Toplum seyisliği

Analiz | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Yalan ve manipülasyon olmadan Türkiye’deki durumun devamı mümkün değil. Uluslararası alanda eşi benzeri görülmemiş baskılara, çifte standart ve operasyonlara maruz kalan mağdur ama başı dik bir Türkiye imajı yaratmak için görevlendirilmiş bir ekip var. Mizanseni onlar yazıyor, başrolde Recep Tayyip Erdoğan Oscar’lık bir performansla bunu kitlelere aktarıyor. Kimi zaman gözyaşı, kimi zaman intikam yeminleri, kimi zaman tehditler veya bağırış-çağırışlarla, verilen rolü başarıyla oynuyor. Sahnelenen oyunun ana kurgusu, “gerçeklik yaratmak” olarak özetlenebilir. Var olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek, bu illüzyonun püf noktası. Ne diyor diktatör, gelin bakalım: “… Bölgemiz ile birlikte ülkemizi de kendi senaryolarına göre biçimlendirmeye çalışanların karşısına kendi irademizle (ve) kendi hedeflerimizle çıkma kararını verdiğimiz andan itibaren zorlu bir mücadelenin içine düştük. Ülke ve millet olarak tercihimizden asla pişman değiliz. (…) Her tercih gibi bunun da elbet bir bedeli var. (…) Bu bedeli kimi zaman işte son günlerde olduğu gibi ekonomik faturalarla ödüyoruz”.

Buna Türkiye’de siyaset deniyor. Ortadoğu’da çok yaygın olarak bu tür manipülatif manevralara “ilm-i siyaset” denir. İslam medeniyeti, siyaseti bir tür manipülatif illüzyonistlik olarak görüyor. Etimolojik köken olarak antik Yunan uygarlığının ürünü olan polis (şehir) kavramına dayanan politika kavramının karşılığı olarak, Türkiye’de Arapça siyaset kavramı kullanılıyor. Arapça bu kavram köken olarak seyislikle, yani at kontrolü veya ata hâkim olma olgularıyla bağlantılı. Polis’ten gelen politika bir karşılıklı etkileşim içerirken, Arapçadan gelme siyaset bir üst varlığın (ata binen seyisin) bir alt varlığa (hayvan olan ata) binerek onu kullanması, kendi yararına ondan istifade etmesi, yararlanması bağlamında olması bakımından önemli bir farklılık arz ediyor. Batı’da yerleşik politika kavramı daima birbiriyle karşılıklı ilişki ve etkileşimde olan öğelerin kurallandırılmış bir sahada beraber var olması ve ortak geleceğe ilişkin karar süreçlerinde rol oynaması olgusunu içerirken, Ortadoğu’da ve İslam kültürünün etkisinde olan bölgelerde siyaset kavramı daima yöneten ve yönetilen, ezen ve ezilen, kullanan ve kullanılan ilişkileri ile ilgili, bu nedenle de içinde ciddi bir manipülasyon ve kontrol mekanizması bulundurmak durumunda. İşte Türkiye’de yerleşik “ilm-i siyaset” anlayışında işin “püf noktası”, manipülasyon, başka bir değişle hileli yönlendirme.

Tıpkı çamurlu bir tarlada yürürken paçalarınıza bulaşan çamur gibi…

İslam kültüründe iktidarda kalmak için hile yapmak kabul edilebilir bir olgu olarak dikkat çekiyor. Dinin bu amaç uğruna kullanılması son derece kabul edilebilir bir olgu olarak göze çarpıyor. Ahlaki standartların son derece göreceli olduğu bir alandan bahsediyoruz. Rüşvetin, kötü yönetimin, yalanın, şantajın, ahlaksız ittifakların, bencilliğin, hırsızlığın, haksızlık ve zulmün normalleştirildiği bir sahadan söz ediyoruz. Siyaset Ortadoğu’da ve İslam’ın hâkim kültür olduğu diğer coğrafyalarda budur. Ulvi ve kutsal değerlerin amacı meşrulaştırmakta kullanılmasının sıradan bir olay olarak kabul edildiği “toplum seyisliği”, insanı ve insana ilişkin tüm hassas şeyleri “hayvana indirgeyerek” onu yöneten ve kendi menfaatine yönlendiren bir mekanizmadır siyaset. Bu nedenle de siyasete girmek, “siyasete bulaşmaktır” bu kültürel ortamda. Tıpkı çamurlu bir tarlada yürürken paçalarınıza bulaşan çamur gibi, polis’e (kent veya devlet yönetimine) ilişkin sahada faaliyet gösteren bireyler de siyasete bulaşırlar. İstenmeyen, hoş olmayan, akan ve bulaşan bir şey gibidir siyaset – bu nedenle politika ile teknik olarak eşanlamlı olarak kabul edilmesine karşın, politika kavramından farklıdır. Bir nevi kuralsız, ahlaksızlaştırılmış veya etik normlardan ayıklanmış bir nevi anarşik sahadır. Bu sahada kazanmak için her şey mubah kabul edilmektedir. Bu sahada etkin olan şahıslar ve kurumların yazılı olmayan manifestolarında, şahsi fayda elde etmek önemli, hatta başat amaçlardan biridir. Dahası, bu sahada rakipleri ortadan kaldırmak, adil bir yarışta rakipleri yenmekten çok daha fazla kabul görmektedir. Adil bir yarış değil, adi bir yarıştır siyaset, politikanın aksine. Antik Yunan’da kente ilişkin uygar ve uzlaşmacı bir etkileşim varken, İslami toplum seyisliğinde ikna değil zorlama, güç birliği (işbirliği) değil denetim ve kontrol, konsensüs değil sindirme ve tasfiye söz konusudur. Yasaların güçlülerin gücünü sınırlamasından ziyade, güçlülerin manipülatif kontrollerini artırmasına yönelik bir genel geçer yönelim mevcuttur. İşte böyle bir ortam vardır Türkiye’de bugün – bu manada Türkiye evet, özüne geri dönmekte, ait olduğu kültürel kökene eskisine göre çok daha uygun davranmaktadır. Amaç için her şeyin mubah olduğu kurallandırılmamış saha vardır. Avcı ile av ilişkisi! Bu nedenle Türkiye’de “bal tutan parmağını yalar” – siyasette ilkeler değil menfaatler vardır, yasaların görevi yasakları belirlemektir, özgürlükleri değil. Bir de güce tapınma, büyük olanı, güçlü olanı övme ve ona öykünme vardır. İktidar ve güç eş anlamlıdır, ama iktidar her zaman toplum seyisliği boyutunu vurgular. Güçten daha güçlü olan şeydir iktidar. Liderler gücü arttırarak mutlak iktidara sahip olmak ister. Liderleri lider kılan, birbirinden farklı güç odaklarının üzerlerinde anlaştıkları uzlaştırıcı ve birleştirici güç unsuru olmaktan çok, birbirinden farklı güç odaklarını yok eden, onları asimile eden ve kendine dönüştüren, dönüşmek istemeyenleri yok eden bir mekanizmayı işletmesi, devreye sokmasıdır ki bu böyle toplumlarda genelde çok normal kabul edilir. Tasfiye edilenlerin de bildikleri tek metot rakiplerin tasfiyesi olduğundan, tasfiye edilenler tasfiye edildikleri esnada uğradığı haksızlık ve hukuksuzlukların giderilmesiyle alakadar olmazlar. Farklı olanın tasfiye edilmesi, ona yaşam şansı tanınmaması üzerinde büyük bir uzlaşı vardır. Belki de bu tür toplumların üzerinde uzlaştıkları tek şey de budur.

“Siz tabi daha iyi bilirsiniz…”

Bu ortamda, liderler çocuklarını eğiten bir baba gibi hareket eder. Sevgisiz, dengesiz bir baba. Uyarmaktan çok bağıran çağıran, yeri gelince şiddet kullanan, kompleksli ve sevgisiz, despotik bir varlık. Her şeyi daha iyi bilen (!) bir güç figürü. Dalkavuk danışmanların her cümlelerine “siz tabi daha iyi bilirsiniz ama…” diye başladıkları bir saray, o sarayda geceler gündüzlere akarken, bir sonraki günün manipülasyonunun planlandığı toplantılar!

Dış ve iç düşman algıları oluşturmak ve bunları toplum seyisliğinin âli menfaati uğruna dayatmak, iktidarın ana dayanağıdır. Eşitler arası ilişkiler yerine, bazılarının diğerlerinden “daha eşit” olduğu (!) bir sistemde, (otoritesini kabullenen) herkese rızkını veren bir tanrısal mutlak lider figürü üzerinden rant dağıtımı üzerine inşa edilen domino taşlarından bir kale, bir çıkarlar zinciri, bir tür parazitler koalisyonu – kanlı-canlı bir kafayı emen bitler gibi, toplumun iliğini kemiğini kurutan! İşte bu ortamda, kurbanların acılarını ve ıstıraplarını kabul etmelerini sağlayacak “ulvi bir direniş hikâyesi”, bir tür “kahramanlık manzumesi”, bir çeşit “fedakârlık edebiyatı”, ölümü kutsayan bir “şehitlik miti” kurgulamak ve gelen büyük dip dalganın yıkımını halka kabullendirmek, toplum seyisliği tekniği bakımından olmazsa olmazdır.

Patolojik ruh hali

Ekonomik savaş verildiğine ikna edilen halk, ekonomik savaştaki kaçınılmaz acılarının ve hatta yok oluşlarının “gazilik” ve “şehitliğine” ikna edilirken, dürüstçe olanı söyleyen ve uyaranlar “vatan hainliği” ve “mankurtlukla” itham edilerek toplum dışına itilir. Talan böylelikle mukaddesleştirilerek kabul edilebilirliği sağlanır, bir ulvi amaç için kendisini feda eden bireyler, yüzyüze kaldıkları yıkıma razı olur, ahlaksızlık ve üçkâğıtçılığın neden olduğu her şeyin “uluslararası finans çevreleri”, “Amerika”, “Batı”, “Yahudiler”, “faiz lobisi”, “gâvurlar ve kefereler”, “Ermeniler ve Rumlar”, “Geziciler”, her hatanın müsebbibi “paralel devletçi ‘FETÖ’” ve diğer tüm iç ve dış düşmanlar tarafından yapıldığı kabullendirilir. Bu savaş kaybedecek, ama kazanan yine lider ve yakın çevresi olacaktır! Olsun! Direnen ve dik duran bu halk, fakirlik fukaralık da olsa, bir “Kurtuluş Savaşı mücadelesi” daha verecek (!), 1071’den 2023’e uzanan bir tarihsel düzlemde, şizofren aklın ürettiği ütopyanın salt hayallerde olduğunu, esasında bunun bir distopya olduğunu ekmek alamadığı ana dek anlayamayacaktır. Ortalama 65-70 yıl yaşanan bu dünyada, esas olanın onuruyla var olarak, çocuklarının daha iyi bir geleceğe sahip olması için çabalaması olduğunu hiç kavramadan yaşamaya devam edecektir. Biricik çocuğunu “Erdoğan için feda olsun!” diyecek kadar sadece gözünü değil, dimağ ve aklını da karartmış bu patolojik ruh hali, bu habis toplumsal buhran, bu izansız kafa karışıklığı, Ortadoğu ve İslam’ın başat olduğu coğrafyalarda haksızlıkların, hukuksuzlukların, zulmün, acıların, ekonomik sorunların, kültür çürümesi ve sosyo-moleküler seviyelerdeki erime ve yok oluşun ana sebebidir.

Bir an evvel toplum seyisliğinden politikaya geçmek gerekiyor. Şart olan ne? Ne yapmalı? Zaman yitirmeden esas değerin insan ve insanı yaşatmak üzerine kurgulandığı yeni bir toplumsal anlayışa evrilmek, daha fazla eşitlik, hukuk, ekmek ve mutluluk üreten bir sistemi talep etmek, var olan bu sirke ve şarlatanlarına razı olmamak, “küçük oyunculuğu” terk ederek, sizin için uygun görülen figüranlığı elinizin tersiyle iterek, çevrenize gerçeği deklare etmeye başlamak! Size “ilm-i siyaset” olarak dayatılanın reddi! Ve esas sırrı her gün, bıkmadan usanmadan tekrarlamak: “sistemi ayakta tutan biziz!”.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Islam peygamberi tarafından “aldatan bizden degildir” tanımıyla ozetlenen muslumanlıgın ve islamin “ussul ve esası sıdk ( gerceklik) ve dogruluk ” prensibi oldugundan yukarıda bahsettiginiz siyaset tarzı hic bir sekilde islami olamaz. Bilakis gayri islami olur. Bu ancak islamiyete ragmen muslumanın dinini bilmemesinden istifade ile muslumanın sırtına binmek isteyen aldatıcıların işi olabilir.
    Bu yuzden musluman dunya icindeki aldatıcılara yalancılıgından dolayı islam peygamberi tarafından sufyan denilmistir. Bu yazıdaki content i dogru ama tanımınızı (islami siyaset) yanlış buluyorum. Fakat yazı ve konusunu bir o kadarda cok isabetli ve faydalı buluyorum. Bu yazıdaki tanım muslumanın genelde ne sekilde aldatıldıgına manifesto olabilir.

  2. Sizin gibi kavramlarin onemini bilen birisi nasil bu sekilde cok buyuk hata yapabilir anlamis degilim.
    `İslam kültüründe iktidarda kalmak için hile yapmak kabul edilebilir bir olgu olarak dikkat çekiyor.` cumlesindeki Islam kulturu kavrami cok yanlis. Islamci kultur veya dinci kultur deseniz bir derece gercege yakin olabilir ama Islam Kulturu demeniz cok ciddi bir yanlis olmus. Tipki kullandiginiz Islamofasist kavrami gibi.
    Eger Islam Kulturu bu derece yanlis bir seyi iceriyorsa Islamin kendisinde problem oldugu sonucu cikmaz mi?
    Kullandiginiz kavram haricindeki diger yazilanlara katiliyor ve yararli buluyorum ama ne olur artik yanlis anlamlar cagristiran bu tur hatalar yapmayiniz ve mumkunse duzeltme yayinlayiniz. Yoksa vebali var…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin