Tarihsel figür olarak Atatürk

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Mustafa Kemal Atatürk gerek Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da başlayan işgale direniş hareketindeki örgütleyici rolü, gerek Bağımsızlık Savaşı komutasındaki rolü, gerekse de 1923 ve sonrasındaki yeni devlet kuruluşundaki oynadığı birincil rol bakımından, tartışmasız olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli tarihsel figürüdür.

Mustafa Kemal Atatürk'ün İlk Askeri Görev Yeri Neresidir? - En Son Haberler  - Milliyet

Dahası Atatürk aynı zamanda gerçekleştirdiği devrimlerle de kendisine ayrıca önem atfedilmesi gereken bir devrimcidir. Bu özellikleriyle Atatürk, elbette ki devlet protokolüyle anılmayı ve saygıyı hak ediyor. Ancak bu özelliklerinin dışında, Atatürk aynı zamanda birçok yanlış politikanın da mimarı ve siyasal karar alıcısıdır. Yeni devletin ırksal-etnik bir topluluk olarak algılanan Türk milleti kimliği üzerine inşası, diğer etnisitelerin bu ulus konsepti içinde asimilasyona uğratılmak istenmesi, Türk-üstünlükçü bir doktrinsel tarih tezinin resmi tarih tezi olarak kabul edilmesi gibi devletin kuruluş felsefesine ilişkin birçok sorunlu alan, Atatürk’ün politik tercihleriyle doğrudan alakalıdır. 1920’lerin başında, 1910’larda İttihatçılar tarafından tasarlanan ve yürütülen etnik temizlikçi, homojenleştirici politikalardan kendisini soyutlayamamış olması, bilakis bu politikaların devamı denebilecek politikalara kapıyı aralayan tartışmalı kararların altında imzasının olması kayda değerdir. 

Bu siyasal kararların sonucunda Anadolu’da Ermenilerden sonra Rumların ve Süryanilerin de etnik temizliğe uğraması ve Anadolu’yu terke zorlanmaları, ciddi hatalardır. 1930’ların sonunda Zaza Alevilere karşı Dersim’de gerçekleştirilen katliam ve zorunlu göç, yine Atatürk döneminin korkunç siyasi tercihleri arasındadır. Buna İstiklal Mahkemeleri gibi özel mahkemeleri ve sonuçlarını eklemek gerekir. Ayrıca ofansif laiklik konsepti çerçevesinde din özgürlüğünün ve inanç ifadesi hakkının oldukça kısıtlanması, yanlışlar arasında sayılmalıdır.

Atatürk, hem olumlu hem de olumsuz siyasi kararlara imza attı. Kadın hakları ve eşitliklere ilişkin düşünceleri, çok partili demokrasiye geçmeye çalışması, eğitim seferberliği, modern üniversitelerin kuruluşu, metrik sisteme geçiş, seküler devlet konseptinin tercihi – yukarıdaki eleştirel değerlendirmem baki kalmak üzere – son derece olumlu adımlardır. Bunlar ayrıca Osmanlı döneminde başlayan reformların da doğal uzantılarıdır, devamıdır. Vatandaşlık esası dışında ırksal-etnik Türk-üstünlükçü, asimilasyoncu politikalar, devleti kutsayıcı, merkezi (üniter) devlet mimarisi, döneminde oluşmaya başlayan lider kültüne müdahale etmemesi, Ermeni soykırımını ret, siyasi takibatlar ve baskı ortamı gibi Türkiye devletinin geleceğine genetik seviyede etkide bulunan tercihler son derece olumsuz adımlardır.

File:Atatürk Haziran 1938'de Savarona Yatı'nda.jpg - Wikimedia Commons

Tüm bunlar, herhangi başka bir ülkenin herhangi bir kurucusunda görülebilecek özellikler. ABD’nin kurucularının bir bölümünün de köleleri vardı, örneğin. Bu o devlet adamlarına yaklaşımda sadece onların köle sahibi olmalarına odaklanmayı gerektirmiyor. Modern tarih yazımında, özellikle de okul müfredatlarına alınacak tarihi olaylar ve olgularda, genel ve ana hatlarıyla olumlu yönleri alma, olumsuz yönleri akademik tartışmalara bırakma eğilimi söz konusu. Burada önemli olan püf noktası, sürekli demokrasisini geliştiren ve hukuk devleti olmayı başarmış bir devlet olmak. ABD’de ve Kanada’da devlet kuruluşu esnasında ve sonrasında, örneğin Kuzey Amerika yerlilerine ilişkin yürütülen politikalar, eleştiriliyor. Bu politikaların yapılmasında rol oynamış olan siyasi karar alıcılar da elbette sorumlu ve bu tarih kitaplarında yer almakta. Fakat ilerleyen ve kendi kendisini tamir eden, giderek gelişen demokratik hukuk devletlerinde bazı siyasetçilerin üzerine düşen gölge de çok belirleyici olmuyor. Bir “ya – ya da” türü seçim yapmak zorunlu olmaması iyidir. Fakat Türkiye’de bu yapılamıyor, yapılamaz da. Bunun yapılabilmesi için, Türkiye devletinin demokratikleşmesi ve olgunlaşması lazımdır.

Oysa Türkiye’de tam tersi bir tablo var. Her şeyden önce Atatürk, olduğundan çok daha fazla tek adamlaştırılmış durumdadır. Çünkü Atatürk’ün sadece heykelleri ve büstleri yapılmakla kalmadı, aynı zamanda Atatürk de taşlaştırılmış, betonlaştırılmış bir lider olarak tarih kitaplarına sokuldu. Bu anıtlaştırılan ve ideolojik endoktrinasyon enstrümanı olarak kullanılan Atatürk, tartışmaya açık ve sadece önemli bir devlet adamı olmakla sınırlı bir çerçevede ele alınabilecek tarihi bir kişilik değil. Bunun çok daha ötesinde, ilahlaştırılan, tartışmaya kapatılan, tabulaştırılmış, neredeyse kutsiyet atfedilen, mitleştirilmiş, dokunulmaz bir lider. Bunun üzerine inşa edilen bir kült var. Bu külte yönelik her tür eleştiri büyük bir ihanet olarak algılanıyor. Bu saydığım özellikler, ideolojik anlamda Kemalizm’i adeta dine dönüştürmekte. Kemalizm’in özellikle Atatürk üzerinden elde ettiği güç, sadece CHP gibi Kemalist bir partinin tabanını oldukça aşan, toplumun birçok diğer segmentine sirayet eden bir niteliktedir. Bu büyük güç demektir.

Getting to know real Mustafa Kemal | Ahval

Bu betonlaştırılmış ve mitleştirilmiş tanrısallık, Atatürk’ü bir ideolojik enstrümana indirgiyor ve onu bir halk kahramanı olmaktan, bir tür devlete eklemlenmiş meşruiyet zeminine dönüştürüyor. Atatürk hatalardan münezzeh bir mitolojik figür olarak anlaşılırsa, onun yaptıkları ve haliyle Türkiye’deki birçok konsolide olmuş bulunan hatalı şey de betonlaşıyor ve dokunulmaz kılınıyor. Bu Atatürk’ü giderek eskiyen ve çağdaş olma özelliğini yitiren bir konuma geriletirken, Cumhuriyetin de dönüşümüne ciddi bir engel oluşturuyor.

Oysa her şey çok farklı olabilir. Atatürk’ün devletin kurucusu ve ona etki eden en önemli şahsiyetlerden biri olması, bunun yanında hatalarının da özgürce ele alınabilmesi, Türkiye’yi rahatlatmaya katkıda bulunabilir. Atatürk’ün oluşan kutuplardan birinin dayanak noktası olarak sunulması, en çok tarihsel figür olarak Atatürk’e zarar verir. Onu bir tür Castro’ya, Tito’ya ya da Franco’ya indirger. Bu ideolojik betonlaştırma, onun “Cumhuriyet’i biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz” düsturuna da taban tabana zıttır.

Adem-i merkeziyetçi, federal, demokratik, anayasal bir liberal demokrasi olabilirse eğer, Türkiye’de Atatürk her zaman saygı duyulacak, tarihin bir döneminde önemli roller oynamış, reformcu bir kurucu baba olarak kendine tarih kitaplarında mutlaka yer bulacaktır. Bu onun tarihsel hatalarını eleştirmemize de asla engel olmayacaktır. İdeolojiden arındırılmış Mustafa Kemal Atatürk, insan olmaktan gelen tüm üstün vasıfları ve kusurlarıyla, tarihin kendisi hakkında nihai hüküm vereceği bir lider olacaktır. Kurduğu cumhuriyetin demokratikleşmesi, insan haklarına saygılı olması, kapsayıcı bir civic kimliği tercih etmesi esas hedef olmalı. Türkiye’nin kapsayıcı ve hümanist bir devlete dönüşmesi, Kürtlere ve tüm diğer etnik gruplara haklarını teslim etmesi, hukukun üstünlüğünün, gücü sınırlanmış iktidarın, temel hak ve özgürlüklerin yerleşmesi, Atatürk’e bunlara giden yoldaki katkıları kadar saygınlık kazandıracaktır. Yaptığı yanlış tercihler ve hatalar ise özgürce tartışılacaktır. Mitleştirilmekten kurtulan tarihi figür Atatürk, resmi bir ideolojiye gerek duyulmayan demokratik hukuk devletinde, tarihte alması gereken yeri alacak, yapamadıkları veya yanlışlarıyla da, yeni yapılanların ve gelecekte yapılacakların değerini anlamamıza katkıda bulunacak bir ölçü olacaktır. Şüphesiz ki Türkiye projesi ne kadar demokratikleşirse, eşitlik sağlarsa, hukuka dayanırsa, Atatürk’ün tarihsel rolü o kadar olumlu olarak ön plana çıkar.

An Atatürk biography without a bibliography | Daily Sabah

Maalesef bu seviyeye çok yakın değiliz. Bugün Türkiye bir yarı-diktatörlüktür. Otoriter rejimle ister istemez Atatürk’ün attığı temeller arasında korelasyon kuruluyor. Ötekileştirilen grupların tamamı, Atatürk’ün ve onun ideolojik devletini uğradıkları zulümlerden kısmen sorumlu tutuyor. Toplumların ve devletlerin olgunlaşması, tarihten neleri öğrenebildiklerine de bağlı kısmen. Türkiye, Atatürk konusunda bu olgunlaşmadan maalesef çok uzak!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

10 YORUMLAR

  1. Mehmet Efe bey,
    bir okuyucunuz olarak son zamanlarda yazılarınıza fazla yorum yapmaya başladım, kusura bakmayın. Ama bu yazınızı da okuyucunca yine bir şeyleri söyleme ihtiyacı hissettim. Eğer bir okuyucu olarak fazla yorum yapmaya başladığım düşünülürse editör arkadaşlar bu yorumu yayınlamayabilir, bu benim için sorun olmaz.
    Gelelim mevzuya. Atatürk´ün iyi işler yaptığını, yanlışları da olduğunu ve sonradan tabulaştırılmasının ve adeta ilahlaştırılmasının yanlış olduğunu yazıyorsunuz. Kabul. Örneğin dini yaşama kısıtlama getirdiğini ifade ediyorsunuz. Ben sadece bu kısım ile ilgili bir şey söylemek istiyorum.
    Bilirsiniz, “Kıza bırakırsan ya davulcuya, ya zurnacıya varır” diye bir söz vardır. Nasıl ki Sovyetleri Birliği gibi sanayisi çok gelişmemiş ülkeleri liderileri zorla sanayileştirme atılımına soktu ise Atatürk de kültürel olarak problemleri olan bir ülkeyi ileri bir seviyeye çıkarmaya çalıştı ve bu yolda baskı uyguladı kanısındayım.
    Atatürk bunu yapmasaydı alternatifi ne olabilirdi? Kıza bıraksan ya davulcuya ya da zurnacıya varacağı gibi eğer Türkiye´de iş cemaat ve dini çevrelere bırakılsa acaba bunlar ülkeyi nereye götürmek isterdi? Bunların ülkeyi götüreceği yer Afganistan veya İran tarzı bir dini-baskıcı rejim olmaz mıydı? Bu çevler güçler ayrılığını ister miydi? Basın özgürlüğünü ister miydi? Okullarda mesela evrim teorisini okutur muydu? Yoksa inancımıza ters diye müfredattan çıkarmaz mıydı?
    Peki, her şeyi din inancımıza göre düzenlediğimizde bu işler gayri resmi de olsa her şeye ilahiyatçıların, fıkıhçıların, Hayrettin Karaman gibilerin karar verdiği bir düzene gitmez miydi? Eğer her şeyin çözümünü dinde arayacaksak Osmanlı neden yıkıldı ki?
    Eğer ben yanlış düşünüyorsam, dini çevreler mükemmel bir düzen kuracak idilerse bugün neden hala 21. yüzyılda bu çevrelerde bu bahsettiğim hassasiyetler yok? Neden bu çevreler mesela Taliban´ın icraatlarını eleştiremiyor? Bu aslında Taliba´in dine aykırı davranmadığını, kendilerinin de benzer şekilde düşündüğünden olabilir mi? Neden hala bu çevreler Erdoğan gibi birinin zulüm ve baskı düzenine destek veriyor?
    Ben Atatürk hayranı değilim. Ama dini çevrelerin öteden beri Atatürk ve devrimleri ile ilgili söyledikleri de artık bana ikna edici gelmiyor.

    • Ata İyi ki toplum mühendisliği yapmış demiyorum ama yapmasa da cemaatlere kalırdı diyorsunuz özetle. Kalmazdı efendim, bir toplum istemediği sürece kimseye kalmaz. Osmanlı şeriat idi Tc demokrasi diye bişey de yok, Osmanlı dinci-ümmetçi de değildi. Fatih’ten beri modernleşen, aklı-adaleti öne çıkaran bir imparatorluk oldu. 600 yüzyıl dinle ayakta kalmaz bir devlet. 2.mahmuttan sonra demokrasisi de hızla gelişmeye başladı, Atatürk cumhuriyet yerine meşruti monarşiyi güçlendirse bu kadar darbe-çete de görmez idik. Hep cemaat tarikat nazara veriliyor, ya Genç Osmandan beri devam eden, itc ile kök salan çeteler-darbeciler? Atatürk buna çare bulsaydı diyecem de kendi de parçası. Cumhuriyetler ırkçılıktan, darbeden, çeteden, kutuplaşmadan, popülizmden kurtulamıyor. Rte de Demirel de, Evren de cumhuriyetin sonucu. Atatürke de kızmıyorum, eğitim aldığı Fransız üniter, cumhuriyet, hukuk sistemini bire bir uygulamış. Keşke askeri zamanında İngiltere’ye gönderseymişiz…

  2. Aynı şeyleri düşünüyordum. Günümüzün diktatörünü eliştiriyoruz ama Atatürk de kendi zamanının diktatörü idi. Ama şimdi iki diktatörü karşılaştırıp zulmüne tanık olmadıkları için onu yüceleştiriyorlar. Bunu siyasal islamcıların yaptıklarından sonra travma geçiren dindarlar da yapıyor. Yahu adam kendine karşı çıkan herkesi daraağacında sallandırmış, suçu şapka yasağına karşı çıkmak bile olsa. Dediğiniz gibi Atatürk’ü hatalarıyla sevaplarıyla rahatça konuşamazsak Türkiye bir bu tarafa bir o tarafa savrulup duracak maalesef.

  3. Devrimciler genelde önceden kendilerini belli ederler. Fikirleri, faaliyetleri ile kendilerini gösterirler. Atatürkün devrimci yönü mesela bağımsızlık savaşı esnasında biliniyor mu? Mesela anadoluya gönderilirken devrimci olduğu biliniyormuydu yada devrim fikirleri varmıydı? Kurtuluş savaşında bir devlet kurmanın hayalini kuruyormuydu. Bu devleti nasıl kuracağına ilişkin fikirleri yani cumhuriyeti kuracağı hakkında ne zamandan itibaren düşünmeye başladı? Cumhuriyet rejimi kurmayı hayal ettiğinde, devlet kurmanın peşinden devrimler yapacağını da planlamış mı? Bu fikirler atatürkün kafasında şekillenirken kendi kendine mi oldu yoksa etkilendiği birileri varmıydı? Mesela türk tipi tek tip kimlikleştirme zaten ittihatçılardan beri var. İttihatçılar bu fikirlerini atatürke dayattılar mı, ikna mı ettiler, yoksa atatürkte ittihatçılar gibi mi düşünüyordu? En çok merak ettiğim kurtuluş savaşını kazanacağından eminmiydi, cumhuriyeti ne zaman planladı? Mesela cephede yunanlar kaçarken mi planladı yoksa çok önceleri cumhuriyetçiler diye bir akım mı vardı. Yani kafasındaki devlet kurmak, sonra bu devlette devrim yapmak gibi devasa projeler ve fikirler nasıl, ne zaman, nerede şekillendi. Etkilendiği akımlar nelerdi? Vahdettin onu anadoluya gönderirken onun bu cumhuriyetçi ve devrimci yönünü biliyormuydu? Bu yönlerini bağımsızlık savaşında da barındırıyormuydu?
    Bu sorulardan amaç atatürkü tanımak ve ne olup bittiğini anlamaya çalışmak. Bu kadar büyük bir lider için bu sorular çok basit kalmaktadır. Atatürkçülerin bu sorulara zevkle cevap vermesi gerekir. Ama sanki atatürk diye birisi yokmuş gibi kimse bu soruları merak etmiyor. Halbuki atatürkü farklı kılan zaten bu sorulardır. Bu sorulara verilecek cevap atatürkü büyük yapacak. Hem bağımsızlık savaşçısı, hem devlet kuran, hem devrimci biri. Dünyada benzeri yoktur. Mesela atatürk şöyle mi düşünüyordu; “eğer yunanı yenersek yeni bir devlet kuracağım, eğer yenilirsek yok olacağız.” Vahdettin onu anadoluya müfettiş olarak gönderirken, yolda devlet kurmanın hayalini kuruyormuydu. Yoksa sadece bağımsızlık savaşı liderliğini almayı mı düşünüyordu. Liderliği ona verdiler, o almadı. Sonra yunanı yenecek gibi olunca mı “ben devlet kurarım” mı dedi. Devrimci yönü zaten varmıydı yani geçmişte bu yönde faaliyetleri oldu mu, yoksa devleti kurunca o devrimleri yapma ihtiyacı o zaman mı ortaya çıktı? Bunları sormak normal bir aklın gereğidir. İnsanlar bunları sormasın diye ezberci bir eğitim sistemi ve dayakçı bir eğitim sistemi geliştirdiler. Bu eğitim sistemini oluşturanlar kendilerini atatürk arkasına saklanarak gizlemektedir. O yüzden atatürk kutsallaştırılıyor ki soru sormaya kimse cesaret etmesin. Zaten soru sorunca hemen damgalanıyorsun. “Yoksa sen atatürk düşmanımısın?” diye. Halbuki normalleşebilsek bunlar hayatın olağan akışıdır. Bilimsel düşünce bu noktadan sonra gelişir. Şu an önü tıkalı. Entellektüel boyutu ileri seviyede insanlar çocuksu gibi davranmak zorunda bırakılıyor. Baskılar, cezalar, dayatmalar, tehditler nedeniyle. Aslında kafa bu soruları sormak istiyor. Baskı, dayatma olunca sorular yokmuş gibi davranılıyor ve bir anlama süreci kesintiye uğruyor. Bir noktadan sonra anlama süreci artık yaşanmamaya başlıyor. İşte istenilen seviye tam bu seviyedir. Atatürkü anlama ve tanıma süreci sekteye uğrayınca insanların önüne onun fotoğrafları konuyor ve atatürkü tanıma sadece o fotoğrafa bakmaktan ve onu hatırlamaktan ibaret oluyor. Belki hergün hatırlıyoruz ama dediğim gibi bu ölü bir hatırlama. Beyinde hiçbir şey canlanmıyor. Atatürkü sevmek için insanın elinde bir neden kalıyor. Diyorsun ki “o bizi kurtardı”. Ve çoğu kişiye sorsanız hatta milyonlara sorarsanız aynı cevabı verecektir.
    Atatürke düşman dayatmasını sadece günümüz insanı yaşamıyor. Bağımsızlık savaşından sonraki yıllarda yaşanmaya başladı ama acaba asıl ilk başlangıç hangi olaydan sonra oldu? Yani programlı bir şekilde dayatma hep var oldu ve günümüze kadar geldi. Bu dayatmalarını atatürk düşmanlığı olarak adlandırdılar ve buna öyle inanıldı ki buna atatürkçüler de inanmakta hatta eleştirel bakanlarda “acaba ben onların dediği o atatürk düşmanımıyım” diye tereddüt yaşamaktadır. Hatta atatürkçülere göre “evet düşmansın” oluyorsun. Aslında dediğim gibi atatürk düşmanlığı bir dayatmadır ve bu dayatma bir perdeleme görevi görmektedir ve sırf onların hatırına türkler bilimsel düşünceden mahrum kalmaktadırlar. Çünkü dayatmacılar aşırı bir kontrol yapma ihtiyacı hissetmektedirler. İngilizler demokrasinin nimetlerinden yararlanırken, ki ben atatürkün de nihai hededinin bu olduğunu düşünüyorum, biz aşırı kontrolcü dayatmacıların kontrolünde yaşamaktayız.

    • Bu sorularınızın bazılarının cevabını Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam kitabında bulabilirsiniz. Kitabındaki olayları birkaç farklı ağızdan teyit etmeye çalıştığı için Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazılan ve bilimsel değeri olan ender kitaplardandır.

      • O kitabi okumadim fakat elle tutulur bilgiler olsalardi, Atatürkün kargalari kovaladigini, hocadan dayak yedigini bilen bizler bunlari da türlü kanallar üzerinden ögrenirdik diye düsünüyorum Zevkle ve defaaten anlatilirdi. Atatürkün maasli gazetecileri de bunun üzerinden coktaan kerli ferli bir projeksiyon yapardi. Bütün tezlerini Osmanliya küfretmek üzerine bina etmezlerdi. Adamlar üniversitede tarih bölümünde okumayan insanlara bile nasil bir hikayeye, nasil bir nüveye, motivasyona sahip oldugu bilinmeyen inkilap tarihini bildigin ders olarak ögretiyor. Atatürkün cumhuriyet düsüncesini kendi kafasinda nasil pisirdigi ile ilgili cogumuzun bildigi bir-iki artistik menkibe o kadar.

  4. Sadece etnik devrim degil, Atatürkün tonlarca dinimizi milli ve manevi degerlerimizi ilgilendiren devrimi var, bunlarin hicbiri yazari rahatsiz etmemis, sadece etnik devrimlerden bahsediyor.

  5. Acaba Kurtulus Savasindan sonra kurtarilan topraklar daha büyük olsaydi, bu topraklarda Avrupadan hemen hemen hic etkilenmemis asiri özgün bir kültür olsaydi, acaba Atatürk diktatörlükte bir Mao seviyesine cikar miydi? Bence cikardi.

    Mao´nun yaptiklarini komünizme baglariz, halbuki burada genel olarak modernizmin yol actigi bir diktatörlük var. Ister Avrupaya özen, ister Sovyetlere, fark etmiyor. Adam Türk musikisinin zirvesinde oldugu bir dönemde onu katlediyor. Kendi duygularini bile bir kenara birakarak, baleye, operaya yer acmak ve böylece aklin ve bilimin yoluna tam tekmil girmek istiyor.
    Sadece müzik mi, bütün bir gecmisinden, kimliginden feragat ediyor ve herkesten de bunu istiyor. Sirf fes giymekle olmaz, fötr sapka, Ingiliz pantolon da yetmez, kisacasi fiyakali Avrupai elbise yetmez, dilimiz, müzigimiz, inanclarimiz da icinde olmak üzere bütün bir ruhumuzu icimiz yana yana da olsa akil adina, bilim adina degistirmemiz gerekiyor diyor.

    Burada Atatürkün de muasirlasmak adina kendi nefsine de nasil bir nester vurdugunu gözden kacirmamak gerek. Mao da milyarlarca serceyi akil ve bilim adina öldürtürken kendi nefsine böylesine nester vurmus mudur, Cin kültürünü, sanatini yerle bir ederken ici cizlamis midir bilmiyorum.

    Fakat cizlasa da, cizlamasa da durum degismiyor. Dünyaya yeni bir sey katmadiysan, gecmis yüzyillarin yenilgilerle, fakirlikle doluysa, tek disi kalmis canavara sarilacaksin, baska caren yok. Ona elini verdiginde de elinde ne dilin kalir, ne dinin kalir, ne hayat tarzin ne zevkin.
    Efendim, Türk üstünlükcü yapmis, söyle olmus böyle olmus, ühü ühü aglamanin alemi yok. Paketi o zamanin sartlari belirler, yeri gelir Türk, yeri gelir Kürt paketi yapilir. Mesela Türksündür, icin kan aglaya aglaya Kürt devlet kurarsin. Bunun icin Kürtleri, Türkleri, hatta Atatürkü suclamanin da bi mantigi yok. Sorunun adresi belli.

  6. Bazı Türkler herhalde anlamak istemiyorlar buda orta Asya’dan beraberinde getirdikleri zihin yapısı lideri kutsama katil pis kirli birisini yok iyi işlerde yaptı bu mantık tıpkı çalıyor amma çalışıyor hiç farkı yok efecaman Türk olduğu için Atatürk gibi kirli bir katili yargılamasını beklemiyorum bir Alman aklı başında olan hitlerin iyi tarafları vardı ammma mamalı konuşmaz bazı Almanların kafasında hitlerin zehirini atamiyanlar efecaman gibi yorum yapıyorlar neyse bu kafaynan demokratikleşmeyi çok beklersiniz

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin