AKP’nin ekonomideki ‘üç büyük’ başarısı!

YORUM | Dr. CEM ÜNAL

Bu iktidarın en tehlikeli ve sinsi stratejisi, korkunç gelişmeleri ustalıkla unutturmak. Çıkmaza girdiği zaman “cambaza bak cambaza” taktiği ile gerek siyasi gerekse de ekonomi  yönetimindeki başarısızlıklarını gizleyebildi ve halen de bunu başarabiliyor. Mahir olduğu diğer strateji de kitleleri kötü duruma “alıştırmak” ve onların geçmişi sorgulamalarını unutturmak.

Haydi gelin biz de bir ekonominin en önemli üç göstergesi olan ve “üçlü sacayak” olarak nitelendirilen kur, faiz ve enflasyon oranları üzerinden biraz nostalji yapalım ve hafızalarımızı tazeleyelim. Ekonominin nereden nereye geldiğini ana hatları ile analiz edelim. Tüm veriler Merkez Bankası ve TÜİK resmi sitelerinden alınmıştır.

USD/TL Döviz Kuru:

(Kaynak: https://evds2.tcmb.gov.tr/)

20 yıl önce Kasım 2002 seçimleri ile iktidara gelen AKP, 1.58 ile devraldığı USD/TL kurunu Eylül 2022 itibariyle 18.23’e kadar yükseltmeyi başarmış görünüyor. 20 yılda döviz kurundaki artış inanılmaz: % 1.054 (YÜZDE BİN ELLİ DÖRT). Grafikte dikkat çeken bir ayrıntı da, 2014 Aralık ayından itibaren kur artışının önüne geçilememiş olması ve her ay daha da fazla oranda artmasıdır.

Enflasyon Oranı:

AKP 2002 seçimlerinde %31.77 ile devraldığı enflasyonu, 2022 Ağustos itibariyle % 80.21’e yükseltmeyi “başardı”. Oysa enflasyon oranı 2011’de %3.99 ile en düşük seviyeye indirilmişti. 

Çünkü ekonomi yönetiminde işin ehli kişiler istihdam edilmişti, piyasalarla inatlaşılmıyordu. Ekonomi, bilimsel ve tecrübe edilmiş kurallara göre yönetiliyordu. 20 yılın sonunda enflasyon oranındaki artış da ibretlik: % 154 (YÜZDE YÜZ ELLİ DÖRT).

Faiz Oranı:

AKP’nin en başarılı olduğu alan faiz oranları olmuş gözüküyor. Zira 2002 yılında %51 olarak devraldığı gösterge faizi oranını 20 yıl sonunda %14.5’a kadar düşürmüş. Bu dışarıdan bakanlar için bir başarı gibi gözükse de, aslında tam bir başarısızlık. Zira ekonomi yönetiminde faiz oranları piyasalara müdahale ve ekonominin diğer sacayakları olan kur ile enflasyonu hedeflenen düzeye getirmek için kullanılan en önemli araçtır. Faiz oranları için daha önceden belirlenmiş ideal maksimum ya da minimum düzeyler yoktur. Bu yüzden faiz oranlarını yönetmek bir “sanat” olarak kabul edilir.

Örneğin 2002 Kasım ayında iktidara gelen AKP, gerek yurtiçi gerekse uluslararası para hareketlerinin bol olmasını (likidite fazlalığı) lehine çevirerek faizleri kademeli olarak düşürmeyi başardı.

Bu başarı kur ve enflasyonun da düşmesini sağladı. 

O dönemde doğru olan politika faizlerin düşürülmesi idi. Ancak  2017 yılından itibaren artık yükselmeye başlayan enflasyon, bu kez faiz oranlarının artırılması ile biraz daha yüksek düzeyde olsa da denetim altına alınmıştı (Trajikomik bir şekilde akabinde Merkez Bankası başkanı da görevden alınmıştı). Bu dönemde de doğru olan politika faiz oranlarının arttırılmasıydı.

Ancak 2021 yılının Ağustos ayından başlayarak TCMB’nin politika faizini %19’dan günümüzde geçerli olan %14.5’ a kadar indiren bir yaklaşım tam anlamıyla bir faciaya neden olmuştur. Görüldüğü üzere enflasyon yükselme eğilimindeyken (2019’dan 2020’ye geçiş) politika faizi düşürülürse enflasyon fırlar gider, ekonomi tepetaklak olur. Daha önce doğru bir politika olan faiz indirimi bu kez başarısızlık olarak karşımıza çıkar.

Türkiye bütün göstergelerin düşük olduğu sorunsuz bir İskandinav ülkesi hiç bir zaman olmadı. Yüksek kur, faiz ve enflasyonu 1970’ler 80’ler ve 90’lar boyunca hep yaşadı. Ancak 2001 krizinden sonra uygulanan IMF programıyla ve AB’ye tam üyelik müzakerelerin başlamasıyla enflasyonist beklentiler kırıldı ve enflasyon düşürülebildi ve ardından da ekonomide bir başarı hikayesi geldi.

Sonuç olara kur, enflasyon ve faizde kontrolün tamamen kaybedildiği mevcut durumdan çıkmak sanıldığı kadar kolay ve kısa süreli bir iş değildir. Bu, başta kamu olmak üzere harcamaların kısılmasını, faizin artırılmasını, büyümeden fedakârlık edilmesini ve her şeyden önce de ekonomi yönetimine ciddi bir şekilde inanç ve güven gerektirecek uzun ve zahmetli bir yoldur. 

1 Yorum

  1. Cem bey,

    Bu güzel yazınız için çok teşekkür ederim. Üzerine söylenecek birşey de yok sanıyorum.
    Çözüm için 2 hususu temel kabul ettiniz. Mali disiplin/harcama disiplini ve faiz artırımı. Malum bahsettiğiniz bu yolu Erdoğan/Akp uygulamamış, yerine Türk parasının değersizleştirme yoluna gitmiştir. Hedefin, ihracatın artırılması ve böylece döviz açığının kapatılması olarak anlaşılıyor. Şu an siyah puntayla belirttiğiniz kısımdaki çözümü, sanırım 2 sene önce de bir çözüm olarak ekonomistler yine sunmuştu.

    İşte bu nokta da, bir yorumcu olarak size bir soru sormuştum, Erdoğanın, ekonomistlerin rağmına, faizi artırmak yerine kuru düşürme yolunu seçmesi, ihracatı artırmayı hedeflemesi yanlış bir politika mıdır doğru bir politika mıdır diye.

    Zihin jimnastiği yapmak isterim, eğer Erdoğan 2 sene önce, faizleri artırma yolunu seçseydi (harcama, bütçe, kotalar vb cephesi vb ceteris paribus), bugün ne olurdu?

    Türk parasının reel değeri artardı, alım gücü yüksek olan ülke de, doğalgaz-petrol-diğer girdi maliyetleri daha ucuza ulaşılır, tüketiciye nispeten daha rahat nefes aldırtılabilirdi. Bedel olarak ithalat düşer, ihracat azalır, ancak artan faizlerden sağlanan finansmanla bu açık seçime kadar kontrol edilebilirdi.

    Elbette bu süreç, borçların katlanarak artmasını, hazine borç ve faiz ödemelerinde büyük bir artışa da neden olur, birkaç yıl sonra, borçlar çevrilemez olurdu, bildiğimiz Moratoryum yine alınırdı.

    Ancak, tüketiciye bu çok yansımaz, daha çok hazineye yansırdı bu maliyet, bu sefer enflasyonist etki bu cepheden gelirdi.

    Demek istediğim şu ki, sonuçları itibariyle benzer olsa da, faizlerin artırılması seçilirse, yük önce hazineye yansıyacak, ardından tüketiciye yansıyacaktı. Bugün, türk parasının değersizleştirilmesiyle, yük önce tüketiciye, ardından hazineye, devlete, bütçeye yansıyor.

    Yani, düşüncem o ki, Erdoğan çöken bir hazineyi, bütçeyi rahatlıkla saklayıp, tüketiciye tam şu an yalancı bir bahar yaşatıp seçime gidebilme imkanı varken, bunu yapmadı. Hazineyi/bütçeyi (nispeten) ayakta tutup, tüketici nezdinde oy kaybetmeyi göze aldı.

    Bunu neden yaptı?

    Size sorduğum soru, a) faiz mi artırılmalıydı, b) türk parasının değeri mi düşürülmeliydi sorusu, hangisinin doğru bir seçim olduğu sorusu, elbette ekonomik bağlamda bir soru. Erdoğan bunu neden yaptı şeklinde yönelttiğim soru da politik bir soru, farkındayım.

    Kısaca Erdoğanın/Akp nin reelpolitik bir davranışı yok bu uygulamada. Öyleyse neden sorusuna, aklıma şu iki soruyu getiriyor.

    1) Erdoğan iktidarının sürekli devam edeceğini bildiği için, seçim odaklı değil çözüm odaklı davranıyor, bu nedenle, acı faturayı topluma baştan sundu, zaten yürüttüğü iktidarında kırmızı sinyal veren döviz azalışını esas kabul etti, tüketici zor duruma düşse de, bunu önemsemedi, zaten seçimi garanti görüyordu, bu nedenle ihracatı artırmak için, türk parasını değersizleştirdi.

    2)Erdoğansız bir ülkeyi devralmak isteyen ortakları, bütçeyi/hazineyi ayakta tutmayı öncelediler, bir taşla birkaç kuş vurarak,

    yani, Erdoğanı bu politikaya yöneltip gözden düşürmek, ama diğer taraftan da devasa büyüyen borçlanmayı en azından azaltmak, artarak artsa da yine de çevrilebilir bir duruma getirmek, Erdoğan sonrasında devralacakları enkazı azaltmak, en azından yıllara yaymak.

    Bu seçenekler veya başka ihtimaller de aslınlda önemli değil.

    Burada önemli olan noktayı, EMPATİYLE anlatmak istiyorum.

    Erdoğanın, Akp nin kaynakları israf edeceğini biliyorsunuz, borç alsa kaynakları daha da çarçur edeceğinden eminsiniz, ve tam bu nokta da size soruluyor, FAİZ mi Artsın, türk parası mı değersizleşsin (reel kur mu düşsün).

    Ne dersiniz siz?

    Benim cevabım açık. Erdoğana/hükümetine faiz artırı yoluyla emeksiz parayı verirseniz, onu da çarçur eder, bir kaç yıl sonra, bugünü kurtarsa da, birkaç yıl sonra döndürülemez olarak karşımıza çıkar, üstelik seçimi de kazanır, bir 4 yıl daha durur.

    Öyleyse, böyle birisine, kolay yoldan para vermek yerine, ihracatı artırma yoluyla döviz girdisi sağlama hedefini ikna etmeye çalışırım. Çalışırım çünkü, en azından ihracat gelirleri biraz daha artarak aradaki makas büyük boyutlara ulaşmaz.

    (Önceki yorumumda, Lerner koşulu geçersizliği nedeniyle, ihracat arttıkça, aslında döviz açığının daha artacağını söylemiştim, peki Erdoğan bunu bilmiyor mu?

    -Bence bunu bilmiyor.
    -Eğer biliyorsa da, artarak artan bir dış ticaret açığı yerine, en azından kontrol edilebilir bir dış ticaret açığı olacağına ikna edilmiş olabilir.)

    Peki neden Başta tüketicinin, toplumun daha zor duruma düşmesini, bütçenin/hazinenin daha zor duruma düşmesine tercih ediyorsun diye bir soru yöneltebilirsiniz, sonuçları itibariyle aynı olacaksa, bırakalım bunu kamu çeksin.

    İşte buna cevabım da şu ki, kısa vadeli bir gülmeye karşın, faiz artırılmasıyla alınan kaynakların çarçur edilmesinin ötesinde, gelecekte bu topluma daha büyük bir mutsuzluk olarak gelecek, bu nedenle bunu baştan yaşamasının daha rasyonel olduğunu düşünüyorum.

    Peki, yine yaşamıyacak mı bunu toplum gelecekte yine? Akp sonrası yine yaşayacak gibi görünse de, zaten yaşamaya başladığı için, geçiş dönemi hariç durumun bundan kötü olacağına yönelik bir kanaatim yok.

    Cem bey,

    Bu yukarıdakiler benim görüşlerim, faiz mi atırılmalıydı, kur mu düşürülmeliydi sorusuna cevabım. Yanlış kişilerin elinde, doğru politikaların daha da felakete götürebileceğini, tatlının az fazlasının zehir olabileceğini düşünen biri olarak söylüyorum.

    Ancak, sizin de bu konu da bir yazınızı bekliyorum.

    Erdoğan yanlış yaparken aslında doğru mu yaptı sorusu hatalı bir soru bu nedenle.

    Eline para verilince çarçur edecek birine borç vermek, onu verimsiz alanlarda kullanıp, ödeme zamanında daha büyük sorunlara sebep vereceğini bilmek. İşin püf noktası bu sanırım.

    İşte, ister “iyi niyetle”, ister “kötü niyetle” bilmiyorum, ama birileri ülke için iyi yaptı kanaatindeyim.

    Bir taraftan Erdoğanın kredibilitesi harcatılırken, topluma da, çalışmayana para yok, dünkü yerken iyiydi bugün ödeme zamanı, işte faturası deniliyor ve bunlar yapılırken, bunları yapanların hiçbiri ortalıkta yok.

    Bu niyetle sonuçları itibariyle iyi bir tercih bu kurun değersizleştirilmesi yolunun seçilmesi.

    Erdoğanı kullanarak ortam temizliği yaptıranlar kimlerse, aynı Erdoğan eliyle de, üstelik Erdoğanın imajını bitirme pahasına, ekonomi de ACI REÇETEYİ topluma sundular.

    Erdoğan sonrasında, yapılmış bir devalüasyon bulacaklar önlerinde, kızanlar kendilerine değil, Erdoğana/Akp ye kızacak, sonra kolları sıvayalım deyip yeni bir devlet inşa edeceğiz sözünün arkasında aslında, artık tüm kaleleriyle ele geçirdikleri sistemi, hukuka döndürmekte bir beis görmeyecekler.

    Yeniden Avrupa birliği naraları atılacak, yeniden Uluslararası anlaşmalara bağlıyız sözleri.

    Akp ve Güleni Bitirme planının sanırım son demde ekonomik ayağı bu kanaatimce.

    Bakalım zaman ne gösterecek…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin