İngiltere’de Avrupa Birliği’nden kopuşu getiren Brexit referandumundan önce, neredeyse ülkenin bütün ‘âkil adamları’ İngiltere’nin AB’nin bir parçası olarak kalması gerektiğini söyledi. Meclis’teki büyük partilerin liderleri, eski bakanlar, başbakanlar, akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar… Ancak yine de Büyük Britanya halkı, AB’den çıkış yönünde oy kullandı.
Benzer bir durum ABD’deki başkanlık seçiminden önce de oluştu. Donald Trump’ı kendi partisi bile istemedi. Hemen her alandaki ‘uzmanlar’ Trump yönetiminin bir kaosa yol açacağını söyleyip durdu. Kadınlarla ilgili skandalları sonrasında, Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen isimleri tek tek desteğini çekti. Neredeyse bütün gazeteler, Cumhuriyetçi bilinenleri bile, Trump’a karşı Hillary Clinton’a destek verdiklerini söyledi. Bunlara rağmen, Trump seçimin galibi oldu.
Kimsenin duyamadığı ‘ses’
ABD Temsilciler Meclisi başkanı ve Cumhuriyetçi Parti’nin ‘geleceği’ olarak görülen, hayatının bir döneminde mutlaka ABD Başkanı olacağı düşünülen Paul Ryan, seçim akşamı durumu şu cümleyle özetledi: “Trump, Amerika’da kimsenin duyamadığı bir sesi duydu.”
Gelgelelim, bu sesin ne olduğuyla ilgili rivayetler muhtelif. Kimileri, neo-liberal ekonomik politikalar yüzünden işlerini kaybeden, sistemden dışlanan beyaz Amerikalıların öfkesi diyor buna. Donald Trump’ın özellikle taşra oylarında Clinton’a fark atması bu tezi destekler mahiyette. Seçim gecesi bir çok kritik eyalette yarışa önde başlayan Clinton, taşradan gelen oylarla hemen hepsini kaybetti.
Küreselleşme ve Hoşnutsuzlukları
Ancak hem Brexit’i, hem Trump fenomenini hem de dünyada yükselen ‘popülist’ hareketleri açıklayabilecek, daha doğru görünen bir teori var. O da şu: Küreselleşme ve Hoşnutsuzlukları. (Bu tabir, Sigmund Freud’un meşhur kitabı Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları’ndan mülhem…)
Buna göre küreselleşmeyle birlikte başlayan insan ve sermaye göçü, Batı’yla Doğu’yu tarihte hiç olmadığı kadar karşı karşıya getirdi. Ekonomik olarak Batı’daki sermaye doğuya akarken, Doğu’dan Batı’ya göçmen akışı oldu. Batılı şirketler, ‘ucuz iş gücü’ ve yeni market arayışıyla Doğu’ya giderken, anavatanda (ABD ve Avrupa) çok sayıda fabrika kapandı ve insanlar işsiz kaldı.
Batı’nın sermayesinin Doğu’ya akıtılıyor olması yetmiyormuş gibi, Doğu’daki iç karışıklıklar sonrası çok sayıda kişi geleceğini Batı’da görmeye başladı. Kapanan fabrikalardan sonra, ‘daha az talepkâr olan’ göçmenlerin de alt ve orta sınıfın işlerine talip olması, ABD ve Avrupa’daki ‘beyaz orta sınıflar’ açısından tahammül edilemez noktaya geldi.
Irkçılık ve popülizm
Bu öfkenin ilk dalgası, Avrupa’daki ırkçı hareketlerin hortlamasıydı. Yabancı düşmanlığı, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez revaçtaydı. İkinci dalga, ırkçı hareketlerin popülist politikacılar eliyle ana akım siyasete taşınmasıyla geldi. Birçokları ülkelerinde iktidara oynuyor. Güçlerini hafife almamak gerektiği en çok İngiltere’deki Brexit oylamasında görüldü.
Amerika’da da Donald Trump’ın en çok oy aldığı kesim, sanıldığı gibi en fakirler değil. Zira ‘en fakirler’ kategorisinin içinde Latin kökenliler ve siyahlar da bulunuyor ve burada Clinton daha popüler. (Şaşırtıcı biçimde Trump buradan da fena oy almadı). Öte yandan ABD’nin ‘beyaz orta sınıfı’ hem göçmen karşıtlığında, hem de küreselleşme karşıtlığında Trump’ı sonuna kadar destekledi.
Bu kesim, Bush dönemiyle Obama dönemi arasında ekonomik olarak çok fark görmüyor. Haliyle Cumhuriyetçi Parti’nin omurgasından gelen “Trump’ı seçmeyin!” çağrılarına kulak tıkadı. Pek çok Trump seçmeni için yeni ABD Başkanı, “kötüler içinde iyi” olarak algılanıyor.
Uzmanlardan bıktık!
Brexit referandumu günlerinde, AB’den çıkışı savunan eski eğitim bakanı Michael Gove, bir TV programında “Uzmanlardan bıktık!” demişti. Gerçekten de bu kesimler artık ‘uzmanlar sınıfını’ dinlemiyor. Küresel ısınmaya inanmayan bir Trump, onlar için problem değil. Trump her konuşmasında yalan mı söylüyor? Hangisi söylemiyor ki? ‘Uzmanlar sınıfı’nın canını sıkan, öfkelenmelerine yol açan, onlara haddini bildiren herkese kapıları açık. Bu da haliyle kutuplaşmayı körüklüyor.
Küreselleşmenin sonu mu geldi?
Elbette küreselleşmenin sonuçlarıyla yüzleşmek gerekir. Ancak bu küreselleşmenin sona erdiği anlamına gelmiyor. Belki, evet, Trump döneminde ABD daha içe kapanacak ama Facebook, Google, Apple, Amazon gibi şirketler hâlen Amerika’da. Küreselleşme dinamiğinin sonsuza kadar dönüştürdüğü bağlar var.
Küreselleşmenin sağladığı insan ve sermaye hareketlerinin sonucunda Londra, New York, San Francisco, Berlin, Seul, Tokyo gibi ‘çok kültürlü metropoller’ inşa edildi. Buralarda yaşayan insanlar, popülizmin argümanlarını ağzı açık dinliyor ancak artık muhtemelen oluşturdukları yeni kültürü korumak ve yaşatmak için daha çok çaba harcayacaklar.
Küreselleşmenin Batı-dışı toplumlardaki etkisi ise, geçişken sınırlar ve daha çok bölgesel işbirliği değil bilakis “yükselen milliyetçilik” ve Batı-karşıtlığı. Batı’dan Doğu’ya akan paralarla sağlanan kısa vadeli ekonomik iyileşme trendi sırasında hemen her gelişmekte olan ülkede bir miktar ‘liberalleşme’ yaşandıysa da, bugün itibariyle sağ ve sol popülist, otoriter politikacılar yeniden ‘öfkeli kalabalıkları’ yönlendiriyor.