“Anne, babam neden konuşmuyor”

Denizli Acıpayam'a defnedilen avukat Süleyman Yılıdırım'ı eşi ve çocukları her hafta ziyarete gidiyor, 14 Aralık 2025.

SEVİNÇ ÖZARSLAN – HABER YORUM

Mezarlıktaki sessizliği bile delen bir soru: “Anne, babam neden konuşmuyor?…” Her şeyden habersiz gibi görünen ama aslında her şeyi hisseden kocaman bir yüreğin sorusu bu.

Süleyman Yıldırım, yıllarca Denizli’de avukatlık yaptı. Hayatının son dönemini ise adliye koridorlarında değil, hastane odaları ve cezaevi duvarları arasında geçirdi. Denizli T Tipi Cezaevinde maruz kaldığı hak ihlalleri sonucu sol bacağını kaybetti. Üçüncü evre kanser teşhisi konuldu. Uzun bir hastalık ve hukuk mücadelesinin ardından, 8 Aralık 2025’te hayatını kaybetti.

Şükriye Yıldırım, iki ve dört yaşındaki çocuklarıyla birlikte, Denizli Acıpayam’da toprağa verilen eşi, avukat Süleyman Yıldırım’ı her hafta ziyaret ediyor. Dört yaşındaki oğlu, ilk mezarlık ziyaretinde annesine herkesi derinden sarsan bu soruyu sordu: “Anne, babam neden konuşmuyor?”

Henüz hayatın ne demek olduğunu bilmeyen iki kardeş, mezarlık ziyaretini bir buluşma sanıyor. Beş yıl sürebilen bir evliliğin ardından, babalarıyla aralarındaki tek bağ artık bir mezar taşı.

KHK süreçleri, soruşturmalar, baskılar, ekonomik ve psikolojik yıkımlar Yıldırım ailesinin de üstünden bir kepçe gibi geçti. Eşinin yaşadıkları karşısında elinden hiçbir şey gelmeyen Şükriye Hanım, kekeme bile oldu. İçindeki fırtınayı kelimelerle değil, sadece gözyaşlarıyla anlatabiliyor artık.

Yanında ise annesinin neden ağladığını anlayabilecek kadar olgun yine o kocaman yürek var: “Anne, ben senin neden ağladığını biliyorum.” diyebilecek kadar her şeyin farkında olan bir yürek…

“BABA SENİN ADIN NEYDİ?” 

Bir başka hikâye ise kilometrelerce uzakta, bir Avrupa kentinde geçiyor. Yine bir aile, yine yarıda kesilen bir hayat ve araya giren 1886 gün…

KHK’lı mühendis M.N.A., beş yıl ayrı kaldığı eşi ve üç çocuğuna geçtiğimiz ekim ayında kavuşuyor. Aile bir dostlarının evinde kahvaltıya davet ediliyor. Yetişkinler bir odada sohbete dalarken, çocuklar başka bir odada oyun oynuyor. Sonra küçük bir çocuk kapıyı açıp babasına dönüyor: “Baba, senin adın neydi?”

Bu cümle, bir ülkenin siyasi kararlarının bir çocuğun hafızasında bıraktığı boşluk. Bir çocuğun babasıyla yeniden tanışması…

M.N.A. Türkiye’de büyük bir firmada mühendisken işten çıkarılmış. Eşi de KHK ile kapatılan bir kolejde öğretmenken işsiz bırakılmış. 15 Temmuz sonrası açılan soruşturmalar, ekonomik ve hukuki baskı derken baba 2020’de Almanya’ya sığınmak zorunda kalmış. Oturum süreci uzayınca yıllar geçmiş. Anne ve çocuklar da daha sonra başka bir Avrupa ülkesine gitmek zorunda kalmış.

Ağustos 2020’de evinden ayrılan baba, çocuklarına ancak Ekim 2025’te kavuşabilmiş. Beş yıldan fazla, altı yıldan az… O giderken henüz bir yaşına bile gelmemiş olan oğlu, onu artık hafızasında tutamayacak kadar büyümüş.

BABA O ANI ŞÖYLE ANLATIYOR:

“Almanya 5 yıl sonra bana oturum verdi. Seyahat belgemi alır almaz. Geçtiğimiz ekim ayında, eşimin ve çocuklarımın yanına gittim. Bir aile dostumuz hepimizi kahvaltıya çağırdı. Biz üç erkek bir odada kahvaltı yapıyorduk. Diğer odada kadınlar ve çocuklar kahvaltı yapıyordu. En küçük oğlum ben Türkiye’den ayrılırken 8-9 aylıktı. Bir yaşında bile değildi. Şu an 6 yaşında. 11 ve 8 yaşında iki çocuk daha var. Sadece telefonla görüşüyorduk. Başka bir iletişim imkanı yoktu tabi ki… Kahvaltı devam ederken birden kapı açıldı. Küçük oğlum, ‘Baba sana bir şey sorabilir miyim’ dedi. Tabi sorabilirsin dedim. ‘Senin adın neydi?’ dedi. Söyledim. ‘Tamam teşekkür ederim’ dedi gitti. Aslında çok dramatize edilecek bir olay değil bizim açımızdan ama aile dostumuz, evin sahibi bu olaydan çok etkilenmiş. kendisi bir yazı yazında bizim de farkındalığımız arttı, biz ne yaşamışız dedik.”

Bu, sadece bir soru değil. Bir kopuşun, bir uzaklığın, bir hukuksuzluğun çocuk dilindeki karşılığı.

KHK DOSYALARININ ARASINDAKİ GÖRÜNMEYENLER

İki hikâye birbirinden bağımsız gibi görünüyor. Biri Denizli’de bir mezarlıkta, diğeri Avrupa’da bir apartman dairesinde geçiyor. Biri mezar taşının başında “Babam neden konuşmuyor?” diyen bir çocuğun hikâyesi, diğeri yıllar sonra babasına adını soran bir başka çocuğun.

Ama ikisinin ortasında aynı karanlık gölge var: KHK hukuksuzluklarının, en çok da çocukların hayatına dokunan, içten içe çürüten etkisi.

Kâğıt üzerinde “ihraç”, “soruşturma”, “oturum reddi”, “aile birleşimi”, “dosya numarası”, “istinaf, temyiz” diye geçen süreçler, gerçek hayatta şu sorulara dönüşüyor:

“Anne, babam neden konuşmuyor?”

“Baba, senin adın neydi?”

Birinde çocuk, babasını artık sadece mezar taşıyla birlikte tanıyor. Diğerinde çocuk, babasını bir yabancı gibi tanımaya çalışıyor. KHK’nın, hukuksuz yargılamaların, keyfi kararların sonucu işte tam da bu: Çocuklarla babaları arasındaki bağ kopuyor; ya ölümle ya kilometrelerle ya da yıllarla…

Anne-babalar, “suç delili” diye önlerine konan kitaplar, Kur’an-ı Kerim’ler, banka dekontları, sendika üyelikleriyle uğraşırken; çocuklar sadece şunu anlamaya çalışıyor: Babaları neden evde değil, neden susuyor, neden uzakta, neden yabancı?

KHK’lar, birer hukuk metni değil sadece. Her birinin gölgesinde, mezar başında babasını konuşturamayan çocuklar, yıllar sonra babasına adını soran çocuklar, annesi kekeme olduğu için duygularını ağzından değil gözünden okuyabilen çocuklar var.

Belki de bu yüzden, bu iki cümle tek başına bir film senaryosu, bir roman konusu, bir toplumun vicdan muhasebesi olmaya yeter:

“Anne, babam neden konuşmuyor?”

“Baba, senin adın neydi?”

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin