Zor zamanlar, zor sorular

YORUM | VEYSEL AYHAN

Çocuk önce emekler. Sonra bir yere tutunur, ayakta durmaya çalışır, sonunda yardımsız olarak yürümeyi başarır. Yürüme, koşma böyle basit bir şeydir. Küçük yaşlarda düşe kalka öğrenilir. Sancılı olmaz.

Fikri olarak kalkmak, yürümek, dengeyi sağlamak, desteksiz hareket etmek ise küçük yaşlarda olmaz. Zaman ister. Fikri olarak olgunlaşmak için bazen otuz, bazen kırk, bazen elli yıl gerekebilir.

İnsanlar çoğu zaman tahkik edip araştırarak değil de taklidi olarak düşünürler, tercihler yaparlar. Akli değil de duygusal olarak yönelimlere girerler. Herhangi bir düşünceyi veya aksiyonu sever ve o sevgi üzerinden taklidi olarak o yola adım atarlar.

Yolu sevmiştir. Yoldaki rehberi sevmiştir. Gönül vermiştir. İçinde bulunduğu insanları sevmiştir. Kitle psikolojisinin etkisindedir.

Kabe’de tavaf sırasında ayakta durmak kolaydır. Kendinizi salsanız da düşmezsiniz. Kalabalıklar size destek olur. Kendi gücünüz yetmese de çevrenin desteğiyle ayakta durabilirsiniz. Önemli olan yalnız ayakta durabilmeyi başarmaktır. Destek ve payandalarla verilen görüntü yanıltıcı olur.

Ben bir masanın kanepenin üzerinde ayakta duruyorsam gerçek boyumu ölçemezsiniz. Masa altımdan çekildiğinde veya masa çöktüğünde gerçek boyum belli olur. Bir koltuğa dayanmışsam gerçek “büyüklüğümü” anlayamazsınız. Koltuk, altımdan alınınca gerçek “ben” ne isem o, ortaya çıkar.

KENDİ BOYUMUZU ÖLÇEBİLİR MİYİZ?

Bir bugday tanesi için güzel mevsimlerde başaklarda saf saf dizilmek, hep beraber meltemle salınmak kolaydır; ama vakti geldiğinde biçerdöverlere maruz kalmak, harman yerinde kürek yemek, savrulmak, rüzgara kapılmak ve bilmediği diyarlara bir tohum olarak bin bir takla yol alırken başı dönmemek, midesi bulanmamak, tepetakla olmamak mümkün değildir. Gerçek nitelik ve olgunluk harmandan sonra belli olur.

Kimse kendi boyunu kendisi ölçemez. İnsan çoğu zaman çevresindeki insanların bakışlarından, tavırlarından, övgülerinden çıkarım yapar. Çoğu zaman yanılır. Ancak iyi bir iç muhasebe yaparsa kendini tanır, “bilir”. Ama; insanın gerçek mahiyeti, kimliği, büyüklük veya küçüklüğü üniformalardan, dayanaklardan ve desteklerden sıyrıldığında ortaya çıkar.

İnancınız var. İtikadınız var. Hayat tarzınız var.

Bunun dayanağı yüzde yüz Allah’a olan imanınız mı?

Yoksa yüzde 40’ı kitle psikolojisi… yüzde 20’si yol rehberiniz… yüzde 10’u mürşidinize olan inanç ve itimadınız mı?

İşte bunlarla sınanmak işin en zoru.

Dolayısıyla her insan için iki ağır imtihan mukadder.

1-Bulunduğu makamı veya konumu kaybettiğinde istikametini sürdürecek mi?

Bu kaybediş imanını etkileyecek mi?

Bu ilk imtihanı hemen herkes yaşadı. Hala da yaşayanlar var.

Kim kazandı, kim kaybetti bilmiyoruz.

2-Sırtını dayadığı sütunları yitirdiğinde veya destek aldığı dayanakları kaybettiğinde veya onlardan şüpheye düştüğünde yine ayakta kalabilecek mi?

Fikri desteklerle, manevi dayanaklarla imtihan olma bir yana, bir de çoluk-çocuk, evlat kaybedildiğinde veya onlardan ayrı düşüldüğünde ayakta kalabilme, istikametini koruyabilme imtihanı.

Sürecin en son ve en zor sorusu bu. Sözün gelişi değil, hakkalyakin olarak “Dost istersen Allah yeter… düşman istersen nefsin yeter.” diyebilecek noktaya gelme. Veya gelemeyip savrulma.

Şimdilerde hemen hepimiz bu noktaya ulaşmak için “esbab eliyle” zorlanıyoruz.

Bu günlerin misyonu ve fonksiyonu bu.

EN AZ İLK SORU KADAR ZOR

Bu süreçte elmas diye tâcınıza taktığınız taş değirmen taşı çıkar şaşırırsınız.

Dev bir abidedir. Kabe’nin bir sütunu sanır, tazim edersiniz. Sonra kof bir mezar taşı olduğunu fark eder sarsılırsınız.

Hz. Musa’nın yılanları yutan asâsı sanırsınız. Hz. Süleyman’ın güvelerin yediği asâsı çıkar yıkılırsınız.

Acaba… demeye başlarsınız.

İnandığınız rehberleriniz hakkında atılan soru işaretleri ve iftiralar zihninizde iz bırakır üzülürsünüz.

Sırtını dayadığınız kitlenin nisbi olarak yenilgi yaşaması sizi sarsar.

“Hizmet” ten vefa beklersiniz ama şartlar değişmiştir, herkes kendi derdine düşmüştür. Vefa veya medet bulamayınca ürperirsiniz. “Koskoca Hizmet” dersiniz, “Falanlara niye sahip çıkılmıyor?” diye dertlenirsiniz. Bir şeyler yapmalarını bekledikleriniz sizi hayal kırıklığına uğratır, sarsılırsınız.

Alıştığınız kadir ve kıymeti bulamazsınız ümidiniz kırılır.

Yenilgileri sorgularsınız, yenilgiye sebep olanları düşünür çıldırırsınız.

Öfkelenirsiniz, kimi zaman bu öfke sizi kenara ve yalnızlığa savurur.

Peki bu psikolojik faktörlerin ve desteklerin ortadan kalkmasına veya “çöküşüne” rağmen ayakta nasıl durulur?

Bu zor imtihanda kalbimi Allah dışındaki her türlü vesile ve vasıtalardan sıyırmadığım sürece sarsılırım. İmtihanın asıl amacı da budur. Şirki bırakmak ve tam tevhide ulşamak. Sırtını sadece ve sadece Allah’a dayamak. İnsanları boş vermek. Yüzü gerçekten Allah’a dönmek.

Bunun da iki vesilesi var:

1-“Ünsiyet”i ve “zaten bunları biliyoruz”u bir kenara atıp Birinci Söz’le başlayıp tahkiki imanın yollarını aramak. Ruhun derece-i hayatına çıkma gayretine girmek. (Bkz: Nur’larla İlahi Dergâh’ın kapısında)

2-“Eğer Allah(’ın dinine) destek olursanız Allah da size yardım eder ve (O’nun uğrunda bastığınız her yerde) ayaklarınızı sağlam tutar, kaydırmaz.” (47/7) ayetindeki Allah’ın kefaletini yakalamak için bir “iş”in ucundan tutmak. Salih amellere yoğunlaşmak. Allah’ın inayetine dua olması için insanların yardımına koşmak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin