İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın tutuklanması ve hasta olmasına rağmen 21 gün tahliye edilmemesi hasta tutukluların yaşadıklarını gündeme getirmeye devam ediyor.
Karar yazarı Av. Figen Çalıkuşu bugünkü köşe yazısında Polat’ın yanı sıra MS hastası Tayfun Kahraman, 4. ev kanser hastası KHK’lı öğretmen Ramazan Aktaş, böbrek hastası KHK’lı katip Mehmet Yıldız, Alzheimer hastası eğitimci İbrahim Güngör ve 78 yaşındaki Melek İpek’i gündeme taşıdı.
“SESLERİNİ DUYURAMAYAN NİCE HASTA VAR”
“Biz bu insanlara sahip çıkamadık, suçu bunu dedik” diyen Çalıkuşu, “Mahir Polat konuşulurken dikkat ediyorum; hemen Balyoz ve Ergenekon davalarında yaşananlar anlatılıyor. Elbette çok acılar yaşandı. Peki ya Gezi yargılamasından Tayfun Kahraman… Peki ya PKK yargılamalarından Aysel Tuğluk… Peki ya 15 Temmuz yargılamalarından 79 yaşında tekerlekli sandalyede hastalıkları ile bir başına Melek İpek… Peki ya 15 Temmuz yargılamalarından 4. evre pankreas hastası tarih öğretmeni Ramazan Aktaş…Böbrekleri yüzde 30 çalışan zabıt kâtibi Mehmet Parlak… Cezaevine giden kızını artık tanımayan Alzheimer hastası İbrahim Güngör… Seslerini duyuramayan, bilinmeyen, tanınmayan bu ülkenin sıradan insanları… Ve sayamadığım niceleri… Her biri sağlıklı bir ortama muhtaç onlarca insan.” dedi.
“SİYASET VİCDANLARIMIZI KURUTUYOR”
Cezaevlerinde göz göre göre ölüme terk edilen emekli asker Vural Avar, Şükrü Tuğrul Özşengül ve annesi tutuklandıktan sonra hastalanan ve 3 Nisan’da vefat eden Sümeyra’yı da kaleme alan Çalıkuşu, “Hangi vicdandan söz ediyorsunuz? Biz bu insanlara sahip çıkmadık… O şucu, o bucu dedik. Her biri insandı aslında… Görmedik, insanı görmeyip insanlıktan söz ettik. Ne korkunç ki, aynı acıları çekerken, hukuk yerine siyaseti koyuyor ve insanı görmez oluyoruz. Siyaset kurumu bizi bu hale getiriyor. Vicdanlarımızı kurutuyor.” diye yazdı.
Çalıkuşu şöyle devam etti:
VİCDANLARI KURUYANLAR
“Kendi mahallesinden olmayan çektiği acıları görmezden gelenlerin, daha beteri acı çekmelerini içten içe ya da açıkça isteyenlerin vicdanları kurumuş demektir.
Vicdanı kuruyan, vicdanı olmayan bir insanın fikri olsa, partisi olsa, mahallesi olsa ne olur, olmasa ne olur… Vicdanı olmayanın insanlığı da yoktur ki bir fikri olabilsin.
Siyaset kurumu, hukuku vuruyor, yargıyı araçsallaştırıyor. Bizleri kamplara ayırıyor, aynı çileleri çekerken bile birbirimize karşı kör ve sağır hale getiriyor.
Ancak bizden birinin canı yandığında bağırıyoruz. Ya öbürleri ne olacak? Vicdan denilen şeyin, öbürleri için olduğunu unuttuk artık. Kendimizden olanı savunup, bizden olmayanı zevkle ateşe atıyoruz.
Gözümüzün önünde yaşanan hukuk zulümlerinin tümüne hep birlikte “hayır, bu doğru değil” demeyi bilebilseydik eğer, o insanlardan önce kendi vicdanımızı korurduk. Böyle vicdansız olmazdık.
Dertlerimiz aynı… Sırayla herkes aynı acıyı çekiyor.
Sesimizi, sıra bize gelmeden çıkarabilirsek, insanlarımızı, insanlığımızı, vicdanlarımızı kurtarabiliriz.
Tabii vicdanımızı kurtarmak istememiz için bile bir miktar vicdanımızın kalmış olması lazım…
Kaldı mı, artık hiç bilmiyorum.”

Size öncelikle çok teşekkür ederim çok değerli hanımefendi.Helal olsun size geç kalınmış olmaz sizin gibilere ihtiyaç var.