Süt kokulu bebekler küf kokulu koğuşlarda..

ÖZGE ELİF HENDEKÇİ | YORUM

3 aylıktı kızım, kucağımda pembe battaniyesiyle büyük bir gürültüyle açılan paslı demir kapıların ardından soğuk koğuşa getirildiğimde. Bebekler üç aylıkken hareketli nesneleri görmeye başlar diye okumuştum. Renkleri daha net seçmeye başlamaları da üç aylıkken başlarmış, özellikle ‘kırmızı, yeşil’ diye de not düşmüş yazar…

Koğuş ise havası gri, duvar rengi sarımtraktı ya da soluk mavi mi? Kim bilir belki kimine göre siyah kimine göre bejdi. Neticede ruh halimiz değil miydi duvarlara yansıyan?

Yer yer paslı pencere parmaklıkları biraz kırmızıyı andırsa da yeşile dair hiçbir şey yoktu o beton yığınında. “Koğuşa girdiğimizde pislikten görünmüyordu, duvarlar sigara dumanından simsiyah, burun pisliklerinden iğrenç haldeydi.” dedi bir arkadaş.

Onlardan önce adli erkek mahkumların koğuşuymuş. “Ağlaya ağlaya temizledik!” dedi bir diğeri. Duvarlar küf tutmuş, keskin bir küf kokusu…

“Hele yataklar, sigara kokusu içlerine kadar sinmişti, avluda havalandırmaya çalıştık. Sildik kimini, kimine iki üç çarşaf geçirdik. Zamanla ya kokusu geçti ya da biz alıştık!” dedi öteki..

On ranza vardı, yirmi yatak. Şanslıydık biz .. 45 kişiyi görmüş, iki yatağa enine üç kişinin yattığı günlerden 18 kişinin kaldığı günlere gelmiştik. Dolayısıyla iki yatak boştu. İki ranzayı birleştirdik. Kızıma kocaman bir yatak oldu. Bir de kenarına koyduğum selpak peçete kutusu..

Çift kişilik yatak düşmüştü bize. Bahar bir buçuk yaşına gelene kadar tüm varlığımız burasıydı. Köşede olduğu için gündüz bile karanlıktı. Oturduğunuzda başınızı eğmek zorunda kalacağınız kadar da alçak.

Bahar biraz büyüyüp hareketlenmeye başladığında defalarca kafasını da vursa; alevlerin içerisinde çiçekler açmış, yemyeşil bir alan oluşturulmuş İbrahim Peygamber’e verilen lütuf gibi, bir lütufdu bize.

Bahar bir yaşına geldiğinde koğuşun ortasında bir çamaşır leğeni vardı. Orası onun, bazen kış bahçesi bazen yazlığı bazen oyun parkıydı. Yastığını battaniyesini koyar, emziğini alır içine yatar, koğuşun ortasında keyif yapardı.

15, 16 aylıkken, bir arkadaşı geldi koğuşa 20 aylık. Leğen için kavgaya tutuşurlardı. Benimki biraz balık etli arkadaşı daha minnak. Annesine dedim, “Benimki seninkini biraz ezebilir, sorun olmazsa birlikte girsinler.”

İkisi bir giriyorlardı leğene. Biri altta biri üste, birinin kolu diğerinin bacağı dışarda derken ‘leğen kavgası’ sorununu çözmüştük. İkinci bir leğeni almaya hakkımızın olmadığı bir yerde sorunu çözebilmenin mutluluğu vardı bizde…

Gebze’ye geldiğimde ise durum değişmişti. Daha küçük koğuşlarda, fazla kişiyle kalıyorduk. Tek kişilik yatağımızın olması bile bir lütuftu, yerde yatan onca kişi varken.

İlerleyen yıllarda Bahar büyüdü. 3 yaş civarı koğuşta bir ranzadan diğerine çamaşır ipiyle hamak kurmuştum. İçinde sallardım. Bazen içinde uyuyakalırdı. Alan dar olduğu için gün içinde sürekli tak çöz yapmak zorunda kalırdım.

Sonra ranzanın içine yapmaya karar verdim. Oturduğumuzda başımızın üstte değdiği ranzaya kaçak kat girdim, orada uyurdu. Bunu da bir karantina koğuşunda adlilerden öğrenmiştim. Tabi 4, 4 buçuk yaşa geldiğinde artık sığmaz oldu oraya da…

Yıllar sonra bugün Edirne Cezaevi’nden bir kare gördüm. Yeni doğmuş bir bebek, on aylık bir bebek ve 17 aylık bir kız çocuğu..

“Süt kokulu yavrular küf kokan koğuşlarda!”

Bahar geldi birden gözümün önüne. Lacivert leğen, bir de o “Kafanı sakın kaldırma, demire vurursun!” diye tembihleyerek yatırdığım ranza arası hamak… Yedirecek birşey bulamadığım günler… Çaresizlikten kıvrım kıvrım kıvrandığım geceler…

Merve Zayım, iki gün önce cezaevindeyken doğum için hastaneye götürüldü. Doğum yaptı, iki günlük bebeğiyle tekrar koğuşa getirildi. En az on kişiye bir tuvaletin düştüğü, su kesintilerinin yaşandığı bir koğuşta lohusa bir kadın ve en hijyenik şartlara muhtaç olduğu dönemde iki günlük bir bebek…

Özlem Düzenli, dört aylık bebeğiyle tutuklanan bir diğer anne. Dosyası Yargıtay tarafından bozulmasına rağmen mahkemenin ısrarla tahliye etmediği. Onlar gibi yüzlerce kadın, yüzlerce çocuk var içeride. Dışarıda da anne, baba yolu gözleyen yüzlercesi.

Edirne Cezaevi; su kesintilerinin olduğu, en temel ihtiyaçların dahi karşılanamadığı, çocuklu anneler için cezaevinden çok işkencehaneye dönen Bakanlık binası..

Yasaların keyfi biçimde rafa kaldırıldığı, anneler ve çocuklardan intikam alındığı bir düzen… Bu durum artık makam, mansıp ya da güç hırsının ötesinde; insanlığın bittiği nokta…

Bu noktada şu bilinsin ki; küf duvarlarda değil, bebeklerin süt kokusunu küfe boğanların vicdanlarında kök salacak.

Ve en ağır mahkumiyet zalime yazılacak.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin