Vatandaşı devletten kim koruyacak?

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

Van’da güvenlik güçlerinin, tarlada çalışan bir grup köylüyü helikopterle alıp götürdükten sonra helikopterden attığına dair haberler var. Medyaya düşen fotoğraflar fecaati ortaya koyuyor. Bu vakanın “yalan” olduğu iddialarını kabul etsek bile son yıllarda vatandaşın can ve mal emniyetini koruması gerekenler tarafından kaçırılan, öldürülen, işkenceye maruz bırakılan, malına mülküne çökülen, tecavüze uğrayan o kadar çok kimse var ki, bunun “örgüt propagandası” olması mevcut tabloyu değiştirmiyor.

Adına “güvenlik görevlisi” denen ve maaşını milletin ödediği vergilerden alan, silahlı unsurlar şu anda güvensizlik, korku, tedhiş üretiyor.

Devlet denilen yapının, örgütlenmenin neden oluştuğu, nasıl geliştiği, niçin var olduğu gibi sorulara odaklandığımızda karşımıza birkaç seçenek çıkar. Bazı siyaset bilimciler, tarihçiler devletin tapınaklar etrafında oluşan dini bürokrasiden doğduğunu, bazıları Mısır’daki sulama kanallarının organizasyonundan çıktığını ifade etse de en güçlü argüman devletin insanların güvenlik ihtiyacını karşılamak için doğduğu tezidir.

Toplayıcılıktan yerleşik hayata geçen insanoğlu gerek yabani hayvan saldırılarından korunmak, gerekse başka insan topluluklarının vereceği zararlardan emin olmak için kendilerine güvenli alanlar, kaleler oluşturmuşlardır. Bu alanların korunabilmesi için muhafızlardan, askerlerden oluşan güvenlik bürokrasisi doğmuş, bu da kompleks devletlere dönüşmüştür.

Ancak zaman içinde askerler, muhafızlar ve onları yönetenler bu gücü insanları korumaktan çok onları kontrol etme, korkutma yönünde kullanmaya başlamışlardır. İnsanlık tarihi, kuruluş maksadına yabancılaşan devletlerin yaptığı zulümlerle doludur. İnsanoğlu devletlerin kendi aralarındaki savaşlarından doğan zarardan çok daha büyüğünü varlık sebebi halkı korumak olan devletten, güvenlik birimlerinden görmüştür. Bunun için çok eskiye gitmeye gerek yok, 60-70 yıl öncesine bakmak yeterli. Hitler’in, Mussolini’nin, Stalin’in kendi vatandaşlarından ve masum sivillerden öldürdüğü insan sayısı İkinci Dünya Savaşında cephelerde ölenlerden çoktur. Keza dünyanın pek çok yerinde devletler farklı mazeretler üreterek kendi vatandaşını bizzat kendi güvenlik güçleri eliyle öldürmüştür, öldürmektedir. Pol Pot’un Kamboçya’da, Saddam’ın Irak’ta, Esed ailesinin Suriye’de öldürdüğü vatandaşların haddi hesabı yoktur.

Thomas Hobbes işte tam da bu nedenlerle devleti insanları yutan, zarar veren ve mutlaka kontrol edilmesi, sınırlandırılması gereken bir canavara (Leviathan) benzetir. İnsanlar devlete bir takım haklarını ve özgürlüklerini onların temel haklarını korumak üzere, bir sözleşmeyle bırakmışlardır. Ama otoriterleşme ve yozlaşma eğiliminde olan devlet bu hakları gasp etmiş ve vatandaşları ezmiş, zulmetmiştir. Bu nedenle liberal filozoflar devlete “zorunlu kötülük” olarak bakmışlardır. Özünde kötü olmakla ve kötülük yapmaya, zulmetmeye çok müsait olmakla birlikte bir mecburiyet görülmüştür. Liberal yaklaşıma göre “en iyi devlet en küçük devlettir”. Devlet ne kadar çok güce hükmeder, ne kadar büyük bürokrasiye, paraya hükmederse o kadar zararlıdır.  

Peki sıradan insanlar devlet denilen bu aygıtın zararından, baskısından kendisini nasıl koruyacak?

Devletin muazzam gücüyle insanlara zulmetmemesi için insanoğlu zaman içinde tecrübeye dayalı bazı yöntemler geliştirmiştir. Yasamanın, yürütmenin ve yargının (kuvvetler ayrılığı) birbirinden ayrı olması devlet zorbalığına karşı alınabilecek en önemli tedbirlerdendir.

– Devleti yönetenlerin o gücü uzun süre kullanarak gücün yozlaştırıcı etkisine girmemeleri için iktidar süresinin sınırlandırılması bunlardan bir tanesidir.

– Adalet dağıtacak yargıçların kral, kraliçe, cumhurbaşkanı, başbakan, adalet bakanı dahil kimsenin hiyerarşik astı, memuru olmaması, kimseden emir almaması, vicdanlarına ve yasalara göre karar vermesi bunlardan bir tanesidir.

Kamu kaynaklarını ve yetkilerini kullanan herkesin yaptıklarından dolayı sorumlu olması ve yapılan kamusal iş ve işlemlerin açık, şeffaf, hesap verilebilir olması bunlardan bir tanesidir.

– Medyanın, gazetecilerin bağımsız olması ve devlet erkini, kamu otoritesini kullananların kirlenmesi, yozlaşması, adaletten uzaklaşması ihtimali karşısında bunu ifşa etmesi, haberleştirmesi bunlardan bir tanesidir.

İktidar gücünü kullananların denetlenebilmesi için siyasi, sosyal muhalefetin olması ve yozlaşmaya, bozulmaya engel olmak için halkın yararına, insanların hakları için mücadele etmesi bunlardan bir tanesidir.

Rekabetçi, adil ve açık seçimlerin olması ve halkın devleti yönetenleri değiştirme imkanına sahip olması bunlardan bir tanesidir.

İnsanların, şirketlerin, sivil kurumların güçlü devlet karşısında korunabilmesi için kişilerin, liderin, kralın, reisin değil, hukukun üstün olması, işlerin yasalara ve hukukun üstünlüğü ilkesine göre yürütülmesi bunlardan bir tanesidir.

Devletin kendi kurumları arasındaki çatışmanın çözümü, özel ve tüzel kişilerin devlet karşısında haklarının korunması için anayasa yargısının, anayasa mahkemesinin olması, devlet erkini kullananların hak ve özgürlükler lehine dizginlemesi bunlardan bir tanesidir.

Bireyi devletten koruyacak yöntemleri detaylandırmak mümkün. Teoride yukarıda saydığımız unsurların pek çoğu Türkiye’de var, ama işlemiyor. Zira Türk toplumu bir yönüyle rızası ile bu ilkelerin hepsinin tahrip edilmesine göz yumdu. Devlet erkini kullananların milletin, bireylerin tepesine binip ejderha kesilmesine onay verdi. Devlet güçlü olursa, devlet başkanı dediği dedik biri olursa itibar kazanacağını, dünyada daha onurlu, daha etkili olacağını düşündü. Ama şu anda canavarlaşmış devletten ve onun memurlarından, silahlı unsurlarından AKP taraftarları dahil herkes zarar görüyor.

Öte yandan ana muhalefet lideri bunca zulmün, işkencenin ve hak ihlalinin olduğu ortamda kahvelerde kağıt oynanamaması problemine odaklanıyor. Adalet dağıtması gereken yargıçlar Saray’ın Sahibi ile çay topluyor, yüksek yargı kurumları açılışını Saray’da yapıyor, başkentin başsavcısı düğünü yapıyor, gelini de kapıp soluğu Saray’da alıyor. Kuvvetler ayrılığını koruması, temel hak ve özgürlüklerin bekçisi olması gereken Anayasa Mahkemesi başkanı “YÜRÜTME”’ önünde rükuya gidiyor. AYM, SS komutanı misyonu üstlenmiş içişleri bakanından kamuoyu önünde fırça yiyor ama kurumsal bir tepki bile veremiyor. Parlamento etkisizleştirilmesini, çalıştırılmamasını dert etmiyor. Medya her gün daha bir tek-renklileşiyor ve tekelleşiyor.

Bu noktadan tekrar demokrasiye dönüşün, insanları devletin zulmünden, dayağından korumanın yolu nedir?

Cevap basit. Devletin canavarlaşmasına, bireylerin haklarını yutmasına ve insanlar üzerinde terör estirmesine engel olacak yukarıdaki tedbirleri, yöntemleri tekrar ve tek tek devreye sokmak!

Ejderhanın ateşinde yanmak istemiyorsanız onu kontrol edeceksiniz. Başka yolu yok!

Bunu dışardan gelen birileri yapmaz, yapamaz. Ancak Türk toplumu yapabilir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Thomas Hobbes yazdığı “Leviathan” kitâbında zannımca muhâlif halkların çatışmalarının ve hâl-i tabiat’ın (state of nature) ancak içtimâi ahdin kuvvetli ve mutlak bir hâkime verilerek çözüleceğinden bahsediyor. Yâni mahallî cemaat ya da halkların istiklâlini kuvvetli bir devletin ittihâz etmesini tavsiye ediyor. Meselâ ben irâdî bir müslümân olarak doğduğum toprağın hâkimi olduğunu savunan bir devletin kânununu neden kabul etmek ve hatta rey kullanıp meşruiyetini ikrâr etmeğe mecbûr olayım ki? Serbestiyetçilik fikri (liberalism) akvâmı sâdece fesâda götürür Mahmud Bey, zirâ bunlar hep ahlaktan berî ve sâdece umumun heveslerine hitâb eden işler. Siz ve müntesîbi olduğunuz hareket aslında çok samîmî insanlar barındırıyor fakat belki müslümânlar olarak ulaşmak istediğiniz hedefe gitmek için hüsn-ü niyet ile yanlış yol seçiyorsunuz. Hedefe götürmez. Selâmu Aleykum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin