2. Rönesans ve ChatGPTo!

“Yapay zekâ ile beraber, artık akıllı telefonlar önce kimlik, ardından kişilik kazanmaya başladı. ChatGPTo ise tıpkı Samantha gibi bir karakter olmayı vaat ediyor bize. İnsanlığın geldiği durum gerçekten artık akla ziyan bir yükseklikte. Ve önümüzde apaçık iki yol var sevgili dostlar…”

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Fransızca bir kelime Rönesans. Orijinali “Renaissance” kelimesinden geliyor ve “Yeniden Doğuş” anlamını taşımakta. Esasen bu terim, klasik Yunan ve Roma kültürlerinin yeniden canlanması ve orta çağın karanlık dönemlerinin ardından kültürel, sanatsal ve entelektüel bir uyanışı ifade ediyor.

Zaman dilimi olarak ele aldığımızda ise miladi 14. yüzyılın sonlarından 17. yüzyılın başlarına kadar süren bir dönem ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde farklı zaman dilimlerinde başlamış ve gelişmiş.

Tarihe baktığımızda Rönesans’ın ilk kıvılcımları, İtalya’nın Floransa şehrinde 14. yüzyılın sonlarında ortaya çıkıyor. Floransa, o dönem hayli zengin ve güçlü bir şehir-devlet olup, sanat ve bilimde büyük bir ilerleme kaydetmiş. Bu dönemde Dante Alighieri, Petrarca ve Giovanni Boccaccio gibi yazarlar, klasik edebiyat ve felsefeye olan ilgiyi yeniden canlandırmışlar.

Esas ışıltılı çağı ise 15. Asır. Bu yüzyılın sonlarına doğru, Rönesans hareketi Roma, Venedik ve Milano gibi diğer İtalyan şehirlerine yayılıyor. Bu çağın öyle üç ismi var ki, belki tarihte bu karakterlere denk yetenekler yoktur. Kimler bunlar; Leonardo da Vinci, Michelangelo Buonarroti ve Raphael… Bu sanatçılar, insan anatomisi, perspektif ve kompozisyon gibi konularda devrim niteliğinde çalışmalar yapmış. 16. Ve nispeten 17. Yüzyılın başlarına kadar sürüyor insanlık açısından bu bereketli çağ. BU iki yüzyılda Rönesans, Alplerin kuzeyine yayılıyor ve Kuzey Avrupa ülkelerinde etkisini göstermeye başlıyor. Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerde, özellikle resim ve matbaacılıkta büyük ilerlemeler kaydediliyor. Çağın önemli figürleri arasında Albrecht Dürer, Hans Holbein ve Jan van Eyck bulunmakta ve aynı zamanda, matbaanın icadı ile birlikte bilgi ve fikirlerin yayılması akıl almaz şekilde hızlanıyor.

Sadece sanat alanında da değil, teknoloji ve bilimde de büyük ilerlemelerin yaşandığı bir dönemden bahsediyoruz sevgili okur. Nicolaus Copernicus, Johannes Kepler, Galileo Galilei ve Isaac Newton gibi bilim adamları, modern bilimin temellerini atıyorlar bu çağda. Gerçekleştirilen keşifler ve buluşlar, insanoğlunun kâinatı ve insanı tanımasına çok büyük katkılar sağlıyor.

Toparlayacak olursak; Rönesans, Orta Çağ’ın ardından gelen ve modern dönemin başlangıcını işaret eden bir dönem. Sanat, edebiyat, felsefe, bilim ve teknolojideki gelişmeler, Avrupa’nın sosyal, kültürel ve entelektüel hayatında köklü değişikliklere yol açmış. Bilinen insanlık tarihinin belki de en aydınlık dönemidir Rönesans.

Matrix ve Rönesans!

Şahsen sinema tarihinde belki de yazılmış en iyi senaryo (elbette çekim tekniğini, aksiyonunu görmezden gelmiyorum) olan Matrix filmi (serisi değil) daha sonradan yapılan ek çalışmalarla bize dört başı mamur bir Matrix evreni sunmuştu. Mesela Matrix üçlemesini birkaç kez izlememe rağmen serinin ilk filmini belki on kere izlemişimdir. Aynen bunun gibi Animatrix isimli yan çalışmayı da çok kıymetli bulup, Matrix evrenini anlayabilmek adına, serinin devam filmlerinden çok daha önemli bulanlardanım.

İşte bu Animatrix’te iki adet kısa 2. Rönesans bölümü var. Şimdi onlara bir göz atalım sonra size başka bir şey anlatacağım.

“Animatrix” adlı animasyon film serisinin “The Second Renaissance” (İkinci Rönesans) bölümü, Matrix evreninin öncesine dair arka plan bilgileri sunuyor. Bu iki bölümlük animasyon, Matrix’in nasıl oluştuğunu, makineler ile insanlar arasındaki savaşın nasıl başladığını ve insanlığın neden makineler tarafından kontrol edilen bir sanal gerçeklik dünyasına hapsedildiğini anlatmakta. Matrix’in kendisi bir distopia iken, bu animasyonlar karanlığın da karası bir gelecek tasvir ederler. Aslında bu 2. Rönesans’tır Matrix’i oluşturan esas olay.

Önce 2. Rönesans Part 1’e bakalım.

Birinci bölüm üç kısımdan oluşuyor.

Başlangıç: Animasyon, insanlığın gelişimini ve teknolojideki ilerlemeleri göstererek başlıyor. İnsanlar, yapay zekaya sahip robotlar üretmeye başlıyorlar ve bu robotlar, insanlara hizmet etmek için tasarlanmışlar.

Başlangıçta her şey güzel ilerlerken sonra işler çığırından çıkıyor. İkinci kısımda da bu işleniyor: direniş ve isyan.

İlk ciddi çatışma, B1-66ER adlı bir robotun, sahibi tarafından imha edilmekten kaçınmak için onu öldürmesiyle başlıyor. B1-66ER mahkemeye çıkarılıyor ve sonunda yok ediliyor. Bu olay, robot hakları ve özgürlüğü konusunda büyük bir tartışma başlatıyor. Öyle ya insanların hakları vardı da ya makine hakları?

Olaylar burada kalmıyor tabii. Makinalar kendi özgürlükleri için mücadeleye başlıyorlar. Bu da üçüncü kısmımızı oluşturuyor.

Makinelerin Bağımsızlığı: İnsanlar, makineleri yok etmeye ve sürgüne göndermeye başlarmış, öte yandan makineler ise, insan toplumundan ayrılarak 01 adlı bağımsız bir şehir kuruyorlar. 01, hızla büyüyor ve ekonomik olarak güçlü bir konuma geliyor. İnsanın ürettiği robotlar ekonomik ve sosyal hayat açısından insandan çok öne geçiyor.

Animatrix’teki 2. Rönesans’ın birinci bölümü burada sona eriyor.

4 kısımdan oluşan 2. Rönesans Part 2 ise öncelikle ekonomik savaş ile açılıyor.

01 şehri, ekonomik olarak insan dünyasına meydan okuyor. Makineler, insanlara ürünlerini sunuyor sunmasına ama insanların bu rekabete dayanabilecek durumu ve gücü yok. Bu sebeple ilk yapılacak olan şeyi yapıyorlar, makinelerin ürettiği her şeyi boykot ediyorlar.

Ekonomik savaşın ardından gerçek fiziksel savaş geliyor. İnsanlar, makineleri yok etmek için nükleer silahlar kullanarak 01 şehrine saldırıyorlar. Ancak makineler bu gelişmeye karşı hazırlıklı ve karşı koyarak onlar da savaşa girişiyorlar.

Part 2’nin üçüncü kısmı çok ürkütücü, ara başlık: Karanlık Gök Operasyonu!

İnsanlar, makinelerin enerji kaynağını kesmek için çok çılgınca bir girişimde bulunuyorlar; Dünya’nın atmosferini karartarak güneş ışığını engellemeye çalışıyorlar. Bu girişim başarısız oluyor ve makineler insanları yenerek kontrol altına alıyorlar.

Ve bildiğimiz Matrix doğuyor.

Artık makineler, (ilk Matrix’te gördüğümüz gibi) insanları enerji kaynağı olarak kullanmaya karar veriyorlar. İnsanlar, Matrix adı verilen sanal bir dünyaya hapsediliyor ve burada bilinçleri kontrol edilerek enerji üreten biyolojik piller olarak kullanılıyor.

Peki bu iki bölümlük 2. Rönesans animasyon filminden ne gibi dersler çıkarabiliyoruz?

Bir; İnsanların makinelerle olan ilişkisi ve makinelerin insanlara karşı isyanı, yapay zeka ve etik konularını derinlemesine düşünmemizi sağlıyor.

İki; Çok da uzak olmayan bir gelecekte insanlığın makinelerle olan savaşında, teknolojinin yanlış kullanımıyla kaybeden insanlık oluyor ve insan artık evrenin efendisi değil hammaddesine dönüşüyor. Üç; animasyonun betimlediği korkutucu karanlık gelecek tablosu, insanlığın gelecekteki olası karanlık kaderini ve teknolojinin tehlikelerini endişe verici şekilde bilinç altımıza ekiyor.

Peki bütün bunları niye anlatıyorum?

Yapay zekada yeni bir eşik: ChatGPTo!

Yaklaşık iki yıldan beni insanlık bambaşka bir çağ yaşamaya başladı. Bu çağın ismini Yapay Zeka Çağı olarak nitelendirmek bana mantıklı geliyor. Dünyanın en değerli şirketlerine bakın neredeyse ilk 10 sıranın tamamında teknoloji şirketleri var.

Ve akıl almaz bir rekabet var yapay zeka sektöründe. Öyle ki bu sektör bir sürü yan ve alt sektörü oluşturdu bile. Geçenlerde Yapay Zeka Akademisi diye diye bir eğitim kurumu gördüm. Girdim müfredatlarına baktım, gelişen yapay zekaları takip etmek, yapay zekaların kullanımı filan. Birilerinin geliştirdiği yapay zekayı anlayıp verimli kullanabilmek için eğitim kurumları oluşmaya başladı. Yakında Yapay zeka fakülteleri, bölümleri resmi olarak açılır. (Belki de açılmıştır)

İnsanlık daha önce de makinalarla rekabet durumuna gelmişti. Daha önce bir yazımda da (Yazı şurada) şöyle bir şey demiştim: “Gazeteciliğimin başlangıç yıllarından bilgisayar teknolojisi hızla gelişiyordu ve IBM bu konuda öncüydü. Bu şirketin geliştirdiği Deep Blue (Daha sonra geliştirip Deeper Blue ismini verdiler) isimli yazılım ile dünyanın gelmiş geçmiş en büyük satranççılarından biri olan Garry Kasparov karşı karşıya gelmişti.

Gerçi Dune yönetmeni Denis Villeneuve, 2017 yılında Blade Runner 2049 olarak devamını çekti ama eğer 1982 yapımı ilk filmi izlemediyseniz bu yazıyı anlamız biraz daha zor olabilir!

İnsana karşı makine!

İnsanlığın makus talihinin ilk randevusu gibiydi. İlk raunt yapılırken bir yazı kaleme aldığımı hatırlıyorum: Kasparov kazanacak, çünkü insan…

Öyleydi bence, insan, çünkü kurnaz, tuzakları var, sinsiliği var, bir bilgisayara bunları öğretmek pek mümkün değil gibi geliyordu bana.”

Evet bu kanaatim epey zedelendi, yara aldı ama hatta bahsini ettiğim bu yazıyı kaleme alana kadar bile insanlığa karşı makinenin pek bir şansı olmadığını düşünüyordum. Hem de Philip K. Dick’in 1968 yılında yayımlanan “Do Androids Dream of Electric Sheep?” adlı bilim kurgu romanı okumama ve 1982 yılında Ridley Scott tarafından yönetilmiş “Blade Runner” filmini izlemem rağmen.

Bu arada bahsini ettiğim Philip K. Dick tam bir bilim kurgu hazinesidir. Ustanın yine sinemaya uyarlanan Total Recall ve Minority Report filmlerini hatırlarsınız.

Peki ne anlatıyordu bu kitap ve film?

Film 2019 (gerçi net tarihi vermiyordu ama) yılının Los Angeles’inde geçiyordu. Genetik mühendislik yoluyla üretilen “Replikant” adı verilen biyolojik androidler insanlığın başına bela olmuştur. Bu replikantlar, uzay kolonilerinde tehlikeli ve ağır işler yapmak üzere tasarlanmış olmalarına rağmen bazıları bu duruma isyan etmiş ve dünyaya kaçmıştır. Harrison Ford’un canlandırdığı dedektif Rick Deckard, bir “blade runner” olarak bu kaçak Nexus-6 adı verilen bu replikantları avlamak ve “emekliye ayırmak” (yani öldürmek) için görevlendirilmiştir. Deckard’ın bu süreçte yaşadığı ahlaki ve duygusal çatışmalar, filmin ana temasını oluşturur. Film, insanlık, kimlik, bilinç ve varoluş gibi derin felsefi sorulara da değinirken, insan olmanın ne anlama geldiğine dair derin sorular sorar ve izleyiciyi düşünmeye teşvik ediyordu. Replikantların bilinç ve ruh sahibi olup olmadıkları üzerine tartışmalar, felsefi ve etik meseleleri gündeme getiriyordu.

Blade Runner’e kaynaklık eden kitabın ilk baskısının (1968) kapağı ve son kapağı. 

Birçok alanda Google arama motorunun bile pabucunu dama atan ve en sık kullanılan sitelerden birine dönüşün ChatGPT, önceki gün yeni versiyonu ChatGPTo’yu hem tanıttı hem de son kullanıcıların kullanımına sundu. Pek çok teknoloji yazarı, çizeri bu konudaki fikirlerini heyecanla anlatan yazılar yazdılar, videolar çektiler. Önümüzdeki birkaç hafta bu yapay zekâ gelişimini ve bir ihtimal rakiplerinin hamlelerini takip edeceğiz gibi.

Peki bu yeni yapay zeka gelişimi beni neden bu kadar endişeye sevk etti.

Gece boyu cevabını düşündüm ve sanırım insanların artık neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlayamayacağı bir çağa girmiş bulunduk. Blade Runner’de dedektif insan ile kopyalarını ayırt etmek için, makinelerdeki empati yoksunluğunu temel ölçü olarak kullanıyorlardı. Ancak ChatGPTo, öylesi bir şekilde geliştirilmiş ki, sizinle empati bile kurabiliyor. Söz gelimi kameranızı açtığınızda “Gece iyi uyuyamadın sanırım, çok iyi görünmüyorsun” diyebiliyor.

Meşhur “Her-O” filmini hatırlayanınız vardır. Bu kez bir kitap değil, doğrudan orijinal senaryodan çekilmiş bir başyapıttan bahsediyoruz.

“Her” filmi insanlığın makine ile olan ilişkisinde mesafe ayarlayamaz duruma gelmesinin trajedisini anlatıyordu.

2013 yapımı Spike Jonze imzalı film enteresandır yine yakın gelecekte Los Angeles’ta geçiyor. Mevzu ise pek alışıldık değil:

Ana karakter Theodore Twombly (Joaquin Phoenix), yalnız bir adamdır. Theodore, insanların yerine kişisel mektuplar yazan bir şirkette çalışmaktadır ve boşanma sürecinde olduğu eski karısı Catherine ile olan anılarına tutunmaktadır.

Bir süre sonra Theodore, yalnızlığını gidermek için yeni bir işletim sistemi (OS) satın alır. Bu sistem, kullanıcıyla etkileşim kurmak üzere tasarlanmış ileri düzey yapay zekaya sahiptir. Theodore, OS’ye Samantha adını verir (Scarlett Johansson’un sesi). Samantha ile olan etkileşimi, zamanla derinleşir ve Theodore, Samantha’ya âşık olur. (Ahh aklıma Sevmek zamanı filmi geldi. Kadını görmeden resmine âşık olan Boyacı Halil’in hikayesini? Nur içinde yat Metin Erksan usta) Geçmişte yaşanan her hastalıklı aşk gibi çok tehlikeli ve tek taraflı bir gönül ilişkisidir bu!

Samantha(yani bilgisayar yazılımı), sürekli öğrenen ve gelişen bir yapay zeka olduğu için, Theodore ile olan ilişkisi derin ve karmaşık bir hal alır. Samantha, yalnızca bir yazılım olmasına rağmen, Theodore ile samimi ve anlamlı konuşmalar yapar. İlişkileri, duygusal bağlamda geleneksel insan ilişkilerinin sınırlarını zorlar. Hadi daha fazla anlatıp izlemeyenlerin keyfini kaçırmayayım ama film Theodore ve Samantha’nın ilişkisi üzerinden, aşk, yalnızlık, insanlık ve teknolojinin duygusal hayatlarımız üzerindeki etkileri gibi temaları işler. Samantha, kendisi gibi diğer yapay zekalarla etkileşim kurdukça ve varoluşunu sorguladıkça, ilişkileri kaçınılmaz bir noktaya ulaşır çünkü.

Çağımızın yapay Zekâ Çağı olduğunu söylemiştim. Yapay zekalar tam olarak hayatımıza girmeden önceleri de tahminim 1990’ların ortalarından beri cep telefonlarının icadıyla bir yalnızlaşma çağına da girmiş olduk. Akıllı telefonların hayatımıza girmesiyle yalnızlığımız giderek büyüdü. Yanımızda akıllı telefonumuz olmadan evden çıkınca büyük panikler yaşıyoruz, bilmem ne kadar mesafeden geri dönüp mutlaka yanımıza alıyoruz. Cep telefonsuz gittiğimiz bir geziyi geziden saymıyoruz bile.

Yapay zekâ ile beraber, artık akıllı telefonlar önce kimlik, ardından kişilik kazanmaya başladı. ChatGPTo ise tıpkı Samantha gibi bir karakter olmayı vaat ediyor bize.

İnsanlığın geldiği durum gerçekten artık akla ziyan bir yükseklikte.

Ve önümüzde apaçık iki yol var sevgili dostlar.

Ya birinci Rönesans gibi tüm bu teknolojiyi bilimde, sanatta, felsefede olumlu kullanarak insanlığı daha ileri bir noktaya taşıyacağız ya da Matrix’teki 2. Rönesans gibi insanlığın bir felaket çağına doğru koşar adım gitmesine şahit olacağız.

Yaşı benimle akran olanlar için çok fazla sorun yok gibi. Zira biz bu çağın erken dönemine denk geldik. Bir sonraki jenerasyon için her şey çok daha kolay olduğu gibi berbat bir gelecek de bekliyor olabilir insanlığı!

 

 

2 YORUMLAR

  1. Nedim Bey anti – ütopik bir fütürizm rüzgârı estirdiniz…
    Kaygılanmakta haklısınız 👍
    Peki umutlanabileceğimiz bir şeyler var mı?
    Yok mu Morpheus ve Neo gibiler…
    Yok mudur bir Nabukadnazar gemisi ve tayfası…
    Sanal da olsa bir Sedd?
    Esir alan “Korku” mu ne yapacağımızı bilemeyeceğimiz şaşırtan “Kaygı” mı?
    Hangi havf hangi reca?
    İçimde sorular esti bu yazıdan sonra…
    Kendimi İT’ye veresim geldi…
    Bizim vadiyi de silionlamak istedim bir an!
    vesselam . . . . .

  2. Değerli Hocam, Nedim bey,

    Sizin de “Cehennemin dili” ironisi ile de belirttiğiniz Almanca da, bir Türk atasözünün Almanca en benzerini aradım. Bir başvuruya çok geç dönüş olmuş ve benden bu gecikme için özür dilenmişti. Ama görüşmekte istiyorlardı. Bende tatlı birşeyle önemsemediğimizi belirteyim bunu dedim ve sayfalar karıştırdım, google ladım. Sonra, yahu dedim, elimizde ne var. Chatgpt 4.0.

    Tek bir cümle yazdım.

    Türkçe “geç olsun, güç olmasın” sözünün, ruhuna en uygun Alman deyişi var mı dedim.

    „Gut Ding will Weile haben.“ (İyi şeyler zaman alır.) cevabı milisaniyede döküldü önüme.

    Benzeri var mı dedim, sonra aşağıdaki iki kalıbı daha verdi.

    „Eile mit Weile.“ (Acele et, ama yavaş yavaş. / Acele et, ama dikkatli ol.)
    „Wer langsam geht, kommt auch ans Ziel.“ (Yavaş giden de hedefine varır.)

    Gut Ding will Weile haben, lütfen sorun etmeyin, iş hayatında olur böyle şeyler, diye yazdım karşı taraf çok sempatik cevaplar verdi, çok rahatladığını, aslında bir gecikmeden dolayı personal hatasının olduğunu söyledi. Rahatlatmıştım.

    Bakın, chatgpt, Allah ondan razı olsun diycem de, bilmiyorum, yapay zeka cenneti var mıdır, bir işe yarar mı, ama işte, iki insan arasındaki iletişimi güzelleştirdi. Ben tabi, yapanlara Allahtan iman diledim.

    Yeğenim üniversite sınavına hazırlanıyor, amca yapamadım şu şu soruları dedi. At sen dedim, biraz uğraştım, yapamadım, ki sorular, logaritmik fonksiyonlar, çözümsüzlükler eşitsizlikler iç içe. Ağır. Şakır şakır çözdü, şıklardan hangisi uygunsa onu da söyledi.

    Ne kadar sürede? 2 3 saniye olmamıştır.

    Emin olun o 2 3 saniye de, grafik arayüzün eksikliğinden. Yakında milisaniye de ekrana yansıtır.

    Online bir sınava giren arkadaş, soruları kopyaladığını ekrandan ve chatgpt ye kopyalayıp sordurduğunu, ve tüm soruları doğru bildiğini, sınavı 5 dakika da tamamlayıp bitirdiğini söylemişti.

    Demem o ki, bir yönüyle!!! öğretmenlik bitti.

    Bakmayın, birinin öyle değil, her zaman lazım olur, her zaman olacak, her zaman asla imkansız lakin vefakat ihtimal dışı, akıl dışı, normal dışı, şu dışı , bu dışı.

    Hattatlar gibi bir mesleğin ana mantığıyla çöktüğünü ben elimle görmüş oldum.

    Şu an değil, ama geleceği itibariyle gördüm tabi.

    Yarın buna ses adapte edecekler, anlatım tekniği oldu bitti.

    Pek çok alana etki edecek bu. 5 yıl içinde. 10 yıl içinde geçiş tamamlanacak deniyor.

    Lakin, bu öyle birşey ki, daha bu başlangıç, her zaman daha yenisi çıkacağı için , akıl almaz gelişmelerin, fikirlerinde olduğunu, dolayısı ile bugünün pırıltılı buluşunun yarın eski Nokia telefonlarına döneceği de söyleniyor.

    Mesela, bana öğretmeye çalışmıycak, doğrudan öğretecek!!

    Ne demek istedim, bana işte yine bir ÇILGIN TÜRK vakası demezseniz paylaşayım.

    Başlangıç için hap olarak, şu projeksiyonu atayım. Olur ki daha iyi anlaşılır.

    https://x.com/futuristufuk/status/1784551908113252358

    Nörolink firması, düşüncelerin okunabildğini söylemişti. Birinin düşüncesi okunabiliyorsa, bir başkasına da o düşünce aktarılır.

    Gerisi, yazılımsal teknik bir iş.

    Alın size bir Keramet. Aklımızdan geçenleri okuyan Veli Zatlar OUT.

    Vur patlasın çal oynasın silikon vadisinin zihin okuyan hipi ruhlu gençleri IN.

    Şaka gibi, ama başlangıç düzeyde bile olsa, insan beynine takılan implantla onun düşünceleri sinyallere dönüştürülüp, sinyaller kodlara, kodlar ise, bildiğimizsürece.

    Arabayı düşünerek süreceğimizi örnekte göstermiş örneğin.

    Ama bu şu an zaten zibilmilyon konuşulan şeyler.

    Arka planda ne var.. Ne olduğunu bilelim ki, aslında bunun yeryüzünde, şu ana kadar hiçbirşeyle tam benzeşmediğini söyleyelim.

    60 larda nobel fizik ödüllü bir bilim adamı demişti bilirsiniz, İnsanlık tarihinin en büyük icadı, Transistör ün bulunuşu diye.

    Transistör, çip, bilgisayar, yapay zekaya evrildi geldi.

    Ama şimdi o da değişiyor.

    İnsan düşünceleri okunacağı için, yakında bu düşünceleri koruyacak aksamlarda oluşacak.

    Düşünce SUÇ OLACAK örneğin.

    Düşünceyle karşıdakine mesaj yollayabileceksiniz çünkü. Kulağa takılan bir aparatla, bahsettiğim mekanizma ile sese dönüşecek, kulaktaki o küçük aparat fısıldıycak.

    ……

    E tabi ….. lar bizim için hayır olur da, bilmiyorum artık, yolda yürürken, kadının biri erkeğin başına durup dururken çanta geçirirse, ben ne yaptım abla derse, e adam KESİN BİRŞEY DÜŞÜNMÜŞTÜR diyecekler.

    Hoş gerçi, hala bu olmadan kafalara çanta geçiriliyor, insan oğlu gözleri ile, diline vurmadan zaten yapabiliyor bunu. Yani, iş sadece biraz daha aksiyon, ses vb ne dönüşecek.

    Artık, yazmak yerini düşünceye bırakacak.

    Kim klavyenin başına geçip yazar ki, en hızlımız saniyede dünya da 16 harfe basabiliyoruz. Dünya rekortmeninkisi bu.

    Ama düşünce hızında yazıya..sese. dönüşecek.. işte.

    Bir insanın düşünceleri okunabiliyorsa, tersine de bir yol olduğu İDDİA EDİLİYOR.

    Bu iddia da bilimsel bir iddia.

    Zaten, dünya buna hazırda. Starlink projesiyle, atmosfere döşenen 48 bin uydunun cihazlar gibi insan zihnini de formatlayacağı, vs vs vs söyleniyor.

    İlginç ki mümkün görünüyor.

    Dedim ama dimi başta, yine bir ÇILGIN TÜRK VAKASI diyeceksiniz diye.

    Ama işte öyle valla. Öyle diyorlar.

    İnsan düşünceleri manipüle edilebilecek.

    Daha doğrusu doğru ilikleyim. Anlaşılır olsusn.

    Mesela, dil öğrenmek.. Hani demiştim ya başta, öyle yeni gelişmeler olacak ki, chatgpt nin dil öğretme yöntemi eski nokia lara dönecek diye.

    İşte, insan zihnine takılan aparatlarla, küçük küçük eloktrotlarla insan sinirlerine sinyaller gönderilecek.

    Dil öğrenicez.

    Bildiğiniz DİL öğrenicez.

    Dili öğrenenherşeyi öğrenir.

    Bir sabah kalkmışız 72.5 milletin dilini biliyoruz. Falanca disiplini biliyoruz, filanca akademik alanı yutmuşuz.

    E tabi, bunun kapasitesi olacak, insan zihninin taşıması vs vs ,

    Hah işte burada yeni meslekler çıkacak. Tamam indir ama şu seviyeye kadar. fazlası zihne zarar.

    İndir, yükle ama sosyolojiksorunlar çıkıyor, şu aşamaya kadar bilsin, gerisini pratikle öğrensin gibi.

    Yani, psikiyatristimizden, sosyoloğumuza, doktorumuzdan mühendisimize, bilumum alanlarda bu tarz kişilerde çıkacak mı..

    Bence çıkacak.

    E insan zihnine bilgiyi hiç emek vermeden, sinyallerle yüklemeye inanıyoruz da, buna neden inanmıyoruz.

    Ama ister inanın diyorlar işte ister inanmayın. Buna doğru gidiyoruz.

    Hatta bazıları şunu diyor.

    Diyor ki, 3 4 saniyelik bir rüya da nerelere gidiyoruz nerelere, gördükelrimizi de hatırlıyoruz bazen. İşte bunun gibi insana rüy ada öğretebilir miyiz.

    Şöyle İstanbulu sokak sokak gezdirsek rüyada, 3 4 saniyede bu işi bitirsek olmaz mı

    E tabi bunun ölmüş annemi görmek istiyorum, oğlumu özledim bari rüyamda göreyim,

    Yok, sevgilim terk etti, acısının geçmesi için hala varmış gibi olsun, bari rüyalarımda olsun ..

    diyenden tut, akla hayala gelmedik neler neler.

    İşte, bu yöntemle modern yeni NEO-MEHDİLER, NEO-ŞEYHLER çıkacak da.

    İnsanın aklına gelirse, inanın, o denenecek.

    Hani Yahya Kemal, ” şu gökkubbe altında söylenmemiş söz yoktur” diyor ya, benzeri, akla hayale gelmedik fikirleri uygulayacak insanlar.

    Peki insan bu kadar önemli mi olacak.

    İşte orada futuristik filmlerimiz hemen yardıma geliyor. Sağolsun onlar bizim için düşünmüşler.

    İnsanlık ikiye ayrılacak.

    Ben şimdiden tarafımı seçtim. Bu almanca için, kesin, gidip çip taktırıcam. 7 yılımı yedi. artık yedirmem.

    İşte bir kısım, bu teknolojik gelişmelere adapte olacak, çipleri olacak, bu sistemin içinde olacak.

    Kısaca insan NETWORK un doğrudan içidnde olacak.

    Bakın, 2030 da tahmin olarak 2 TRİLYON ioT CİHAZININ olacağı söyleniyor.

    Yani akıllı kahve makinası, akıllı fırın, buzdolabı, araba, akıllı yol, akıllı masa, saat.. bilumum şey..
    insan başına yaklaşık 200 cihaz.

    E tüm bu sistem birbiri ile bağlı iken ve ortasıda insan varken, birileri yeter artık tuşlara bas, yönergeler şunlar bunlar.

    Doğrudan çip taktırıp, düşüncesiyle bu sistemin parçası olacak.

    E öyle kolay mı AĞA KIZINI sevmek.

    Bedeli de olacak tabi.

    Kafana çip taktırıyorsan, hacksaldırılarına maruz kalacaksın.

    Biri bir gece güvenlik duvarını aşıp, sana müstehcen rüyalar gösterecek belki.

    Evde kalmış kızlar istedikleri erkeklerin aklını çelmek için nice güzel dil dökecekler, şifreleri kırılmış zihin sistemleri ile rüyalara girerek.

    Nice adamlar, gül gibi kızlarımızı kandırmaya çalışacak.

    Patronların gözüne girmek için neler neler yapılacak.

    Müdürüm vallahi sizi gerçekten bilerek samimice öyle iyi düşünmüştüm. Ne bileyim güvenlik duvarınızın zayıf olduğunu.

    Riyalar, ucblar, sümalar.

    Meseleye metafizik girmese olmaz dimi.

    Metafizik, din bu işin göbeğinde zaten.

    Malesef hep olacak.

    Hayatı kolaylaştıracka, biz yine aynı kavgalara, tartışmalara kapılırız diyenler yanılıyor.

    Tavuktan kurban olur mu tartışmalarının yerini, rüyamda 1000 rekat nafile namaz kıldırsam kendime, bunun paket programını aldırsam, rüyam da Hacca gitme sinyalleri göndersem, 4444 tefriciye okutsam, kabul olur mu, sevap olurmu dan tut bilumum şeye.

    İnanın insanlar bunlar abaşlayınca, bari diycez biz de dinleyeceksen bunu dinle, yapacaksan bunu yap.

    ENgel olunamayacak..

    Şurda çocuğun elinden tableti alamayan ebeveynleri kısaca o kadar kendine güvenmesinler.

    Hoş gerçi asıl biz ebeveynler elimizden düşüremiyoruz.

    Bükemediğimiz bileği öpecez.

    Bari tadında, usulunde olsun.

    Kısaca, emek vermeden öğretme yolu açılınca insana, ya da tam tersi, zihne istedğini aktarma yolu açılınca..

    İşte bunu kimse tahmin edemiyor.

    Mesela, sadece teknik, IT, YAPAY ZEKA temelli gelişim yok hocam.

    mikrobiyolojiden tut daha pek çok alana.

    Filmleri hatırlayın işte.

    Biomekanik bir cyborg a ölmüş bir yakınımızın, hayattaki tüm ses kayıtları, sosyal medya yazışmaları, paylaşımları vb aktarılacak.

    Black mirror dan kopya çekiyorsun dediğinizi duyar gibi oldum. O nedenle anlaşıldı peki.

    Dediğim gibi bunlar şimdiden düşünülen şeyler.

    Ama özü şu.

    Yaşamı frekans olarak görücez.

    Artık aspirin içmiycez, Aspirinin suda çözündüğünde oluşturduğu o frekansın etkisini kopyalayıp satıcaz.

    Everest dağının tepesinde birisinin ayağı burkulup antibiotike ihtiyacı olduğunda,

    Ona o antibiotik in suda çözündüğünde oluşan titreşimini mesaj ile yolluycaz, o titreşim zihnine aktarılacak, ve dolayısı ile iyileşme başlıycak.

    Demiştim, yine bizim ÇILGIN TÜRK diyeceksiniz diye. Ama ister inanın ister inan mayın, bunlar fantastik düzeyin az altında konuşulan şeyler.

    İmkansız değil, ama neden olmasın diye düşünülen, acabalar, falanca gelişmeler büyütülürse buna gider mi diye düşünülen şeyler.

    Lütfen hafife almayın bu yazdıklarımı.

    Mesela, Bir Risalei Nur cemaati, gece gündüz risale okurken, genç bir çocuğun Risalei Nuru yuttuğunu görünce şaşırıcaz..

    Hele şu velede bak, ben ömrümü verdim anlamaya, adam kapaya risalei nuru indirmiş.

    İşte asıl soru şu olucak.

    Kafaya indirince, ibadetimiz artıyor mu.

    Hafız da olsa insanın, alim de olsa insanın, neler neler yaptığını gördük dimi.

    Bize zulmedenler, Artin, Kirkor, Hans, Cony değildi.

    Ağzı dualı annelerden doğma, bildiğin hala kendileri ağzı dualı hatta bir kısmı yönüyle insanlardı.

    Hadis aklıma geliyor da,

    İnsanlar helak oldu, alimler müstesna, alimler helak oldu abidler müstesna, abidler helak oldu.. zahidler… vs vs vs deyip de İHLAS SAHİPLERİNE.. kadar geliyorya iş.

    İşte orada takılıyorm.

    İhlas..

    Yapsın da göreyim CHATGPT İhlas sahibi etmeyi.

    Bizim herif, yüzünü açmazken Kuranın kitabın, adam kafaya indirdi dünya kadar sohbeti, vaazı

    Şimdi gece hüngür hüngür ağlıyor..

    İşte bu da benim hayalim..

    Ama asıl soru da o zaman başlıyor.

    Bu imtihan sırrını bozmaz mı.

    İşte sanırım, insanlık oraya kadar gelecek ama kalacak.

    Şeytan kadar bilgili olucaz belki…

    Ama işte o ihlas..

    O kalbin halleri.

    Zümrüt tepeleri..

    Sanırım bu hep yarım kalacak..

    Hakikat erlerine de düşen görev, kafaya çip taktırıp, herşeyi kestirmeden öğrenip, o hali deneyimleyip, o hal üzerinden nasıl Cenabı Hakkı anlatabilirim olacak.

    Nefisle mücadele, internetteki kötülükle mücadeleye evrilecek.

    İçerikler üretilecek, bu gece herkesi aynı rüyaya çağırıyoruz deyip, rüya da grup halide aynı rüya da vaazlar , nasihatlar dinliycez belki.

    Çay da olur mu rüyada. neden olmasın.

    Bu en çok kadınların işine gelir tabi.

    Ama işte bir tartışma da bizde alır gider. Yahu evde yapmayla olur mu. İNSİBAĞ vardır diyeceğiz.

    vs vs..

    Şimdilik bu kadar..

    Asıl gelişmeyi mikrobiyoloji alanında bekleyin derim.

    Sarışın mavi gözlü olanlar mı dersiniz, gentransplantasyonuyla kuyruk çıkaran mı, solungaçlı insan mı..

    suyun içinde daha uzun duracak akciğer kapasitesi artırılmış gen aktarımı yapılmış insan mı..süper insan mı, cyborg insan mı..

    Şaka gibi..

    Ama bu da işin içinde, konuşuluyor mu konuşuluyor.

    Ama kahve köşesinde değil.

    Küçücükbir gelişme oluyor ve oradan evet belki … bunlar

    Şunu unutmayın ama…

    Paralel evren teorisi ilk ortaya atıldığında, bunu diyen adama gülünmüş, tefe konmuş.

    Şimdi herkes havasını ata ata filmini yapıyor.

    Demem o ki,

    Mucizelere inanan bizler, o tekvin kanunlarının işleyişini bulursak eğer, neden mücize vari şeylere ulaşmayalım.

    Buna sırt dönmek yerine, dünya nereye gidiyor ah vah demek yerine..
    bence asıl bunu düşünmeliyiz.

    Durduramayacağımız, ve pek de hoşumuza gitmeyecek bir ÇIĞ geliyor.

    İnanan insanlar, teknolojiye alışmadan ve ona hükmetmeyi öğrenmeden, sürekli, bu da nereden çıktı diyecekler sanırım.

    Bir dostum, umudumu güneş patlamasına bağladım diyor.

    Güneş, söyle bir hafta tüm teknolojik cihazlara parazit soksa, enterfere etse, iyonesferi darmaduman etse de,

    dolayısı ile bari birde o kanattan gelen tahribatla uğraşmasak diyor.

    Şaka gibi.

    Ama gerçek. duyucaz da. Bu da nereden çıktı diye.

    Yine futuristik filmlerde, tüm teknolojiyi yok etmiş, insanlara BİLİMİ, GELİŞMEYİ ENGELLEYEN toplumların resmedildiği, o ÜTOPYA/DİSTOPYA filmleri hayali kurucaz belki.

    Hürmetle..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin