Suskun kararlılığın vakur öyküsü: Klondike

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Çok değil, 20-30 yıl önce özellikle taşra insanları yeni doğan bebeklerin göbek kordonlarını arka bahçelerine gömerlerdi. 

Bir anlam arayışının neticesiydi bu gelenek. Çünkü kişinin doğduğu toprak ile iletişim kurduğuna inanılırdı böylece. Kolay olmazdı o topraklardan kopması. Ve hatta kişi yaşlandıkça daha çok etkisini artırırdı bu bağlantı. “Toprak çekiyor” tabirinin de buradan çıktığı söylenir. 

Büyük Usta Andrei Tarkovsky’nin binbir katmanlı filmi İvan’ın çocukluğundaki bir sahneye göz atarak başlayalım. 

İvan askeri okula gitmemek için firar ettiğinde, yaşlı eşi Almanlar tarafından öldürülmüş, aklını yitirmiş bir ihtiyara denk gelir. İhtiyar tahta kapılı bir harabede kendisine iple bağladığı bir horoz ile yaşamaktadır. İlginç olan evin kapısından başka her yeri yıkılmıştır. Nasreddin Hoca’nın evi gibidir yani. 

Duvarları, çatısı olmayan, evi yıkılmış ama ocağı hep yanan, bacası hep tüten ve öldürülen eşini beklerken (!) evini düzene koymaya çalışan aklını yitirmiş yaşlı adam iki kere aynı cümleyi kurar “ocak ve baca sonsuza dek tütecektir!”

Zira bir savaş, en çok tüten ocakların/ailenin sönmesi/yok olması anlamına gelmektedir. Eğer bir yerin ocağı tütüyorsa, ümit hala var demektir. Savaşta aklını yitirmek, galiba savaşı kazanmanın en kestirme yoludur! Ki Tarkovski, deli metaforuyla mesaj vermeyi başka filmlerinde de yapar. 

Horozlu, ihtiyar deli, elindeki tabloyu asmak için yıkıntılar arasında çivi aramaktadır. Ancak asılacak bir duvar yoktur görünürde. Bir tek kapısı sağlam kalmıştır, gerisi tam bir harabeye dönmüştür evin. Ama adam asla terk etmemiş ve terk etmeyecektir evini. İvan ona ekmek ve konserve bırakır, adam ise tanrım bu son bulacak mı der ve tahta kapısını kapatıp kilitler.

Klondike, Tarkovsky’nin Ivan’ın çocukluğu’ndan aldığı travmayı ilerletiyor adeta.

“İnsan olduğunuzu hatırlayın, geriye kalan her şeyi unutsanız da olur” diyor Bertrand Russell. 

Ukraynalı yazar/yönetmen Maryna Er Gorbach‘ın draması “Клондайк (Klondike)” bir sızlanmayla değil, sanki İvan’ın Çocukluğu’ndaki o sahneden başlıyor hikayesini anlatmaya. 

Donbas savaşının ilk günlerinde geçen ve 17 Temmuz 2014’te 280 yolcu ve 15 mürettebatın hayatını kaybettiği MH17 sefer sayılı uçuşun gerçek kazasından esinlenen bu filmde, bebek bekleyen taşralı bir çiftin hayatı, savaş tam anlamıyla içlerine sızdıkça geri dönülmez bir şekilde değişiyor.

Doğu Ukrayna‘nın Rusya sınırına yakın tartışmalı bir bölge olan Donetsk bölgesinde yaşayan Tolik (Sergey Shadrin), hamile karısı Irka’yı (Oxana Cherkashyna) gece yarısı bir patlama meydana geldiğinde hastaneye gitmeye ikna etmeye çalışır. Evlerinin özellikle oturma odası harabe haline gelmiştir. Ancak, hamile kadın evinden ayrılmayı yenilgi olarak görmekte ve buna yanaşmamaktadır. 

Yanaşmak bir yana, perişan evinin tozunu alır, kirleri temizler, ineğini sağar; günlük hayatını devam ettirmeye çalışır. 

Çünkü böyle yaparsa ümidini hep diri tutacaktır. 

Aslında tıpkı Tarkovski’nin kahramanları gibi bir miktar kafayı da sıyırmıştır Irka. Öyle ki, bombalama neticesinde şöyle der; “Bebek arabamı bombaladılar! Bebeğimi nereye koyacağım?”

Ne ki, yönetmen  Gorbach, tüm bu travmanın ortasında, Irka’nın bu marazi durumunu ustalıkla normalize ediyor. Çünkü izlediğimiz bir komedi değildir. 

Vurdumduymaz Tolik ile Irka’nın milliyetçi kardeşi Yaryk (Oleg Shcherbina) arasındaki gerilim giderek yükselirken, Irka, yükselen ırkçılığı ve işgali gözlemlemek için evinin ötesine geçiyor. Gorbach yıkıcı bir savaşın insan ruhunda bıraktığı etkiyi kişisel düzeyden topluluk düzeyine kadar ustaca ve hiç acele etmeden örüyor.

Filmin bir diğer çatışma unsuru ise, Irka’nın Rus asıllı kocası ve Ukraynalı kardeşinin giderek keskinleşen ırkçılık gerilimi. 

Peki film ismini nereden alıyor?

Filmin adını Kanada’nın kuzeybatısında yer alan bölgeden aldığı ifade ediliyor. Klondike, altın rezervlerinin keşfedilmesiyle birçok bölgeden zengin olma umutlarıyla 1896 ve 1899 yılları arasında yoğun bir göçe sahne olmuş. Klondike filmi, Ukrayna-Rusya sınırındaki Donbas, diğer adıyla Donets Havzası’nda geçiyor. Bu bölge iki ülke için de son derece önemli çünkü barındırdığı kömür madeniyle Avrupa’nın en büyük dördüncü kömür madeni niteliğini taşıyor.

Bu arada çok yakında Discovery Channel aynı isimli, yani “Klondike” isimli her biri bağımsız bir sinema filmi tadında olan, üç bölümlük bir mini serinin çekimlerine de başladı. Yapımcısı Ridley Scott ve yayın tarihi 2024 Ocak ayıydı ama dizi dijital ortamlara düşünce, şirket DVD’sini satışa sundu. Onu da duyurayım.

Filmin en büyük başarısızlığı değil de, bahtsızlığı ve şansızlığı ise müzikleri. Kimsenin yetenek ve tercihlerini küçüksemeyi asla istemem ama hikayeyi çok daha yukarı taşıyacak sağlam bir tema müziği bulunabilseymiş, Klondike bir başyapıt olabilirmiş gibi geldi bana. Bulakovsky’nin o enfes resimlerinin müzikle nasıl derinleşebileceğini düşününce üzüldüm açıkçası. 

Bundan sonra biraz spoiler var dikkat. 

Filmin hassaten son yarım saati Sviatoslav Bulakovsky‘nin çarpıcı sinematografisini ve baş kadın oyuncunun dramatik yelpazesini sergileyen iki çarpıcı sahne içeriyor. Bunlardan biri, gelen iki yabancıyı geçirmek istedikleri sınırda inisiyatif alarak muhafızlardan kaçması… Bir iptidai çığlık ile zirveye tırmanan bu sekans sonrasında, beni en çok vuran sahne ise, evine gelen paralı askerlerin umursamadan evi yağmalarken Irka’nın doğum yaptığı sahne. 

Kocası ve kardeşi de katledilen Irka’nın her şey normalmiş gibi davranması travmatik bir gerçeklikle seyirciyi yüz yüze bırakıyor.

Esasen Irka saf iyiliğin sembolü…

Kıvranıyor, direniyor, geleceği doğuruyor lakin etrafındaki hiçbir şeyi kontrol edemiyor. 

Yapabileceği tek şey, etrafında kol gezen ölüme inat, bir canlı dünyaya getirmek. Belki de geleceği ancak bu şekilde inşa edeceğine inanıyor. Umut, karnındaki canlının doğma ihtimali ile koşut olarak hep diri kalıyor. 

Klondike’yi izlerken hep bir filmin ayak seslerini işittim: Mandariinid… 

Gerçi çok fazla benzetmek haksızlık olacak farkındayım. 

Hele ki, Klondike’nin çok daha derinlemesine bir katmanlı yapıdan oluştuğunu görünce. 

Ancak nihayetinde savaş ve yıkıma karşı direnen insan var her ikisinde de. 

Biri eviyle bir bağ kurmuş, diğeri mandalina bahçesi ve oğlunun mezarıyla.. Ölüm bile korkutmaktan ve zedelemekten aciz bu irtibatı. 

“Bir filmin bu kadar kötücül bir savaşa karşı ne kadar şansı olabilir ki?” sorusunun cevabını ise yönetmen Er Gorbach, Saraybosna Festivali’nde veriyor: 

“Film savaşı asla durduramaz ama bir insanı değiştirebilir. Ben sadece duygularımı paylaşabilirim. Film iyi yapılırsa daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşabilir.”

Sinema da bu yüzden çok güzel zaten…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin