Ütopya ile distopya arasında

ANALİZ | KEMAL AY

İnternet ve özellikle de sosyal medya sıradan vatandaşların siyaset, toplum ve dünya hakkındaki görüşlerini daha sık dile getirmesine sebep oldu. Bu, kaçışı olmayan bir süreç. İnsanlığı daha ileriye ya da daha geriye götürüp götürmeyeceğini henüz bilemiyoruz. Ancak şu sıralar karışık mesajlar var ortada.

Bazıları bunun demokratik katılımın güçleneceğini ve böylece toplumsal refahın artabileceğini umuyor. Bu bir umut. Geçmişin tecrübelerine dayanıyor. Birey bazında bilinçlenme yaşandığı, geçmişe göre daha fazla sayıda insanın temel insanî haklara ve farklılıklara karşı duyarlı olduğu gibi çıkarımlar var. Bazıları ise tam tersine bunun toplumları kutuplaştırdığını ve çeşitli dozlardaki çatışma ihtimallerini arttırdığını düşünüyor. İnternet sebebiyle insanların yaşanan olaylara tepki verme refleksi neredeyse felç olmuş durumda. Eskiden savaşların ya da korkunç faciaların televizyonlarda yayınlanmasının insanlardaki şefkat ve merhamet gibi duyguları öldürdüğü iddia edilirdi. Her şeyin ‘yapay’ gelmeye başladığı yıllardı. İnternet, bu konuda çok daha mahir. Sadece yapaylık hissi yaşatmıyor, daha da feci bir şekilde manipüle edebiliyor. Aynı gelişmeleri takip eden vatandaşlar, iki farklı gerçeklikte yaşayabiliyor. Her ikisi de aynı enformasyon araçlarına sahip üstelik.

OBAMA’NIN İYİMSERLİĞİ

Eski ABD Başkanı Barack Obama, Beyaz Saray’a gelen stajyer gençlere şöyle bir konuşma yapmış vakti zamanında: ‘Eğer insanlık tarihinin hangi döneminde yaşayacağınızı seçebilseydiniz – hangi cinsiyet ya da ırka, hangi milliyet ya da cinsel yönelime sahip olursanız olun – şimdiyi seçerdiniz. Nostaljide bir cazibe var fakat gerçek şu ki dünya daha zengin, daha sağlıklı, daha iyi eğitimli, daha az şiddet içeren, daha hoşgörülü, sosyal açıdan daha bilinçli ve zayıflara karşı hiç olmadığı kadar dikkatli bir yer.’

Ardından kendi gençliğinden, 1970’lerden bazı örnekler vermiş. ABD’nin Vietnam’da on binlerce askerini kaybettiği (bu arada çok daha fazla Vietnamlı insanın öldüğü), Vietnam’dan geri dönebilen askerlerin de ciddi psikolojik sorunlarla uğraştığı ve Kamboçya’da 2 milyon insanın kıyıma maruz kaldığı (Suriye’nin dört katı) yılları hatırlatmış. Bazılarını da ben ekleyeyim: 1970’lerde dünyada ırkçılık hâlâ çok ‘makul’ görünen bir şeydi. Kadınlar bugünkü kadar haklara sahip değildi. Dünyanın çeşitli yerlerinde radikal sol gruplar terör eylemleri yapıyordu. Şu anki teknolojiler sayesinde bir hayli ucuzlayan ve genele yayılabilen imkânlar, o dönemlerde sadece bazı ayrıcalıklı insanlara mahsustu.

AMA DİJİTAL ÇAĞ FARKLI

Yine aynı röportajda Times muhabiri Obama’ya bugüne kadarki Amerikan başkanları içerisinde en fazla ‘zamanın ruhuna uygun’ kişi olduğu nitelemesi yaptığında Başkan Obama şu cevabı veriyor: ‘Hatırlamanız gereken bir şey var ki, ben muhtemelen tarihte en çok kayda alınan, kameraya çekilen ve fotoğraflanan insanım. Çünkü dijital çağa denk gelen ilk başkanım.’

Bir başka deyişle geçmişe ve zamanımıza bakışımızı değiştiren şey aslında bugünde olan bir teknolojik ‘atılım’ (breakthrough). Sanayi Devrimi’ni yaşamış 19. yüzyıl insanlarının kendilerini adeta ‘Mitolojik Tanrılar’ gibi görmelerinin bir sebebi vardı. Tarihin akışı değişmişti ve bunu hissedebiliyorlardı. Bu onlara büyük bir özgüven ve güç vermişti. Benzer bir hissiyatı Ay’a yolculuk sırasında gözlemlemek de mümkün. İnsanlığın Ay’a ayak basması, önce Amerikan halkı olmak üzere bütün dünyada değişikliklere sebep olmuştu. İnternetin hayatımıza girişini ‘tek bir zaman dilimine’ indirgemek mümkün değil belki ama şu anda yaşadığımız bu teknolojik ‘atılım’ daha öncekilerden çok daha büyük etkilere sahip. Bu kez uzaklarda olup biten bir doğa olayını seyredip ondan ilham alan bireyler değiliz. Şimdi teknoloji her birimizi tek tek dönüştürüyor. Twitter, Facebook, Whatsapp, Snapchat ve elimizden hiç düşürmediğimiz akıllı telefonumuz bizi, bilmediğimiz bir noktaya götürüyor.

Tıpkı Obama’nın dediği gibi, ‘dijital çağ’ algılarımızı değiştiriyor. Suriye iç savaşının Kamboçya’daki trajediden daha çok gündemimizi meşgul etmesi muhtemelen bu. İnternette daha sık gördüğümüz mesajlara ilgi duymamız ve böylece kendimize bir ‘baloncuk’ (‘bubble’) inşa edip orada yaşamaya başlamamız, bunun ilk eldeki örneklerinden. Eski Başkan’ın dediği gibi aslında ‘daha iyi bir dünyada’ yaşıyoruz ancak bu dünyaya tepki verme ölçütlerimiz geçmişe kıyasla bir hayli değişmiş durumda. İki insan birbiriyle hiç gerçek hayatta karşılaşmadan, sadece internette tanışıp sonra birbiriyle kavga edip yine internette sonsuza kadar birbirine düşman olabiliyor. Artık boşanan çiftlerin sadece mahkemeden karar çıkartması ve evlerini ayırması yeterli olmuyor. Facebook’tan, Instagram’dan fotoğraflar siliniyor, hesaplar yenileniyor, Whatsapp mesajları yok ediliyor vs. ‘Gerçek’ dediğimiz hayatın paralelinde bir hayat daha yaşıyoruz kısaca.

SANAL DÜNYA DAHA GERÇEK OLABİLİR

Sanal hayata ‘gerçek’ demesek de, etkileri bir hayli gerçek. Tıpkı vücutta mutluluğa sebep olan hormonları arttırmak suretiyle mutluluğun da ‘psikolojik etkenlere bağlı olmaksızın’ arttırılabileceği gerçeği gibi. Hatta sanal hayat bize sürekli olarak duygulanım imkânı verdiği için belki de geçmişte hiç olmadığı sıklıkta duygu değişimleri yaşıyoruz. Bir tweet görüp üzülüyoruz, bir Instagram fotoğrafı görüp seviniyoruz, bir gazete haberine rastlayıp öfkeleniyoruz ya da birinin yorumuna bakıp hemen sinirli bir cevap yazıyoruz. Telefonumuz bize kocaman bir dünya açıyor ve bu dünyada gerçektekinden ‘farklı’ şekilde var olmaya devam ediyoruz. Belki evimizde yatağa uzanmış keyif yaparken, dünyanın herhangi bir yerindeki bir trajedi hakkında ‘üzgün’ olduğumuzu belirten bir paylaşım yapıyoruz mesela.

‘PASİF OKURLUK’ ARTIK İMKÂNSIZ

Obama’nın pozitif vizyonunun yanına bu negatif gelişmeyi eklersek, nasıl bir dünya karşımıza çıkıyor peki? Yani aslında yazının başında verdiğim her iki senaryo da doğru. İnternet eliyle çok güzel işler de yapılıyor. ‘Aleti’ nasıl kullanırsak, ona göre netice alıyoruz. Gelgelelim, az evvel bahsettiğim bu ‘duygulanımlar’ meselesi, biz sıradan insanları manipülasyona bir hayli açık hâle getiriyor. Geleneksel medyaya dair korkulan ne varsa, artık çok daha gerçekçi şekilde karşımızda duruyor. ‘Alternatif’ dediğimiz şeyler sadece resmi söylemi bozuma uğratmakla kalmıyor, kendine farklı ‘alternatif resmi söylemler’ inşa ediyor. Bunun en bariz örneği Wikileaks. Amerikan siyasetini ‘deşifre’ etmekle başlayan yolculuğunda şu sıralar Rusya’yla ilişkileri konuşuluyor. Bir başka türlü ‘manipülasyon aracı’ olduğu yönünde eleştiriler geliyor.

Bütün bu karmaşada, ‘tertemiz’ bir medya alanı ya da bütün dış etkilerden bağımsız ‘objektif’ bir yorum elde etmek neredeyse imkânsız. Zira artık tek bir kişinin dünyaya bakıp da onu ‘anlaması’ diye bir şey söz konusu değil. Hikâye tek bir anlatıcının tekeline alamayacağı kadar büyük. Bu sebeple artık insanlara sadece ‘olanları’ vermek yetmiyor, ‘olanları’ geniş bir tarihsel perspektife oturtmak, çeşitli sosyal etkenleri bir arada düşünebilmek, çok kültürlü ve çok boyutlu okumalar yapabilmek gerekiyor. Bunun için de kolektif yöntemler benimsemeye, çeşitli araştırma metotları keşfetmeye ve her şeyden çok ‘tüketicilerin’ de aktifleşmesine ihtiyaç var. Geleneksel medyanın ‘zararlarına’ karşılık ‘aktif okurluk’ diye bir kavram üretilmişti. Şimdi bunu gerçekleştirmenin zamanı. Hatta biraz aciliyeti bile var!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin