Yazıyoruz, konuşuyoruz da ne oluyor?

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

Eli kalem tutan, ağzı kelam eden, ses veren sınırlı sayıda insanın aklına her daim geliyor bu soru: “Devlet imkanlarıyla bağıran iktidar medyası karşısında bizimkiler ne ifade ediyor? Kaç kişiye ulaşıyor? Toplumun ne kadarı duyuyor sesimizi?” 

Az sayıda gazeteci, yazar, akademisyen, sıkı sansüre muhatap Türk toplumuna sınırlı imkanlarla Türkçe bir şeyler üretiyor. Yurt içinde olup iktidarın söylemine aykırı yazmak veya konuşmak mangal gibi yürek istiyor. Zira kendinizi bir anda “terörist” olarak hapiste bulabilirsiniz. Gerçeği yazdığı, konuştuğu veya konuşma ihtimali olduğu için hapiste yığınla aydın var. Ahmet Altan susmayınca bir hafta sonra tekrar aldılar. 

Yurt dışında yaşayan bir avuç insan, kısıtlı imkanlarla konuşuyor, yazıyor ve toplumu gerçeklerle yüzleştirmeye çalışıyoruz. Ama yapılması gerekenle yapılanı, ulaşılması gerekenle ulaşılanı karşılaştırınca bazen umutsuzluğa kapılıyoruz. 82 milyon, her daim kirli bilgiye maruz. Bizler ise en fazla on binlere hitap edebiliyoruz. 

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⬇️

Bu toplum olayların aslını nasıl öğrenecek? 

İnternet sıkı denetim altında. Muhalif bütün basın-yayın organları kapatılmış. Ortada olanlar havuzlaştırılmış. Muhalif görünümlü bazı sol yayın organları ise AKP ile aynı ağza sahip. 

Televizyondan başka haber kaynağı olmayan, araştırma becerisi bulunmayan geniş kesim gerçeklere nasıl uyanacak?

Cezaevlerinde anaların, bebelerin olduğundan haberi olmayanlar var. Bazıları: “Allah Allah… o kadar eğitimli/başörtülü kadın mı var hapislerde?” diyor. Bazıları her gün aynı şeyleri duya duya yüzbinlerce insanın “terörist” olduğuna inandırılmış. “Yapmışlar bir şey ki devlet onları hapse atıyor!” diyorlar. Hapiste ilacı verilmediği için ölenleri, işkenceleri duymamışlar. Hırsızlık düzeninin derinliğinden, kamu kaynaklarını iç etmenin boyutlarından da haberleri yok. Kurulan “mafya düzeni” ancak kendisine dokunursa haberdar oluyor insanlar. Haberi olanlar da inanmamak için kendini ikna ediyor. “Bu kadar değildir, mübalağa ediyorsunuz” diyerek olaya naif yaklaşıyor. 

En yakınlarımızın duyarsızlığı bizi en çok vuruyor. İktidarı destekleyen ama sevdiğim arkadaşlarıma, akrabalarıma: “Büyük bir zulüm var. Birilerini sevmiyor, yolunu doğru bulmuyor olabilirsiniz. Ama yarın mazlumların hak talebiyle karşılaşmamak için en azından zalime destek olmayın, kalben meyletmeyin!” diyerek nezaketle uyarmaya çalıştım. Bazılarına saatlerce anlattım; tarafsız/nötr kalmaya bile ikna edemedim. Öyle olunca doğal olarak moralimiz bozuluyor. Bu toplum nasıl değişecek, bazı gerçekleri nasıl görecek diye üzülüyoruz. Emeklerin boşa gittiğini düşünüyoruz. 

İnsanoğlu sabırsız. Her çabasının karşılığı hemen görünsün istiyor. Ama sebepler dünyasında tohumu toprağa gömüyorsunuz, üzerinden mevsimlerin, soğukların geçmesi gerekiyor ki filiz başını çıkarsın. Yanması gerekiyor ki başak olgunlaşsın. Umutsuzluk psikolojisi içinde: “bir dane-i hakikat batmanlarla yalanı yakar, kül eder” gerçeğini göz ardı ediyoruz.

Şimdi her yer yalan, hakikatlere bırakılmıyor en küçük alan. Ama gerçek er geç ortaya çıkacak! Söylerimiz büyüyecek, büyüyecek ve tüm yalanları yutacak! Hz. Musa’nın asasının yalanları ve yılanları yutması gibi. 

Karanlık koyulaştıkça ışığa duyulan ihtiyaç artar. Zifiri karanlıkta bir ışık huzmesi, güneşe dair umutları yeşertir. Birileri bütün delikleri tıkasa, bütün gözlere mil çekse de ışık bir aralık bulur ve oradan ok gibi sızar; yalanların kalbini deler geçer. Gözleri, kulakları kapatılmış insanlar elbet bir gün karanlıktan bıkacak ve ışık arayacak. Aramaya başladılar bile…

Biz İbrahim’in ateşine su taşıyan serçe gibi işimizi yapacağız. Ama o bir damla su, gün gelecek devasa ateşleri söndürecek! Zira yalan serap gibidir, yanılsama geçince yok olur. Hakikatin gün geçtikçe büyüme, güçlenme gibi bir yanı vardır. Nice büyük insanın yazdıkları çok sonraları anlaşılmıştır. Hz. İsa’nın yaydığı ışık yıllarca bastırılmış ama sonra dünyayı ışıtmıştır. Mekke’de 12 yıl boyunca ezilen, yok edilmek istenen nur, Medine’de doğru ortamı, doğru insanları bulunca birden afakı sarmış, cihanı aydınlatmıştır. 

15 Temmuz sıradan bir vaka değil. Bir yalancı ışık kaynağı bir anda gözleri kör, kulakları sağır etti; zihinleri teslim aldı. Ama insanlar yavaş yavaş gözündeki milden kurtuluyor; kulaklarını açıyor. Toplum hakikati öğrenmeye artık daha duyarlı, yalanlara eskisi gibi itibar etmiyor. 15 Temmuz’u müteakip Turan Görüryılmaz’la Periscope’tan yayınlar yapıyorduk. O dönem yayın yapan çok azdı. Bizimkisi de oldukça amatördü. Ama şimdilerde amatör imkanlarla profesyonel yayınları yaya bırakan pek çok mecra, kanal oluştu. Yüzlerce YouTube kanalından yayınlar yapılıyor, onlarca e-gazete çıkıyor. Artık yalanların test edilebileceği haber kaynakları var. 

Her yazı, her yayın, her makale karanlığa bırakılmış ışık huzmesidir. Bize düşen o ışığı evrene salmak. Işık yolunu bulacak ve elbette birileri tarafından görülecektir. Görülme, anlaşılma biraz da zaman meselesi. Işık hızıyla seyahate rağmen hala ışığı bize ulaşmayan güneşlerin varlığından bahsediliyor. Üretilen her fikir, vakt-i merhununda yerini bulacak, elbette her ışık karanlığı delip gözlerle buluşacak! Önemli olan ışığın tarafında olmak. Karanlığa sövmeyi bırakıp bir ışık yakmak, bir mum tutuşturmak! Gerçeğin ortaya çıkması ve yaşaması için çaba sarf etmek! 

Yazanlar, konuşanlar olarak umut kırıklıkları yaşasak da bu dönemde yapılanların geleceği aydınlatmak, karanlıkla mücadele etmek adına çok önemli olduğunu düşünüyorum. 

Eline kalem alıp, kelam edip etrafını aydınlatan ışık süvarilerine tebrikler!

Karanlığın en koyu anında yüreğini, beynini ortaya koyup bir ışık yakanlara tebrikler! 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Gittikçe daha da dürüst olmayı öğreneceğiz. Başkalarını motive etmek için de olsa mübalağa yapmayacak, “mübalağanın zımni bir yalan” olduğunu bileceğiz. Kendimizi büyük görmeyecek, insanlardan bir insan olduğumuzu farkedeceğiz. Medya olarak onbinlere ulaşıyor olsak bile, -mesela bu makalenin- birkaçyüz kişi tarafından okunuyor olması da sıkmayacak canımızı. Şeffaf olunmalı derken, bu tip rakamları açıklamaktan da çekinmeyecegiz mesela… Çok defa “hep biz konuşalım”, “sadece biz konuşalım”, “hep bizi dinlesinler” diye düşündüğümüzün farkına varacağız. Okuyucularla iletişim kuramadığımızın farkına varacağız. Havuz medyasının okuyucusu o kadar tepki verirken, bizim yurtdışındaki okurlar bile, neden bir satır olsun tepkilerini dile getirmiyorlar diye kafa yoracağız. “Yapmadığınız seyleri neden söylüyorsunuz” sorusunun muhatabı olarak, okuduğumuz makalelerin altına birer cümle de olsa yorum bırakacağız mesela… “Her yazı, her yayın, her makale karanlığa bırakılmış ışık huzmesidir” demeyeceğiz, “her” yerine “bazılarının” ışığa güç verirken, bir kısmının da ışığa üfleyip söndürme gayreti içinde olabildiği gerçeği ve endişesini taşıyacağız. Yaptığı, yazdığı hataların farkına varıp özür dileyenleri af edip bağrımıza basarken, “ben artık uyandım; öyleyse herkes uyanmalı” diyerek egosunu temel kriter zannedenlerin, bir gün bu hatalarını da giderecekleri ümidini taşıyacağız…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin