Bir yılın muhasebesi: “Terörsüz Türkiye” deneyi!

AHMET KEMAL GENÇ | HABER İNCELEME

1 Ekim 2024’te Meclis açılışında MHP lideri Bahçeli’nin DEM Partililerle sembolik tokalaşmasıyla başlayan ‘Terörsüz Türkiye’ süreci, geçen bir yıl boyunca hem iç hem de dış siyasetin merkezinde yer aldı.

Akabinde 27 Şubat 2025’te PKK silahlı mücadeleyi sonlandırıp örgütü feshettiğini duyurdu. Süleymaniye’deki sembolik silah bırakma töreni barış umudunu iyice arttırdı. ,

Meclis’te kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” seri bir şekilde çeşitli kesimleri dinledi.

Ancak günün sonunda yasal düzenlemeler ve yapısal değişiklikler; örgütün yalnızca Türkiye’de değil, başta Suriye olmak üzere tüm ülkelerde ve bütün bileşenleriyle silah bırakması şartına bağlandı.

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarıyla sürecin sona erdiği anlaşıldı, umut ve beklentiler boşa çıktı. Kurtulmuş, 30 Eylül 2025’te, “Sadece Türkiye’de değil, Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki terör faaliyetlerini de sonlandıracak bir süreci inşa etmeliyiz. Türkçe’nin dışında herhangi bir ikinci dilin resmi dil olarak kabul edilmesi konuşulamaz. Örgüt silahlarını bıraksın, feshedildiğini ilan etsin; elbette bazı yasal düzenlemeler de gerekecek.” dedi.

Erdoğan ise bir gün sonraki konuşmasında, “Sınırlarımızın ötesindeki Kürtlerin terör örgütleri ve dış güçlerce istismarına izin vermeyiz. Suriye’nin toprak bütünlüğünü kararlılıkla destekliyor, bölünme planlarının karşısında duruyoruz. Diplomasiye öncelik veriyoruz; ancak sonuç alınmazsa Türkiye’nin tutumu açıktır: Suriye’de bir ‘dejavu’ya izin verilmeyecektir. ifadelerini kullandı.

Bu yaklaşım, örgütün tamamen tasfiye edilmesi ve silah bırakması şartına bağlanırken, anadilde eğitim gibi taleplerin gündeme dahi gelmeyeceğini ortaya koydu. Böylece süreç, Kürtler açısından “tek taraflı fedakârlık, sıfır kazanım” çizgisine oturduğu yorumlarına sebep oldu.

Peki gerçekte ne yaşandı? Bir anda başlayıp bir yıl devam eden bu sürecin mahiyeti neydi?

Kamuoyuna göre devlet, Suriye’de Kürtler lehine devletleşmeye kadar varabilecek hızlı bir süreç başladığını öngördü. Meclis’te gizli bir oturumla hazırlık yapıldı; Kürtlerle yeni bir süreç başlatılarak zaman kazanıldı. Bu süre zarfında IŞİD ve HTŞ liderleri güçlendi ve meşruiyet kazandı. Ayrıca Erdoğan–Trump görüşmesi de önemliydi. Bu görüşme için zaman kazanıldı ve beklenen görüşme gerçekleştirildi; anlaşılan o ki buradan istenen sonuçlar elde edildi.

Bu süreçte Kürtlerin duruşu şöyle şekillendi: PKK lideri Öcalan, Türkiye ile eşgüdümlü olarak kendi örgütüne ve PYD’ye özetle; ‘ABD ve İsrail projelerine alet olmayın, yüzünüzü Türkiye’ye çevirin, kendinizi feshedin, silahları bırakın, hiçbir şey talep etmeyin’ çağrısı ve baskısı yapıldı. Bu yaklaşım Kürt hareketinin uluslararası etkisini, meşruiyetini ve hareket alanını zayıflattı.

Buna karşılık Suriye’nin geçici lideri Ahmet Şara itibar/kredi kazandı, BM genel kurulunda konuşma yaptı ve uluslararası aktörlerle görüşmelerde bulundu ve hatta Kürtlerin çekinerek selam verdiği Yahudilerle pozlar verdi.

Türkiye’de barış ve kardeşlik söylemi ile başlayan girişim, Suriye şartına bağlanarak Kürtler açısından bir kazanım değil, tam tersine kaybın habercisi haline geldi. Yorumlara göre, asıl amaç açıktı: Kürtlerin Suriye’de yüz yıl sonra büyük bedeller ödeyerek elde ettikleri sınırlı kazanımları da ortadan kaldırmak. Bunu geç fark eden Kürt tarafı, “Üzerimize düşeni yaptık, sıra devletteydi!” diyerek hükümeti sorumlu tuttu.

KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, “Öcalan’ın çağrısıyla silah bıraktık, partiyi feshettik; ancak devlet adım atmadı, tecrit devam ediyor.”  dedi. Devletin adım atmamasını süreci kilitleyen esas neden olarak gösterdi.

Karşılıklı açıklamalar, sürecin fiilen sona erdiğini; ancak bunun nasıl ve önce kimin tarafından ilan edileceği tartışmasına sıkıştığını gösteriyor.

Uluslararası boyut; Trump-Erdoğan pazarlıkları

Sürecin başlangıcı gibi akıbeti yalnızca iç faktörlerle açıklanamaz. Erdoğan’ın Trump ile yaptığı görüşme kritik bir dönüm noktasıydı. Washington’un, Türkiye’nin Filistin ve Gazze’nin İsrail’in istediği şekilde yeniden şekillendirilmesinde daha fazla rol üstlenmesi karşılığında Rojava’daki Kürt kazanımlarının sınırlandırılmasına göz yumduğu ifade ediliyor. Filistin’in yeniden yapılandırılması, silahsızlandırılması ve İran’a karşı planlanan operasyonda Türkiye’nin üstlendiği rol, Kürtlerin yeniden uluslararası diplomaside bir pazarlık konusu haline gelmesine yol açtı.

Türkiye’nin ABD ve İsrail ile kurduğu bu pazarlık sonucu üç sonuç elde ettiği dillendiriliyor.

  1. Türkiye, Gazze’nin yeniden inşasında ve silahsızlandırılmasında rol üstlenecek
  2. Suriye’de Kürt özerkliğine yönelik askeri ve siyasi müdahaleler meşruiyet kazanacak.
  3. Öcalan ve PKK-PYD sembolik düzeye indirilecek, uluslararası siyasal temsil güçleri bitecek.

Ortadoğu’da İsrail ve ABD ile işbirliği

Bu süreçte öne çıkan bir diğer unsur Suriye geçici devlet başkanı Ahmet Şara’nın Yahudi lobisi ve İsrail temsilcileriyle görüşmeleri idi. Kürtlerin benzer temas söylentileri bile hep “ihanet” olarak damgalandı.

Ortaya çıkan tablo çok çarpıcı: Kürtler, ABD ya da İsrail İle diyalog kurduğunda ‘hain’ ilan edilirken, İslamcı aktörlerin aynı temasları normal karşılanıyor. Şara’nın Yahudi lobisiyle görüşmeleri meşru görülüyor; Kürtlerin diplomatik adımları ise kriminalize ediliyor.

Bu, kimin uluslararası ilişkisinin meşru sayılacağına siyasi iktidarların karar verdiğini ve dış politikanın aynı zamanda iç siyasette meşruiyet üretme aracı olarak kullanıldığını gösteriyor.

BM genel kurulunda eski İŞİD lideri Ahmet Şara meşruiyet alarak Suriye’ye döndü. Bu durum Kürtlerin alleyhine bir güç olarak kullanılacak HTŞ daha cüretkar davranacaktır. Nitekim Şam’ın Kürtlere saldırılarında ciddi artış oldu.

Türkiye’nin Kürtlere bölgede tam saha presi

Sürecin sona erdirilmesi, bölgesel denklemlerle doğrudan bağlantılıdır. Ankara, Suriye’deki Kürt özerkliğini tasfiye etmeyi ulusal güvenliğin önceliği haline getirdi. Rojava’ya yeni bir askeri operasyon hazırlığı yapılırken, Irak sahasında da merkezi hükümet ve Kürt partileri arasındaki gerilimlerden faydalanma stratejisi izleniyor.

Eylül 2025 MGK bildirgesi, bu yönelimi teyit etti. PKK, PYD yeniden “terör tehdidi” olarak tanımlandı. Türkiye’nin sınır ötesi müdahaleleri artıracağını ilan etti.

Kürtler arası bölünmenin sürekli hale getirilmesi adına Kürtler arasındaki ilişkiler zayıflatılıyor ve siyasi bölünme tetikleniyor. Irak merkezi hükümeti tarafından Irak Kürdistan bölgesi ile Rojava arasına örülen fiziki duvar, siyasi bir bölünmenin de sembolü haline geldi.

Bölgeyi iyi okuyan analistlere göre 100 yıl boyunca bölge ülkelerinin en önemli stratejik hedeflerinden biri, Kürtlere karşı ortak hareket etmek ve  Kürtlerin ortak hareket etmesini engellemek olmuştur ve bunun böyle devam edeceği anlaşılıyor.

Barış sürecinden, ‘mutlak’ kontrole

Bir yıllık süreç, Kürtler açısından somut kazanım yerine marjinalleşme ve soyut, realiteden uzak garip sosyalist söylemler kazandırdı. Türkiye ise bu süreçte ABD ve İsrail ile yaptığı pazarlıklar ile hem Suriye ve Filistin’de rol aldı hem de Kürtlerin siyasal zeminini daralttı. MGK bildirisi ve Ankara’nın yönelimi, sürecin “barış süreci” değil, “kontrol ve tasfiye süreci” olacağını netleştirdi.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin