Türkiye ekonomi politiğinin eleştirisi

Analiz | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Ekonomi ve siyaset birbirini kesintisiz olarak karşılıklı etkileyen iki toplumsal dinamiktir. Siyasal ayağının politik sistemle doğrudan ilişkisi vardır. Ekonomide gözlemlenen davranışlar siyasi ve toplumsal davranışları ve odluları etkilerken, siyasi ve toplumsal davranışlar ve olgular da ekonomiyi etkilemektedir. Bu karşılıklı etkileşimin incelenmesi, ekonomi politik dediğimiz sahanın konu alanına giriyor. Ekonomi ve siyaset arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisini görmezden gelen her tür politik veya ekonomik analiz eksik kalır.

Özellikle siyasi kararların ekonomik gelişme dinamiklerine etki etme potansiyeli çok büyüktür. Siyasal karar alma mekanizmalarının öngörülebilir olmasına paralel olarak, ekonominin de gelişme dinamikleri ve istikameti öngörülebilir. Bu nedenle ülkelerin siyasal sistemlerinin istikrar içerisinde “işlemeye” devam etmesi hayati önemdedir. Doğal olarak bazı rejimler istikrarı sağlamaya diğerlerinden daha eğilimlidir. Hesap verebilirlik ve hukuksallık oranı arttıkça, makro ekonomik dengelerin devamı, istikrarın ve büyümenin sürdürülebilirliği, istihdam artışının ve satın alma gücünün dengeli ve kontrollü olarak büyümesi gibi gelişmelerde olumlu bir tablo ortaya çıkar. Hesap verilebilirlik ve hukuksallık konusunda aksamaların görülmesi, sistemi şeffaflıktan uzaklaştırır ve belirsizlikleri arttırır. Yatırımcılar belirsizlikleri ve kalın sis perdelerini sevmez. Sizin de yatırım amaçlı elinizde yüksek bir likidite olsa, sanırım temkinli hareket eder, kılı kırk yarar ve en güvenilir piyasa ve sektörlere paranızı yatırırdınız. Hiçbir insan, birikimini yitirmek istemez çünkü. Bireylerin amacı, kazanımlarını maksimize etmek, kayıp olasılıklarını minimum seviyeye çekmektir. Uluslararası yatırımcıların eylemlerine şekil veren, işte bu dinamiktir.

“Milli sermaye” denilen şey bir illüzyondur

Küreselleşen dünyada, ekonomi en fazla bütünleşme ve işbirliğinin yaşandığı sahadır. Ülkelerin piyasaları kadar küresel piyasalar da yatırımcılar bakımından önem arz ediyor. Açıkçası “milli sermaye” denilen şey bir illüzyondur. Sermayenin hedefi büyümektir. Milli nedenlerle küçülmeyi uzun vadede sindirmek, sermayenin davranış doğasına aykırıdır. Bu nedenle sermaye, ülkelerin siyasetine doğrudan etki eden birincil bir faktördür. İster ulusal isterse uluslararası sermaye olsun fark etmez; sermayenin amacı öngörülebilir yerlerde varlığını garanti altına almak, dahası genişlemektir. Küresel piyasaların bütünleşerek dünya piyasasını oluşturmuş bulunduğu 21. yüzyılda uluslararası para hareketleri kısa, orta ve uzun vadeli beklentilerine uygun yer değiştirme hareketlerinde bulunur. Ülkeler, sermayeyi kendilerine çekmek için gayret sarf eder. Nedir bu gayretin kapsamı? Özetle vergi düzenlemelerinden mülkiyet haklarına, işsizlik ve büyüme gibi verilerden para politikalarına kadar onlarca ekonomik faktörün istikrarlı ve öngörülebilir şekilde akış halinde olduğu devletler, küresel sermaye hareketlerini ve yatırımları kendilerine yönlendirerek, ekonomik istikrar, büyüme ve katma değer sağlamaktadır. Paranızı bir yere yatırırken, o yerin “sağlam” olması, paranızın riske girmemesi, en temel çıkarınızdır.

Türkiye’de bugün yukarıda işaret edilen koşullar konusunda ciddi yapısal sıkıntılar var. Dış ticaret açığı 55 milyar dolar gibi astronomik rakamlarda, kamu sektörünün (devletin) dış borcu ise 453 milyar dolar. Bir yıllık dış finansman gereksinimi 240 milyar dolar. Yani çarkın çevrilebilmesi için, 2019 yılına kadar bu meblağın dış borcumuzun olduğu kanallara ödenmesi gerekmekte. Son bir yıl içerisinde Türk lirası dolar karşısında yüzde yirminin üzerinde değer kaybetmiş durumda. Bu oran an itibarıyla sürekli ve istikrarlı bir şekilde büyüyor. Doların lira karşısındaki her bir kuruşluk değer artışı, Türkiye’nin dış borcunu arttırıyor. Kısacası Türk ekonomisi eriyor; hem de çok düşündürücü bir ivmeyle. Mayıs 2018 dış borç geri ödemelerinin lira üzerindeki bakıyı arttırdığı, ekonomi çevrelerinde hızlı değer kaybının önemli nedenlerinden biri olarak öne çıkartılıyor. Diğer yandan Merkez Bankası’nın likidite sorunları nedeniyle siyasi baskılarla karşılıksız banknot sürümü politikası da yangına dökülen benzin gibi, piyasaları tarumar etti. Ekonomi diğer sosyal alanlara benzemiyor. İdeoloji, din, parti aidiyeti, mahalle, etnik köken falan tanımayan bir alan. Dolayısıyla sofrada azalan ekmeğin veya bankada eriyen birikimlerin, satın alma gücü düşen maaşların, kaybedilen müşterilerini patlayan kredi kartlarının vs. etkisi, siyasi nutuklarla bastırılması güç bir sele dönüşmekte. Dedim ya, ekonomi son derece objektif dürtüler temelinde yürüyen bir saha. Kim parasını kaybetmek ister? Dolarda her bir kuruşluk değer artışı, Türkiye’ye 4 milyar liralık ek dış borç yükü getiriyor. Sadece dünkü yükseliş trendi (an itibarıyla dolar 4,85) 120 milyar liralık ek borç külfeti getirdi. Doların 4 lira bandından bugünkü 4,85’lik banda oturması bile, yaklaşık 300 milyar dolarlık ek borç meydana getirdi. Bu ek parayı gözümüzde daha iyi canlandırmamız için somutlaştıralım: bu miktarla 20 adet 3. Boğaz Köprüsü yapılabiliyor! Borç artarken, bunu nasıl olsa devletin borcu diye gören ve kendisinin (hatta torunlarının) uğrayacağı kayıpları görmeyen vatandaşların, halen durumun vahametinin farkında olmamaları, Türk toplumuna yerleştirilen “elit alerjisinin” ne gibi vahim sonuçları olduğuna dair iyi bir örnek. Çünkü ekonomi yönetiminde artık bu işin kuram ve uygulamasını bilen, rasyonel akıl ile ekonomiyi yöneten bir uzamanlar topluluğunun olmaması, sorunların temel nedeni olarak ön plana çıkıyor.

Ekonomi yönetiminde haddi hesabı olmayan bir öngörülemezlik var

Gelin bu konuyu açalım. Yukarıda işaret ettiğim istikrar ve öngörülebilirlik, arz ettiğim üzere devleti yöneten siyasi karar alıcıların aldıkları kararlarla doğrudan bağlantılı. Dahası, mevcut siyasi sistemin ana taşıyıcısı olan anayasa ve onun üzerine inşa edilen devlet mimarisinin sürdürülmesi, elbette bahsedilen istikrar ve öngörülebilirliğin olmazsa olmazı. Daha açık bir ifadeyle, siyasetin ekonomi yönetiminin rasyonel akıl temelinde yapılması, güçler ayrılığı (yargının ve meclis denetiminin sağladığı bir özellik) ilkesinin şeffaflık ve hesap verebilirlik iklimini sağlaması, mülkiyet ve sermayenin devlet tarafından hassasiyetle korunması gibi faktörler, ekonominin istikrarı bakımından hayati önemde. Bütçe denetiminden faiz oranlarına, fiskal politikalardan borç yönetimine, yatırımların rasyonel yapılmasından ekonomi yönetimindeki özerkliğin sağlanmasına kadar birçok sahada sadece fire vermekle kalmayan, tümüyle ortadan kalkan bir yapıyla karşı karşıya Türkiye! Yargı bağımsızlığının sonlandırılması (17 Aralık süreci sonrası) ve 15 Temmuz sonrasında fiili rejim uygulamasına geçilmesiyle, bahsettiğim yargı denetimi ve meclis denetimi (denge ve fren mekanizmaları) ortadan kaldırıldı. Dahası, fiili rejimin bakanlar kurulunu cumhurbaşkanlığı makamının emrine sokmasıyla beraber, ekonomi yönetiminin uzmanlık sahasına denk gelen görece özerkliği de tümüyle yok oldu. Üstüne üstlük, (fara kaldırılmış olan) anayasaca öngörülen Merkez Bankası’nın para politikalarındaki özerkliği de sonlandırıldı. Faiz oranlarının siyasi karar alma merkezi tarafından tekeline alınmasıyla, döviz hareketlerine müdahale etme olanağı da böylelikle ortadan kaldırılmış oldu. Dolayısıyla ekonomi yönetiminde Türkiye’deki anayasal düzenin ve demokratik geleneklerin ortadan kalkmasıyla beraber, haddi hesabı olmayan bir öngörülemezlik ortamı yerleşti.

Dahası da var tabii. Özel mülkiyet hakkına müdahaleler, siyaset alanında onlarca milletvekilinin hapse atılması, basın özgürlüğünün ortadan kaldırılması ve yüzlerce gazetecinin keyfi ve temelsiz suçlamalarla zindanlara düşmesi gibi vahim bir insan hakları karnesi de, bu tehlikeli sis bulutunun yıkıcı etkisini arttırdı. 150 binden fazla kamu çalışanının uyduruk ve hukuken yok hükmünde olan keyfi KHK’larla atılması, 60 bine yakın insanın kurgusal temellerle, hukuken gülünç suçlamalarla hapsedilmesi, Türkiye’nin bir tür Ortadoğu açık hava hapishanesine dönüştürülmesi, ekonominin üzerindeki baskıları arttırdı. Bu koşullarda bırakın uluslararası sermayenin Türkiye’ye güvenerek yatırım yapmasını, yerli sermayenin bile Türkiye’de kalmasını beklemek akla-mantığa uygun olur mu?

Ne zavallı bir durum!

Merkez Bankası’nın döviz rezervleri 30 milyar doların biraz üzerinde. Oysa bir yıl içinde 240 milyar dolarlık borç geri ödemesi yapılmak zorunda. Dolar frenlenemediğinden, bu rakam muhtemelen ödeme vadesi gelene dek katlanacak! Bu nedenle Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman Türk ekonomisini “serbest düşüşte” olan bir ekonomi olarak betimledi. Diğer bir uluslararası üne sahip ekonomist olan Russell Naiper de Türkiye’nin en geç önümüzdeki seçimleri müteakiben borcunu ödeyemeyecek duruma düşeceğini söyledi. Uluslararası finans çevreleri Türkiye’den yabancı sermaye çıkışı değil, kaçışı olduğunu yazıyor. Rejim yönetimi ise benzin fiyatlarındaki vergiyi düşürerek seçimlere kadar bu korkunç batışın seçmenin cebine fazlaca yansıtılmamasına çabalıyor. Ne zavallı bir durum! Buna karşın, örtülü ödenekten “Türkiye’nin reisi” hesap-kitap olmadan seçim yatırımları yapıyor, esasında Başbakan’ın uhdesinde olan örtülü ödeneği hukuksuzca kendisine bağlamanın sağladığı bu fiili durumdan siyasi yarar elde etme peşinde. Yine yolsuzluğa batmış bir tür zift medyasını ödeyen mekanizma ile kitleler olan bitenin “uluslararası finans lobisinin” veya “dış güçlerin” bir tür “operasyonu” olduğuna şartlandırılıyor. Reis’in damadı Berat Efendi, “ekonomiye açık bir operasyon” olduğundan bahsediyor. Hiç kimse de, madem açık bir operasyon var, izah et, deşifre et, kim operasyonu yapıyorsa bunu engelle, demiyor. Dolardaki yükselişin dış güçlerin işi olduğuna inananların ülkesinde ekonomi yönetiminin rasyonelleştirilmesini düşünmek, sanırım çok ütopik olmalı. Acaba AKP ekonomi kadrosunun – Mehmet Şimşek de dâhil! – komple oyun dışına çıkartılmasının bununla bir ilgisi olabilir mi?

Evet, ekonomi ve siyaset karşılıklı olarak birbirini etkileyen iki dinamik! Siyasetin bir ülkenin ekonomisini nasıl çöküşe sürüklediğini pratikte görerek bu teoriyi test etmek varmış bahtında Türkiye toplumunun, her ne kadar bu durumun farkında olmasalar da! Sanırım gelişi siyasi-ideolojik tercihlere dayananların gidişinin ekonomik tercihlere dayanacağını da göreceğiz pratikte. Sonuçta ekonomik realite Sovyet imparatorluğu da dâhil, birçok yönetimin çökmesine sebep oldu. Zira ekonomik realiteyi hapse atarak onun söylediği doğruları gizlemek, sistem ne kadar faşizan olursa olsun mümkün değil!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin