dik duruşunu zayıflatmaktadır.

Alaska’daki Trump-Putin zirvesi Washington’un Ukrayna’yı Kremlin’in nüfuz alanına terk edebileceği ihtimaliyle panikletmiştir. Avrupa liderlerinin ve NATO liderinin Trump’la görüşmek için alel acele Beyaz Saray’a koşmaları, Trump karşısında testi gibi dizilerek, bir nevi acziyet pozu vermeleri Avrupa’nın kendi imkanlarıyla güvenliklerini sağlamaktan, askeri özerklikten ne kadar uzak olduğunun resmidir.

Bu gelişmeler, Avrupa’nın güvenlik algısında kırılmalara yol açmakta; liderler, bir yandan kendi savunma kapasitelerini artırmaya çalışırken, diğer yandan da ABD’nin desteğini kaybetmemek için diplomatik esneklik göstermek zorunda kalmaktadır. Bir anlamda Avrupa, ABD’nin askeri gücü karşısında boyun eğmek ile Rusya tehdidi karşısında direnmek ikilemi arasında sıkışmış durumdadır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin