Zarrab neden Türkiye’nin musibeti?

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Abdülkadir Selvi her ne kadar yazısının başlığını ‘Zarrab Operasyonu’nun Bilinmeyenleri’ koymuş da olsa, Erdoğan rejiminin 17/25 Aralık sonrası kurduğu algı yönetimi paradigmasına tamamen aykırı şeyler söylüyor. Yolsuzluk soruşturması sürecinde ortaya çıkan dinlemelerin (tapelerin) otantik olduğunu, yani Erdoğan ve ekibinin iddia ettiği gibi kes-yapıştır şeklinde üretilmiş sahte tapeler olmadığını kabul ediyor. Dahası, ABD’nin Zarrab’ı 2007 tarihinden bu yana takibe aldığını, ABD istihbarat servislerinin de hem dinlemeler yaptığını, hem de (İran’a uygulanan ambargonun Zarrab ve Türk hükümeti işbirliği ile nasıl delindiğini tespit etme amaçlı olarak) bankacılık işlemlerini takibata aldığını söylüyor. Selvi’nin bunları söylemesi önemlidir. Adeta Erdoğan’ın rejimine bağ(ım)lı havuz artı sözde merkez medya balçığından yapılma testinin ilk ciddi çatlağıdır.

Elbette bunu Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’ın “Reza Zarrab davası Türkiye’ye dönük açık bir kumpastır. Siyasi bir davadır, hukuki dayanaktan yoksundur. 17/25 Aralık sürecinde FETÖ’nün başaramadığı hukuki darbe teşebbüsünün ABD yargısı eli ile tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Zarrab’ı Türkiye’ye karşı iftirada bulunmaya zorluyorlar” şeklinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına açıklama yapması da oldukça düşündürücüdür. Selvi yazısında Zarrab’ın ABD’ye bilerek, yani teslim olmak üzere gittiğini ima ediyor. Bu da Erdoğan rejiminin söylemine tümden ters bir söylem. Yani Bozdağ Zarrab’ın iftiraya zorlandığını söylüyor, ama Selvi Zarrab’ın bilerek ve isteyerek ABD’ye gittiğine yönelik ifadede bulunuyor. Hatta davanın kapsamının daha da genişleyeceğini, yeni bir iddianame yazılacağını iddia ediyor. Hemen ardından da Erdoğan’ın “burnumuza pis kokular geliyor” cümlesini ilave ederek, bu genişletilmiş davanın nereye uzanacağını yanlış anlaşılmayacak netlikle ortaya koyuyor.

Bir önceki yazımda Zarrab davasının basit bir adi suç davası olmadığını söylemiştim. İran’a uygulanan yaptırımların devlet eliyle delindiğini, üstelik Türkiye’nin bırakınız menfaatleri için olmayı, savunma ve güvenliğine onarılması çok zor bir gedik açtığını ifade etmiştim. Erdoğan ve çevresi, Zarrab-Zencani (yani İran) ile işbirliği yaparak, İran’a ambargo boyunca nükleer programına devam edebilmesi için gereksinim duyduğu finansal desteği sağladılar. Bunu sadece kendi şahsi menfaatleri için yaptılar. Yani kişisel maddi çıkarlarını, Türkiye’nin âli menfaatlerinin önüne kodular. 17/25 Aralık patlak verdiğinde ise, yine Yüce Divan’a gönderilmemek için bu soruşturmanın bir darbe girişimi olduğunu, amacının Erdoğan’ı devirmek olduğunu iddia ederek, hem tüm somut delilleri reddettiler, hem de yargıya siyasi müdahalede bulunarak bir sivil darbe yaptılar. Anayasanın temel taşı olan güçler ayrılığını sakatladılar. Türkiye’nin anayasal düzenine karşı cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir sivil darbe gerçekleştirdiler. Bunu başarmaları ancak Avrasyacı (Ergenekoncu) derin yapı ile mümkün olabilirdi. Bu sürecin hemen ardından Akdoğan’ın “milli orduya kumpas” açıklaması ve müteakiben de tüm Ergenekoncuların derhal hapisten çıkartılması gerçekleşti. Sonraki süreçte neler olduğunu önceki yazılarımda inceledim.

DAVA RESMİ OLARAK BİR HALKBANK DAVASI

Şimdi gelelim bu yazının ana konusuna. Bakın Selvi durumu kabullendi. Türkiye’de artık Zarrab davası manşetlerdedir. Dolar 20 Kasım 2017 itibarıyla 3,93’e yükselmiş, 3,90 kritik eşiğini uzun süredir test etmekteyken, bu eşiği artık barizce aşmıştır. Sabah sosyal medyada Halkbank’ın sermayesinin kurulacak yeni bir devlet bankasına nakledileceğine ilişkin haberler dolaşıyordu. Geçen hafta ABD’ye Zarrab ile alakalı olarak verilen diplomatik notalardan sonra, eğer bir de bu hamleyi yaparlarsa, Türkiye’nin önümüzdeki günlerde – 2018’i bulmaz – ABD tarafından haydut devlet ilan edilmesinin ve Erdoğan rejiminin illegal bir örgüt olarak algılanmasının önünü alamazlar.

Evet, ABD’deki Zarrab davası artık resmi olarak Halkbank davasıdır. Halkbank bir devlet kuruluşu, bir kamu bankasıdır. Aldığı kararlar sadece bankayı bağlamaz, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini bağlar. Normal şartlarda bir hükümet, başka bir ülkenin adalet sistemine gerek kalmadan, bir yolsuzluk tespit edilmesi halinde o yolsuzluğa bulaşmış kurumları ve görevlileri adalete teslim eder, o ülkenin yargısı da ülkenin kanunlarına göre bu işe bulaşanları yargılar. Ancak Türkiye’de bu yapılamadı. Yapılmaya başlandı, ancak bu kanunsuz işlere bulaşmış olan “birtakım güçlü kişiler” adalet mekanizmasının işlemesine engel oldu. Delilleri kararttılar, polis soruşturmasını, savcılık kovuşturmasını ve mahkeme sürecini siyasi güç kullanarak ve elbette anayasa ve yasalar dışına çıkarak engellediler. Öyle ki, bu süreci yürüten hâkimler, savcılar ve polis memurları önce işlerini kaybetti, sonra da özgürlüklerini. Ailelerine varıncaya kadar peşlerini bırakmadılar.

ABD’YE TAPELERİN MONTAJ OLDUĞUNU İSPAT EDİN

Ahmet Altan’ın dediği gibi, hukuka dönemezlerdi. Çünkü suça batmışlardı. Bu nedenle hem Bozdağ (yani hükümet kanadı) hem de Selvi (güdümlü medya kanadı) bu işin adalet ve suç boyutunu es geçerek, Zarrab davasının ABD’nin bir operasyonu olduğunu söylüyor. Bozdağ “Olmayan belgeler üzerinden, ellerinde (belge) varmış gibi yargılama yapıyorlar. Türkiye ile İran arasında ekonomik ilişkilerin tamamı Türkiye’nin ulusal hukukuna uygun olduğu gibi, bu konudaki uluslararası hukuka da uygundur” diyor. Öyleyse bu korkunun, bu paniğin nedeni nedir? Doğrusu, BM Güvenlik Konseyinin 1929 sayılı kararına aykırı işler yapmış olan Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun hareket ettiğini söylemek zor. Hükümet sözcüsüne kim akıl vermişse, işi bilmiyor. Belki de kimse akıl vermemiştir. Yakışıklı olduğu kadar zeki de olduğu bilinen hükümet sözcüsü belki de kendi kendisine çıkarsamalarda bulunuyordur. Eğer Bozdağ’ın söylediği dibi ABD yargısı Türkiye’ye “kumpas kurduysa”, hodri meydan, o delillerin karşısına siz de kendi karşı kanıtlarınızı koyun. Mesela tapelerin tahrif edilen kes-yapıştır kayıtlar olduğunu belirten bir rapor vardı, o raporu ABD’ye karşı kanıt olarak gösterebilirsiniz.

Bu arada önemli bir mantık hatası yapıyor Bozdağ, ama sanırım kendisi de farkında değil. Eğer tapeler ve kanıtlar sahteyse ve ABD size kumpas yapıyorsa, o zaman neden İran ile aranızdaki ilişkilerin Türk iç hukukuna uygun olduğunu söyleme gereğini hissettiniz? Öyle ya, eğer belgeler sahteyse, bu alengirli ilişkilerin hiç olmamış olması gerekirdi. O halde neden bizim hukukuz buna engel değil falan gibi bir savunma yapmaktasınız? Bu ne yaman bir çelişkidir, Sayın Bozdağ?

Bu arada Bozdağ cümleler arasında bir “FBI ajanının teyidi” meselesine değiniyor ki bu konuda kamuoyunun herhangi bir bilgisi yoktu. Şöyle diyor: “Bu davada kullandıkları veriler, sözde deliller, nasıl elde edildi? Nerede elde edildi? Kimden, nasıl elde ettiniz? Bunların aslı mı var, kopyası mı var? Bunların oluşturulması süreçlerinde katkınız var mı yok mu? Varsa elinizde ne var? Türkiye’deki belgelerle ilgili FBI (ABD federal polis teşkilatı) bunu neye göre teyit etti? Bir belge var da ona göre mi teyit etti? FBI ajanının teyidinin bir kıymeti var mı?”. Sorular, sorular. Evet, devletin tüm birimlerini sadece bir küçük iktidar oligarşisinin çıkarlarını korumaya sevk eden yolsuzluğa ve hukuksuzluğa batmış bir yönetimin çaresiz soruları bunlar. Sanırım bu soruları ABD’ye sormayacak kadar akıllılar. Bunların iç siyasette gaz almaya yönelik hamleler olduğunu ortalama zekâ seviyesinde olan her vatandaş anlıyor.

SELVİ’YE GÖRE DELİLLER SAĞLAM

Selvi’nin durumu Bozdağ’dan da beter durumda. Selvi Zarrab’ın ABD ambargosunu delen kişi olduğunu, hakkındaki delillerin sağlam olduğunu, Zarrab’ın ABD’ye isteyerek gidip teslim olduğunu söylüyor. İtirafçı olunca iddianamenin genişleyeceğini söylemesi, işin Erdoğan’a kadar uzanan boyutunun da farkında olduğunu gösteriyor. ABD istihbaratının Zarrab’ın para transferlerini tespit ettiğini, yani ortada somut kanıtlar olduğunu da söylüyor Selvi. Bu bağlamda şöyle yazıyor: “ABD, 2007 yılından bu yana Zarrab adını koyup, Türkiye’den birçok siyasi ve bürokratın nefes alışını dahi takip etmiş. Söz konusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olduğu durumlarda ise Alman istihbaratının da devrede olduğu anlaşılıyor. FETÖ-ABD-Almanya üçgeni”. Bahsedilen kontekstte “FETÖ” de nereden çıktı diye sormadan önce, insanın aklına şu geliyor. Selvi yapılanların yapıldığını kabul ediyor. Yani ABD yargısının yürüttüğü sürecin hukuksal bakımdan doğruluğunu sorgulamıyor. Sadece olaya iktidarı tehlikeye giren Erdoğan perspektifinden yaklaşıyor.

Yani Selvi zımnen ve kısmen de doğrudan, 17/25 Aralık soruşturmalarının gerçek bir suçu teşhis ettiğini kabul ediyor. Nasıl bir ahlak anlayışları varsa bunların, hala Erdoğan ve ekibi bu işi nasıl daha az badireyle atlatır hesapları yapıyor. Ya sizde hiç ahlak yok mu? Utanma yok mu? İnsani değerleriniz, sağduyunuz, doğru-yanlış skalanız, insanı insan yapan değerleriniz yok mu sizin! Bu davanın temel konusu ile bağlantılı olarak Türkiye’de 150 bin insan haksızca hapishaneye atılmış, aralarında hamile kadınlar, minik bebekler var, 50 binden fazla kamu görevlisi işinden olmuş, alnına vatan haini damgası vurularak yargısız infaza uğratılmış! Yüzlerce gazeteci içeride! Demirtaş ve Kürt milletvekilleri hapse tıkılmış, belediyelerine kayyumlar atanmış! İnsanların mülkiyet hakkına bile tecavüz edilmiş, mallarına mülklerine çöreklenilmiş. Onlarca üniversite, binlerce okul kapatılmış. Suçun şahsiliği bile bir kenara bırakılmış, Hammurabi kanunlarından bile geriye, 4000 yıl önceki hukuki standartların gerisine düşülmüş! Ve Selvi denilen adam Erdoğan ve rejiminin hasarını nasıl minimize ederim minvalinde yazıyor!

Çalıyor ama çalışıyor diyen bir halkın dibe vuran ahlakının ürettiği bir şeydir Zarrab ve kirli ilişkileri. İçi boşaltılmış ve ahlaktan arındırılmış bir din anlayışının neden olduğu dibe vuruştur. O dinin sahte halifesinin, sahte din damlarının eseridir. Kendine odaklanmak yerine başkalarının hayatına müdahil olan, şekilci bir ahlaki kontrol aracının deforme ettiği allak bullak olmuş bir değerler sisteminin sebep olduğu bir şeydir, burnunuza gelen bu rezil koku! Sadece vicdanı olanların Richter skalalarında tespit edilebilen büyük yıkıcı bir depremdir bu dava. Zarrab davası nedir biliyor musunuz? Türkiye’nin müstahak olduğu bir musibettir. Ve bir musibet bin nasihatten iyidir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. 17/25 Aralık aslinda turkiye icin , boyle kotu bir surecten cikman icin bir can simidiydi, fakat insanlar bunu goremedi ve inadina suclulari aklama ve bilhassa devletin basinda gormeyi secti, artik siyasiler ne yaparsa yapsin kaybedecekler ve bunun faturasini da milletce cekecegiz.

  2. 17/25 Aralık bir arınma kurnasıydı Türkiye için. Geçmiş iktidarlar döneminde yapılan bir sürü hataları ortadan kaldırıp,uluslararasında laik ve demokrat bir müslüman ülke olduğumuzu,suçlu kim olursa olsun mutlaka hukuksal olarak cezasının bulması gerekiyordu.

    Güç zehirlenmesi,hayatta bir daha böyle fırsatı sunamayacağı vehmine kapılan yobaz bir güruh tarafından feda edildi ve 90’lı yıllardan daha beter uygulamalarla kendimizi mahvetyik.Zamanında 3-5 cesaretli devlet ricali yapılanlara ses çıkarabilseydi eğer; şimdi gerçekten bir Osmanlı’nın devamı devlet olabilir,hakkı yerine getirmesi için elâlemden beklemezdik.!!!!!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin