SEVİNÇ ÖZARSLAN | HABER YORUM
Adli Tıp 11. İhtisas Kurulu, beş aydır Menemen R Tipi Cezaevinde tutuklu olan Alzheimer hastası, eğitimci İbrahim Güngör’ün cezaevinde kalabileceğine dair rapor verdi. 10 Mart 2025 tarihli rapora ‘tedavisi önerilen aralıklarla düzenli poliklinik kontrolleri sağlanarak R (Rehabilitasyon) tipi cezaevi şartlarında infazına devam edebileceği…’ diye yazmışlar.
Rehabilitasyon tipi cezaevi Türkiye’de 3 tane var. Biri Menemen’de, diğeri Elazığ’da, üçüncüsü ise İstanbul Metris’te. İster inanın ister inanmayın ama bu cezaevlerinde kimsenin rehabilite olduğuna, hastaların tedavi edildiğine bugüne kadar şahit olmadım. Menemen R Tipi Cezaevinde kalan birçok hastayı takip ettim. Hasta olan orada daha çok hastalandı.
İbrahim Güngör, Menemen R Tipi Cezaevine sevk edilmeden önce İzmir Kırklar Cezaevinde kalıyordu ve oradan daha ‘memnun’du. Memnundu derken kimse harika bir ortam olduğunu zannetmesin. Kötünün iyisi diyelim.
Menemen’e gelince Güngör’ün hem psikolojisi bozuldu, hem hastalığı ilerledi. Görüşlerde kızını tanıyamaz oldu. İstanbul Adli Tıp’a götürüldüğü günü, bir akrabalarını ziyarete gittiğini zannederek anlattı. Ailesini her gördüğünde ‘Beni niye burada bıraktınız’ diye ağlayan bir insan var karşımızda. Çünkü demans hastalarının her zaman alıştıkları yer/mekan/ev değişince hastalıklarının ilerlediğini, eşini çoluk çocuğunu göremeyince daha kötü olduğunu tıp ilmi zaten söylüyor.
RAPORLARDA NE YAZIYOR?
İbrahim Güngör’e verilen raporda Adli Tıp 11. İhtisas Kurulu Başkanı Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ömer Çelik, iç hastalıkları uzmanı Dr. Sedat Özdemir, adli tıp uzmanı Dr. Muammer Emre Yılmaz‘ın yanı sıra 1 adli tıp uzmanı, 1 genel cerrah, 1 nöroloji uzmanın daha imzası var.
6 uzmanın imzası olan raporda, üç farklı rapora da yer veriliyor.
1- İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği’nin 25 Aralık 2024 tarihli raporunda, Güngör’ün hafif-orta demans hastası olduğu, başkasının yardımına ihtiyaç duyduğu, öz bakımını destekle yapabildiği yazıyor.
2- İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulunun yine aynı gün verdiği durum bildirir raporunda da başkasının yardımına ihtiyaç duyduğu vurgulanıyor.
“SONDA TAKILI OLDUĞUNU, ALTININ BEZLENDİĞİ…”
3- Menemen R Tipi Cezaevi Tabipliği’nin 7 Şubat 2025’te yazdığı kişisel gözlem ve değerlendirme raporunda ise Güngör’e demans teşhisi konulduğu, hidrosefali hastalığı nedeniyle beyninde shunt takılı olduğu yazıldıktan sonra, konuşabildiği, duyabildiği, hafif orta düzey demans olmasından dolayı sondalı olduğu, altının bezlendiği, yemeğini yiyebildiği fakat tüm ihtiyaçlarının hasta bakıcı tarafından karşılandığı ifade ediliyor.
Tüm bu raporlardan sonra 10 Şubat 2025’te tekerlekli sandalyeyle Adli Tıp 11. İhtisas Kurulu’nun karşısına çıkan Güngör’ü muayene eden uzmanların yaptığı değerlendirme ise şöyle:
‘Genel durumunun iyi olduğu, tekerlekli sandalye ile muayeneye geldiği, destekle ayağa kalkarak muayene sandalyesine oturduğu, oda içerisinde destek olmadan küçük adımlarla yürüdüğü…”
Adli Tıp uzmanları eğer bir hastayı ayakta görüyorsa sağlığı gayet iyi demektir. Zorla da olsa adım atmanız, kişisel bakımınızı başkalarının yardımıyla yapmanız, hasta bezi kullanıyor olmanız, tekerlekli sandalye ile görüşe çıkmanız, muayene gitmeniz, ilaçları dahi tek başınıza içememeniz… Bunların hiçbirinin onlar için önemi yok.
Lütfen söyler misiniz, tekerlekli sandalye ile muayeneye gelen, altı bezlenen bir insan ne kadar iyi olabilir?
72 yaşındaki Güngör, tuvalet ihtiyacı için mecburen hasta bezi kullanıyor.
Bütün doktorlar, adli tıp uzmanları bunu göre göre nasıl olur da böyle bir hastanın cezaevinde kalabileceğine karar verir? El insaf, el vicdan…
ADLİ TIP UZMANI PROF. DR. OSMAN KARAKAYA’NIN KARŞI GÖRÜŞÜ

Raporu Adli Tıp’ta kardiyoloji raportörü olarak 5 yıl çalıştıktan sonra ihraç edilen KHK’lı kardiyolog Prof. Dr. Osman Karakaya’ya gönderdim. Bir uzman olarak değerlendirmesini istedim. Onun görüşleri meslektaşlarının tam aksi yönde. KHK’lı olduğu için değil, meslek etiği, tıp etiği ne ise ona göre değerlendirip karar verdiği için… Karakaya’nın görüşleri şöyle:
“Hidrosefali, beyin omurilik sıvısının (BOS) beyinde normalin üzerinde birikmesiyle karakterize, intrakraniyal basınç artışı ve ilerleyici nörolojik bozukluklara yol açan ciddi bir nörolojik durumdur. Demans ise bilişsel yıkım, hafıza kaybı, yönelim bozukluğu ve günlük yaşam aktivitelerinde ağır yetersizlikle seyreden ilerleyici bir nörodejeneratif hastalıktır.
Dosyada belirtilen özbakım yetersizliği, tuvalet ihtiyacını karşılayamama, yeme-içme gibi temel yaşamsal gereksinimleri tek başına sürdürememe durumu, bu kişinin tam bağımlı olduğunu göstermektedir. Bu klinik tablo, ceza infaz kurumlarının fiziksel ve insan kaynağı olanaklarıyla bağdaşmaz.
“İNFAZ KURUMLARINDA TIBBİ İZLEM YETERSİZDİR”
Cezaevlerinde ileri düzey nörolojik bakım, multidisipliner izlem, 24 saat hemşire gözetimi gibi gerekliliklerin yerine getirilmesi pratikte olanaksızdır. Bu bağlamda, kişi cezaevinde uygun tıbbi desteği alamayacak, hastalığın kötüleşme riski artacaktır.
ADLİ TIP KURUMUNUN DEĞERLENDİRME HATALALARI
3. Adli Tıp Kurumu’nun Değerlendirme Hataları; Raporun içeriğinde tanımlanan ağır fonksiyonel kayıplara rağmen, “cezaevinde kalabilir” şeklinde sonuç verilmesi, tıbbi literatürle ve Dünya Sağlık Örgütü’nün insan onuruna yakışır sağlık hakkı ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Göz ardı edilen veya yeterince detaylandırılmayan nörolojik bulgular, ciddi bir değerlendirme eksikliğine işaret etmektedir.
“HEM TCK HEM ANAYASA BU TÜR İNFAZLAR AÇIKÇA YASAKLAMAKTADIR”
Türk Ceza Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca, “akıl hastalığı” veya “sağlık durumu nedeniyle infazın ertelenmesi” mümkündür. Ceza İnfaz Kanunu’nun 16/2. maddesi, “hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için ağır tehlike oluşturacaksa, infaz ertelenebilir” der. Mevcut tıbbi bulgular, bu durumun açıkça var olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda, Anayasa’nın 17. maddesinde “kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulamaz” hükmü, bu tür infazları açıkça yasaklamaktadır.
“NÖROLOJİK BOZUKLUKLA BAŞA ÇIKAMAYAN YAŞLI HASTANIN HAPİSTE TUTULMASI AİHM İÇTİHATLARINA AYKIRIDIR”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) AİHS’nin 3. maddesi gereğince kimseye işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele uygulanamaz. AİHM içtihatlarında (örn. Kudła v. Poland), cezaevi koşullarında uygun sağlık hizmeti verilmemesi bu maddeye aykırı sayılmıştır. Özellikle demans ve benzeri nörolojik bozukluklarla başa çıkamayan yaşlı mahkumların cezaevinde tutulması, bu içtihatlara açıkça aykırıdır.
“TIP ETİĞİNİN ZARAR VERMEME İLKESİ BU YAPILANI KABUL ETMEZ”
Tıp etiğinin temel ilkelerinden olan “zarar vermeme (non-maleficence)” ilkesi, İbrahim Güngör’ün cezaevinde tutulmasını kabul etmez. Aynı şekilde, insani hukuk ve ceza infazının amacı olan rehabilitasyon, bu düzeyde nörolojik ve bilişsel bozukluğu olan bir kişi için geçerli olamaz. Ceza, yalnızca kişinin fiziksel ve zihinsel kapasitesine göre infaz edilebilir.
“İNFAZININ ERTELENMESİ ZORUNLUDUR”
Güngör’ün cezaevinde tutulmasının, hem tıbbi hem de hukuki olarak açık bir ihlal olduğu, Adli Tıp Kurumu’nun verdiği raporun, nörolojik hastalıkların infaz rejimindeki etkisini görmezden geldiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına ve Anayasa’ya aykırılık taşıdığı, ilgili hükümlünün, ileri derecede özbakım yetersizliği ve demans nedeniyle cezaevinde tutulamayacağı, sonuçlarına varılmıştır. Bu nedenle, infazın ertelenmesi ve uygun bakım şartları altında sağlık kuruluşuna sevki, hem insan hakları hem de hukuk devleti ilkeleri açısından zorunludur.”
Karakaya’nın bu değerlendirmesinden sonra Adli Tıp 11. İhtisas Kurulu’nun verdiği raporun tıbbi bir rapor olduğunu, tıp etiğine uygun bir karar verildiğini kim iddia edebilir? Siyasi bir rapora imza atarak insanların hayatlarıyla oynandığı gayet açık.