AHMET KURUCAN | YORUM
1621 yılında başlamış ilk defa, tarihi kayıtlara göre. Massachusetts eyaletinin Plymouth şehrinde Wampanoag kabilesine mensup Kızılderililer ile İngiliz yerleşimciler üç gün süren bir hasat şenliği yapmışlar. Şenlikteki temel amaç ‘Yaratıcıya’ şükretmek. Sonrasında gelenek haline gelmiş. Gelmiş ama zamanla bu geleneğe yüklenen anlamlar da değişmiş. Mesela Amerikalı yerliler İngiliz yerleşimcilerinin topraklarını gasp etmelerinden dolayı bu günü ‘Yas Günü’ olarak kutlamışlar tarihin belli bir döneminde.
Bugün Amerika’da şükran günü olarak anılıyor. Ülkenin dört bir yanından insanlar seyahatler yaparak geniş aile fertleri ile bir araya geliyor ve birlikte akşam yemeği yiyorlar. Sadece şunu hatırlatayım; Wallmart gibi belki de dünyanın en büyük perakende mağazası bugün kapalı. Yılbaşında bile açık olan bu mağaza ülke çapında kepenkleri indiriyor. Sadece bu örnek bile Amerikan geleneği içinde şükran gününe verilen önemi anlamaya ve anlatmaya yeter.
Sabah daha önceden planladığım yazımı yazmak için elime kalemi aldığımda aklıma “şükran” kelimesi takıldı. Aslı ‘Thanksgiving’ olan ve Türkçe’ye şükran olarak tercüme edilen bu kelime aslında 1621’de ilk defa yapılan nimetlere karşı o nimetleri ihsan eden Rabbe teşekkürlerini arz etme anlamını taşıyor. Daha açıkçası İslami perspektiften ‘Thanksgiving’ demek “Teşekkür ederim Allah’ım!” demek.
İşte aklıma takılan bu oldu benim. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bir sohbetini hatırladım. Özetle ve mealen şunu diyordu o sohbette: “Ben, ben, ben diyen bir insana üzerindeki Allah’a ait herşeyi bir kenara bırak ve sana ait olan şeyleri tek tek say bakalım deseniz ne diyebilir acaba? Hani ben, ben, ben diyorsun ya; görelim senin kim olduğunu deseniz kendine ait neyi gösterebilir?”
Dediğim gibi mealen ve özetle aktardım.
Doğru değil mi? Neyimiz var Allah aşkına? El-ayak, dil-duak, göz-kulak ve sahip olduğumuz maddi-manevi nimetlerin hepsi ama hepsi O’nun bize lutfü ve ihsanı değil mi? Ben dediğim ve benim dediğim herşey aslında O’na ait.
İnkar edebilir miyiz bu gerçeği?
İnancımıza göre insan bu dünyaya Hakk’ın rızasını yine O’nun çizmiş olduğu istikamette hayat sürerek kazanmak üzere gönderilmiş bir varlıktır. Benlik bu bağlamda onu Allah’a ulaştıracak en büyük engeldir. Ne güzel der Niyazi Mısrı: “Hakka giden yolda benlik bir dağdır. Ya Rab! Lutfü kereminle şu beni aradan kaldır!”
Şükran gününe döneyim; bu perspektiften hayata bakabilirsek sadece şükran gününde bir gün şükür etme değil hayatımızın her anını O’na şükranla geçirsek sezadır. Hergün şükran günü olmalı inanan insanlar için. O’nun peygamberler vasıtasıyla bizlere gönderdiği esaslar, o esasları doğru anlama ve hayata taşımak için rehber olarak verdiği akıl nimetine şükretmeliyiz her daim.
Fasıla vermeden hem de.
Yapıyor muyuz? Yakın çevrem, dostlarım, arkadaşlarım itibariyle şehadetimi konuşturayım; bu gerçeğin farkında ve idrakinde olduğumuz muhakkak ama ne kadarını hayatımıza taşıyabiliyoruz? İşte burası muamma…
Olan ile olması gereken arasında bir boşluk olduğu muhakkak.
Biliyorum, gazete köşe yazısında ele alınacak bir konu değil bu belki. Bazılarınız böyle düşünüyor olabilir. Gazete ve köşe yazısı geleneğine bakarsanız haksız da sayılmazlar. Ama serde hocalık olunca bazen kalem farklı kulvarlara kayabiliyor. İşte bu yazı, öyle bir yazı.
Şükran dolu günlere. Hamd O’na, minnet O’na.
Allah dogru yoldan ayirmasin. Kalplere istikammet versin.
Elhamdulillahi alâ kulli hâl; sival kufri veddelâl!
Ma şekarnake hakka şukruke Ya Meşkur.
Guzel bir bayram kulturu bu bence